Hilmi Bey Karındaşımın Şeyhülislâmlık Macerasına Dair

Hilmi Bey Karındaşımın Şeyhülislâmlık Macerasına Dair

 

 

Sulhi Bey evladım, İrfan Külyutmaz adıylan birtakım mek’aleler çırpıştıran eskilerden bir zat var. Yakinen tanırım. Hiç hazzetmem. O dahi hiç hazzetmez bu fakirden. Lakin döğüşe sevişe irtibatımız sürüp gider. Evvelki gün, bana istikbâlde neşredeceği bir mek’aleyi gönderdi idi. Fekat öyle zannedeyorum ki bu mek’aleyi korkusundan neşre yanaşamayor. Bir zahmet fakirin bu pusulasıynan, birkaç satır aşağıya dercettiğim mek’aleyi neşret de zavallı korkunun ecele bir faidesinin olmayacağını fehmetsin:

“Cânımdan muazzez kaarilerim, nasılsınız, eyi misiniz, inşallah eyi ve âfiyetdesinizdir, deyerekden lakırdıma başlayorum.

Efendim, bileyorum “Sûbhanallah!” nîdalarıyla hayrete gark olayorsunuz. “İrfan Bey, bu şeyhülislâmlık mevzuu da nereden çıktı? Cumhuriyet idaresi, şeyhülislâmlığı ilgâ edmemiş miydi? Dinî mes’eleleri Diyânet Riyâsetine tevdî eylememiş miydi? Hem Hilmi Bey’in müktesâbatıylan, bunun ne alâkası var.” deyorsunuz.

Hâkkı âlîniz var, zaten bendeniz de bu lakırdıdan maksad, frenk lisânında deneyor ya “ironie” eyleyordum. Efendim, bittâbi Hilmi Bey karındaşım  şeyhülislâmlık makâmına duhûl edmeyor, edmemiş idi. Mâlum âlîniz, Şâir-î Âzâm Bâkîy Efendi hırs ü hased ile şeyhülislâmlık makamını işgâl içün ömrünü temam etmiş, lâkin bu emeline  vâsıl olamamış idi. Hilmi Bey karındaşım, Reisicümhûrumuz Abdullah Gül Beyefendi’nin sofrasını izzetlendirdiğü demden beridir deyorum ki Hilmi Bey karındaşım dahi saltanat kayığına mabadını sürdmüşdür.

Latîyfe edeyordum  kendisine “Hilmi Bey, can biraderim, âhir ömründe niyçün şeyhülislâm olmayasın!” Devrân döndü, Naipaul nâm keferenin memleket hududlarına duhûl edmekliğine mâni olmasiyle efkâr-ı umumîyyenin nezdinde ve hem bendenizin nezdinde dahi orta boy bir şeyhülislâm intibâı vermiş idi. Hakîkat, bizzat Hilmi Bey karındaşım dahi, şahsı içün işbu meyânda vehimlere kapılmış idi.

Hatta, bir seher vakdiydi, afyonumu patladmamış idim daha. Kayfemi höpürdetiyor iken, maazallah, bizim fakîr hânenin cümle kapısı “güm güm” deyü inleyerekden sankiy başımıza hâneyi yıkacak idi. Bismillah deyü fırlayıp “aman bizim fakîr hâne secdeye varmadan yetişeyim” diyerek kapıya yettim. Kapının mandalını düşmesiyle “İrfan Beyciğim!” diye höykürerek atıldı bir sadâ. Bir de ne göreyim, Hilmi Bey karındaşım heyecandan ve helecandan titreyordu.

Meğer bir rûya görmüş imiş. Rûyasında gülümseyerekden Şâir-î Âzâm Bâkîy Efendi: “Naipaul mevzuunda seni takdîr etdim Hilmiciğim” demiş ve elinde tutmakda olduğu Zenbilli Ali Efendi’nin şeyhülislâmlık kavuğunu Hilmi Bey karındaşımın başının üzerine bırakmış. Karındaşımın alnına bir de nurlu bûsesini kondurmayı ihmâl etmemiş. Kalkdı, sarıldık karındaşımla. Tebrik etdim. Bu mubarek rûyanın üzerinden bir zaman geçdikden sonra Hilmi Bey karındaşımın “İslâm’ın Zihin Tarihi” adıyla tab olunan eseri neşrolmuş idi. Karındaşım, rûyanın tesirindeydi hâlâ. Hatta hâfî bir surette bir tefsir içün kalemini yokladığını Şehpender Hanım’dan duymuş idim.

Bir müddeddir, birtakım lüzûmsuz münâkaşalara sebebiyyet veren Hilmi Bey karındaşımı iykâz etdim. Muhsinzade, mühim bir naşirimizdir. Biraderim, pek muteber karındaşım bu mevzuuda hırs ü hasedüne yenilmeyesin dediydim. Fekat, rûyanın tesiriyle iykâzıma itibar etmediydi. Lâkin evvelki gün, gene rûyasında Bâkîy Efendi’yi görmüş imiş. Alnının nuru, kaşlarının çatıklığından seçilmeyormuş. Zenbilli’nin kavuğu ise Bâkîy Efendi’nin kucağında bekleyormuş. Pek hüzünlüydü. “Biraderim, üzülmeyesün; hüzün ki en çok yapışandır bize, deyen sen deyil miydin?” deyerek teselli etdiydim. Lakırdımı işitince boş boş yüzüme baktıydı. Hilmi Bey karındaşım eyidir, eyidir yâ hu!

Efendim, bu ay da tahrir istihkâkımız bu kadar: Telâkıy gelecek aya inşallah. O vakde kadar zâtınıza hoşca bakınız ve Rabb’ime emanet olunuz muazzez kaarilerim. Au Revoir, canlarım benim!”

 

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

gerçek merve için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir