Budana Budana Yol Almak

Köşeye sıkıştığımı her hissettiğimde, kendimi yollara vurduğumu fark edeli çok zaman olmadı. Önceleri yollara, sadece cazibesine kapıldığım için düştüğümü sanırdım. Hâlbuki tek sebep bu değilmiş. Meğer kendi bataklığımdan çıkamadığım bugünlerde uzatılmış bir el bulabilmek için yola çıkmışım. Bana kendimden başkasının el uzatamayacağının bilincinde olarak hem de. Bazen içimden gelen çatırdama seslerinin şiddetinden dış dünyayı algılayamaz hale geliyorum. Yakıcı, yankılı ve sancılı bir süreç. Henüz içimdeki bu keşmekeşi çözümlemiş değilim. Tek bildiğim budandığım. Daha doğrusu kendimi budadığım. Zihnimdeki sarmaşıklardan kurtulmak için bundan başka çarem yok. Kendimle yüzleşmek için de… Kafamın içi üzeri buz tutmuş bir göl gibi. Her adımım düşmeme gebe. Yere çok sert basarsam buz kırılabilir. Yumuşak basarsam kayıp düşebilirim. İşte benim yolum. İlerleme ümidi ve düşme korkusuyla yürüdüğüm…

Yüzleşmekten imtina ettiğim ne varsa kozlarımızı paylaşmaya ben çağırdım. Yenileceğimi bilerek yaptım bunu. Çünkü hakikatim karşısında acziyetimi hissetmeye ihtiyacım var. En nihayetinde yenilmeliyim. Yenilenmek için yenilmek. Ve kendime varma yolunda bir perdeyi daha yırtmak için. En basit tabirle, kendime ulaşmaya çalışıyorum. Ama insanın kendi hakikatine giden mağara oyuğu çok alçak ve dar. İnsanın kolu kanadı kırılmadan ya da kendini budamadan içeriye girmesi mümkün değil. Her adımda bir bedel ödemem gerektiğini anladığımda bir süre şaşkın şaşkın gezdim ortalarda. O patikadan ilerleyebilmek için fazlalıklarımdan arınmaktan başka çarem yoktu. Ve ben o fazlalıkların bağımlısıydım. Ah! İşte, salt çaresizlik. Çaresizliğin dimağımda bıraktığı, o biraz mayhoş biraz acımtırak dünya tadı. Onun tadını aldıktan sonra teslim oldum. Yollara. Yolculuklara. Caddelere. Sokaklara…

Tamam, yolculuğun bana iyi gelen bir yanı var. Peki aynı zamanda faydalı bir yanının da olduğu söylenebilir mi? Bu soruyu kendime defalarca sordum. Sorunun cevabını hâlâ bilmiyorum ama temennim bu yönde. İnsanın gezip gördükçe kavrayışının arttığını bizatihi kendimde fark ettim. Tabiî bu bir anda olmuyor. Seyahatin üzerinden zaman geçtikten sonra sergüzeştim üzerine tekrar tekrar düşünüyorum. Ve her düşünüşümde insana, insanlığa, topluma, toplumsallığa, kente veya kentliliğe dair aydınlanmalar yaşıyorum. Evrenin değişkenliğine karşı kendimi uyarlamayı öğreniyorum. Dünyaya dair kavrayış gücüm artıyor. Hayata karşı bir duruş sergileyebilmenin değerini anlıyorum. Ve tüm bunlar kendi gündemimi belirleyebilmemi sağlıyor. Buraya kadar her şey iyi. Ama ya tüm bunlar bir sanrıysa? Yanılsamaysa? Ya kendime inanmak istediğim yalanları söylüyorsam? İşte, bu şüphenin demir kafesi içinde yaşıyorum. Arayıştayım. Kendimi hiçbir zaman tam olarak bir şehre, mahalleye, muhite ait hissedemedim. Bir gün bu kafesten kurtulup bir şehirde kendimle karşılaşma ümidiyle yaşıyorum. Hakikatimin bir şehirde beni beklediğini bilmek yetmiyor, onunla yüz yüze gelmek istiyorum. Daha doğrusu yüzleşmek. Tahammül edemeyeceğimi bile bile. Altında ezileceğimi öngöre öngöre.

Yolculuğun herhangi bir mekâna varmakla bittiğine inanılır. Hâlbuki bu eski ve büyük bir aldanmadır. Dış dünyada yer değiştirmek buna fikri terakki eşlik etmediği sürece faydasızdır. Dış dünyadaki yolculuk bittikten sonra asıl yolculuk iç dünyada başlar, başlamalı. Yolculuktan kastın bu olduğunu düşünüyorum. Aksi bir durumda insan ‘yolculuk’ yapmış sayılmaz. Sadece yer değiştirmiş olur. İmam Gazalî hazretlerinin 11 senelik yolculuğu esasen içine bir yolculuktu. Yani kendisine. Hakikatine. Zahiren sadece yer değiştirmesine yolculuk denilseydi hem kelime kirletilmiş hem de Gazalî’yi İmam Gazalî yapanın iç yolculuğu olduğu gözden kaçırılmış olurdu. O büyük zatlar gibi bir varoluş sancısı çektiğimi iddia etmiyorum. Ama derunumda tüm kılcallarıma kadar nüfuz etmiş bir rahatsızlık hissi ile yaşıyorum. Zihin konforum altüst durumda. Ne zaman yollardan uzak kalsam nefesim kesilecekmiş gibi oluyorum. Bu durumdan kurtulmak için debelendikçe rahatsızlık hissinin içine daha da gömülüyorum. Tıpkı insanın bataklıkta tepindikçe batması gibi. Bunun önüne nasıl geçerim bilmiyorum. Bir el bekliyorum. Evet, bir elin bana uzanmasını. Onun bana el uzatmasını.

Eyvallah, iç dünyamı keşfetmeye çalışmak değerli ama ya dış dünya? Diğer insanlar? Bunlar tanımaya değmez mi? Her an soluğunu ensemde hissettiğim bu sorunun üzerine çok kez eğildim. Henüz bir cevap bulamama rağmen ümitsiz değilim. Her ne kadar temenniye doğru evrilmeye başlamış olsa da kendime azık ettiğim bir ümidim var. Dış dünya, içinde bulunduğum zaman ve zemin nispetinde önemli benim için. Yani gözlemleyebileceğim kadarıyla. Gözlemlemek, insanın ilk önce içinde sonra çevresinde olan bitenlerin nasılını ve niçinini anlamasına yarar. Künhüne varmasına. İnsan; iç dünyasının tamamıyla, dış dünyasının ise kendisiyle ilgili kısmıyla alakadar olmalı diye düşünüyorum. Yani kendi yörüngesiyle. İnsanın kendisinden uzaklaşması gözetlemeyi gözlemlemeye tercih ettiği an başlar. Zira gözetlemek insanın yörüngesinden ziyade yörüngesinin dışında kalanlarla ilgili olmasının zorunlu ve doğal sonucudur. İnsan kendi yörüngesiyle alakadar olduğunda kendisinin müşahidi (gözleyeni), kendi yörüngesinin dışıyla ilgilendiğinde başkalarının müterassıdı (gözetleyeni) olur. Tüm bunların yollarla ya da yolculukla ne ilgisi var denilecek olursa şunu söyleyebilirim ki yollar ve dolayısıyla yolculuk beni bana çeviriyor. Bir şekilde beni kendimin müşahidi yapıyor. Yolculuk sonrası köşeye çekildiğim vakitleri kendimi inşâ ettiğim vakitler olarak tanımlayabilirim. O insansız, sessiz ve efsunlu vakitlerden bahsediyorum. Putlarımı kırdığım.

Kendi karşı mahallemle uzlaşabilmiş birisi değilim. Kendi mahallemle de öyle. Uzlaşmayı geçtim yüzleşemedim bile. Ama bunu başarabilmenin hayali bile beni heyecanlandırmaya yetiyor. İnsanın kendi mahallesiyle uzlaşması nasıl mümkün olur sorusu kara kaplı defterimden silemediğim sorulardan. Bu soruya verebildiğim bir cevabım yok. Hatta bu sorunun beni her seferinde ters köşeye yatırdığını itiraf etmeliyim. Karşı mahalleye gitmemi kendi mahallem engelliyor. Putlarına teslim olmuş mahalle sakinleri. Benim de onların putlarına secde etmemi istiyorlar. Eğer bir yolculuk sonrası yolumu oraya düşürürsem beni kendi engizisyon mahkemelerinde yargılamakla tehdit ediyorlar. Sokak çocuklarını hor ve hakir gören apartman çocukları işte. Site bahçesinde kendilerine yapılmış oyun alanından gayrı yere bakmaya bile cesaret edemeyen. İnsanın, insanı ancak insanda tanıyabileceğini kabullenmek istemeyen.

Hangi bostanlıkta isterse orada gezmeyi, hangi parkta isterse orada oynamayı, hangi yoldan yürümek isterse oradan yürümeyi yani ‘sokak çocukluğu’ tasavvurunu serserilikle özdeşleştirenlerle iletişim kurmayı çok kez denedim ama başarılı olamadım. Hayatlarında bir kez olsun bulvarların sahte ihtişamı karşısında ara sokaklarla dost olmayı denememiş, büyük meydanların suni çekimine karşı koyup kenar mahallelerde münzeviliğin tadını almak istememiş, ana caddelerin detone şarkılarından kaçıp arka sokakların terennüm ettiği ezgileri tercih etmemiş, velhasıl tercih edilenin karşısında göz ardı edilenden yani azınlıktan yana olmayı göze alamamışlara, ben sizden değilim demekten başka çarem mi vardı? Kendi mahallemden ayrıldıktan sonra yurtsuzluğu yurt edindim. Serazat yaşamayı seçtim. Her yolculuğumda maksudumu hatırlayarak irademi ve niyetimi tazeliyorum. Kendimi ve içinde bulunduğum “an”ı unutmamak için bu soruların üzerine düşünüyorum. Yolculuğumda kelepçesiz ve prangasız yol alabilmek için yapıyorum bunu. Ve de müdanasız olabilmek.

Muhammed Furkan Kâhya

Resim: Enotrio Pugliese 

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Eya Saki , 16/02/2020

    Bana Osmanlı zamanında tekke tekke, dergah dergah kalp terbiyecisini arayan dervişmeşrep muhabbetullaha marifetullaha talip kimseleri hatırlattı. Siz de sokak sokak cadde cadde ilahi kaynağa ulaşacak vasıtayı arıyorsunuz. Arıyorsunuz ya Allah bu gayretinizi hayra tebdil eylesin.

  • HÂCE , 16/02/2020

    ”Garip dervişin bu dünyada vatanı yoktur.”

  • zeynep , 12/02/2020

    Bir bakıma o sokak çocuğu budana budana yol almanın kendisi ..Bir bakıma o çocuk bizim ta kendimiz…

  • Yolcu , 10/02/2020

    Ey Yolcu yola çıkıyorsun,
    Allah yolunu açık ede, kalbini mutmain tuta.
    Bil ki yol azıksız olmaz, usulsüz olmaz, erkansız olmaz.
    Ey Yolcu, Allah dostlarının yaktığı kandiller aydınlatsın yolunu.
    Ayaklarını sağlam bas ki nefesini sağlam kılasın.
    Yolda hep O’nu an ki yolun sonunda selamete hep O eriştirsin seni…

HÂCE için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir