Bir Semtten Daha Fazlası: Yeldeğirmeni

Kadıköy denince birçok kişinin aklına ilk olarak Moda semti gelir. Bu semte Kadıköy’ün şımarık çocuğu denilse yeridir. Öyle ki Moda ismi çoğu zaman namı diğer Kalkedon’dan önce anılır hale gelmiştir. Moda’nın küçük kardeşi Yeldeğirmeni semti ise sessiz ve uslu bir şekilde büyümüş ve Moda’nın gölgesinde kalmaktan asla kurtulamamıştır. Burası için ancak keşfedenin bildiği, modern İstanbul’a meydan okurcasına yaşayan, hasreti çekilen eski İstanbul’dan küçük bir meskun mahal diyebiliriz.

Anadolu Yakası’nın tarihi mahallelerinden biri olan Yeldeğirmeni, Kadıköy’ün merkezi ile Haydarpaşa arasında kalan ve rıhtım boyunca uzanan tepenin üzerine kurulmuştur. Mahalle ismini, 1774-1789 yılları arasında, 1. Abdülhamid zamanında bu alanda yaptırılmış dört adet yel değirmeninden almıştır. Halkın un ihtiyacını karşılamak için yaptırılmış yel değirmenlerinden bugün iz kalmamış olsa da, semt, belki de geçmişin bir yansıması olarak günümüzde fırınların yoğunlaştığı, simidi ile meşhur ve sokaklarından taze ekmek kokusunun hiç eksik olmadığı bir semt olmuştur.

Gridal plan, birbirleriyle dik açı yaparak kesişen doğrusal cadde ve sokaklardan ya da kare veya dikdörtgen yapı adalarından oluşan kent planıdır. Bu plana geleneksel mimari kültürümüzde nadir rastlanılır. Yeldeğirmeni, İstanbul’daki diğer tarihi dokulardan farklı olarak mevzubahis planla inşa edilmiş ve bu plan, mahallenin bugünkü kendine has karakterini oluşturmuştur. Semt sakinleri, rıhtıma inen tüm sokaklarından görülebilen deniz manzarasını bu plana borçludur. Bu sokaklardan birinden rıhtıma doğru yürüdüğünüzde ilk olarak deniz görünür. O mavilik görünür görünmez sırtınızın ılık bir esinti tarafından okşandığını hissedersiniz.

Bu semtte I. Abdülmecit’in buyruğuyla, 1845 yılında, Kadıköy’ün ilk postanesi hizmete sunulmuş. 19. asırdan itibaren yerleşimin hızlandığı Yeldeğirmeni’nde 1872 yılında Kuzguncuk’taki yangından sonra gelen vatandaşlarla birlikte imar hareketleri başlamıştır. Izgara plan sayesinde güneşin dağılımı mümkün olduğunca eşit şekilde sağlanmış. Sokakların kesişim yerleri olan dört yol ağızları küçük meydancıklar oluşturmuş. Bu sayede semtte mukim bulunanlar, buluşacakları zaman, birbirlerine şu sokakla bu sokağın oluşturduğu meydancıkta buluşalım diyebiliyorlar.

Semtin yukarıdan çekilmiş fotoğrafına ya da herhangi bir planına baktığınız zaman semt satranç tahtasını andırıyor. Bunda sokakların ve caddelerin doğrusal olması ve binalarının büyük satranç taşlarına benziyor olması etkili olmuş diyebiliriz. Türkiye’de modern döneme kadar neredeyse hiç tercih edilmeyen ızgara plan Selimiye mahallesi için de uygulanmış fakat Yeldeğirmeni’ne yakıştığı kadar oraya yakıştığı söylenemez. Değeri giderek anlaşılan bu şirin semtin popüler kültüre direnişi, içimizde alev almak için kıvılcım bekleyen umudumuzu diri tutmaya yetiyor.

Yeldeğirmeni’nin merak edilen en güzel binalarından biri Macit Erbudak sokağındaki Sünget Apartmanı’dır. Bu Bina Haydarpaşa Garı’nı yapan Alman mühendislerin lojman olarak kullanmak için inşâ ettikleri bir apartmandır. Zamana meydan okurcasına ayakta duran bu yapı, önünden her geçişinizde heybetiyle sizi mutlaka alıkoyar. Saniyen sizi merak duygusuyla hemhal eder. Salisen kendinizi göz ucuyla da olsa onu incelerken bulursunuz.

Yeldeğirmeni semti içinde cami, kilise ve sinagog barındırması hasebiyle her dinden insana hitap ediyor. 1899 yılında inşâ edilen sinagogun ilgi çekici bir hikâyesi var. O dönemde semte Museviler sinagog, İseviler kilise yapmak için Sultan Abdülhamid’den müsaade isterler. İzin verilince, arazinin bir ucunda Museviler diğer ucunda İseviler inşaata başlarlar. Yahudi Cemaati Sultan Abdülhamid’e minnetlerini belirtmek için sinagoga Hemdat İsrael adını lâyık görürler. İseviler ise yaklaşık yarım kilometre uzağına Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi’ni inşâ eder.

Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi’nin yapımı 1895 yılında sona ermiştir. Şu an Karakolhane Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Caddeden geçen herkesin kafasını çevirip görebileceği kilise çanını, dünyaca ünlü döküm ustası Samatyalı Zilciyan Usta imal etmiştir. Çan, banisinin ismini yaşatırcasına bugüne kadar gelmiş. Uzun süre de yaşamaya devam edecek gibi gözüküyor. Kilisenin bulunduğu caddede kışları fırınlanmış bal kabağı yapıp satan bir fırın var. Tatmak isteyenler yürürken fırın sergilerine dikkatli bakarsa hangi fırın olduğunu kolayca anlayabilirler.

İskele sokakta Notre Dame Rosaire Kilisesi var. 1895 yılında manastır, okul ve kilise olarak kullanılan bu Katolik kilisesi Kadıköy Belediyesi tarafında restore ettirilerek Sanat Evi’ne dönüştürülmüş. Fransız mimarisine öykünülerek yapılmış bu eski binanın yaşatılamamış olması üzücü. 1911 yılında geçirdiği yangın sonucu manastır ve kilise bölümleri büyük ölçüde, okul binası kısmen hasar görmüş. Dönemin Fransa hükümeti onarımı üstlenip tamamladıktan sonra yapıyı Maarif Vekaleti’ne devretmiş. Akabinde bina,  çeşitli okullara ev sahipliği yapıp bir süre sonra güvenlik sebebiyle tahliye edilmiş. Bu güzel mimari yapının sanat evine dönüştürülmesi akıllıca gözükse de eski halinin muhafaza edilememesi bizi üzmeye yetiyor.

Yeldeğirmeni’nin her sokağında bir tarih yatıyor. En ilgi çeken yerlerden biri de Ayrılık Çeşmesi Sokağı. Semt halkı Hac ve askere gidenleri bu sokaktan uğurlarmış. Ayrılık Çeşmesi adını buradan aldığı söylenir. Ayrılık çeşmesinden artık su akmıyor. Semt sakinlerine önceden su veren bu çeşme artık sadece otobüs duraklarına isim olabilir vaziyette. Asıl üzücü olan şu ki ‘’Ayrılık Çeşmesi’’ denilince insanların aklına artık çeşme değil, raylı sistemler arasında aktarma yapılan yer geliyor. Buradan hareketle diyebiliriz ki hizmet kuruluşlarının ve bilhassa belediyelerin artık yıkarak yapma yerine yaparken yaşatmayı öğrenmelerinin vakti geldi de geçiyor.

Kadıköy-Kartal hattında çalışan minibüsler semtin içinden geçip rıhtıma iniyor. Rıhtıma inerken semtin atardamarı diyebileceğimiz en büyük ve işlek sokağı olan Misak-ı Milli’yi kullanıyorlar. Herhangi bir minibüs şoförü Halit Ağa Caddesi ile de kesişen bu sokaktan inerken küçük bir İstanbul özeti ile karşılaşabiliyor. Eğer vakit sabahsa rıhtım caddesine varmadan biraz önce kır pidelerini paket halinde alıp hızlıca parasını ödeyebiliyor. Rıhtıma doğru devam ederken az aşağıda gece vakti uykuluk yiyebiliyor. Sıkma portakal suyu içmek isterse ya da canı simit çekerse yine bu sokakta bulması işten bile değil.

Semtte irili ufaklı kafeler eskiye nazaran daha fazla yer kaplamaya başlamış. Buraya gelenler Yeldeğirmeni’nin kendisi için değil daha çok işleri düştüğü için geliyor. Mesela semtin içinde taş fırında, ilk önce pekmeze bandırıp sonra susama bulayarak odun simidi yapan bir dükkâncık var. Geleneksel usule göre simit yapan bu yere ne buralara gelip gidenler ne semt sakinleri yeterli ilgiyi gösteriyor. Küçük esnafın görünmeyen ama bilinen mücadelesi nedensedestek görmüyor. Hâlbuki semt kimliğini kaybeden İstanbul’da kendini koruyabilen nadir meskenlerden bir tanesi.

Semtin sokaklarına bir bütün olarak baktığımızda Osmanlı sivil mimarisinin göstergesi olan ahşap evleri görmeniz pek mümkün değil. Evler ya taştan ya da betondan yapılma. Fakat semt şuursuz bir imar geçmişine sahip olmadığı için göz zevkini bozan ya da insanı rahatsız eden cinsten değil. Bilakis bitişik nizamda yapılmış evler sokaklarda gezme merakınızı artırıyor. Evlerin kimisi yeni restore edilmiş kimiyse yılların yorgunluğunu taşıyor omuzlarında. Belki de sıranın kendilerine gelip diğerleri gibi yenilenecekleri günü bekliyorlar.

Muhammed Furkan Kâhya

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir