Büyük Anadolu’nun Asil Evladı Ali Fuad Başgil

Bu yıl, Ali Fuat Başgil’in ölüm yıl dönümünde İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası Doktora Salonu’nda belki de yarım asır önce gerçekleşmesi gereken bir program düzenlendi. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil anısına sempozyum ve armağan takdim töreni gerçekleştirildi. Konuşmacılar arasında Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan, 26. Dönem TBMM Başkanı ve Ali Fuat Başgil’in öğrencilerinden olan İsmail Kahraman, İstanbul Üniversitesi Rektörü Mahmut Ak, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abuzer Kendigelen, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Aydın Gülan, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasi Tarih Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden Mehmet Alkan, Ali Fuat Başgil’in son asistanı Prof. Dr. Servet Armağan, merhum Başgil’e en yakın öğrencilerden biri olan Rasim Cinisli, Başgil’i tanımlarken ‘benim için şeyh gibiydi’ diyen yazar Taha Akyol vardı.

Açılış konuşmasını Prof. Dr. Abuzer Kendigelen gerçekleştirdi. Katılımcılarla armağan takdim töreninin öyküsünü paylaştı. 2017 yılında dekan olduğunda anısına armağan çıkarılmayan hocaların listesini çıkardığında Ali Fuat Başgil’in bu cümleden olduğunu görünce şaşırdığını söyledi. Prof. Dr. Kendigelen konuşmalarını anayasa hukukçularının ve fakültenin mevcut öğretim üyelerinin bu çalışmaya sahip çıkmamasına sitem ederek sonlandırdı. Sonra sırasıyla diğer konuşmacılar söz almaya başladı. Bendeniz bu serzenişleri işitir işitmez, kendimi, yarım asrı aşkın bir süre önce vefat eden bu kıymetli hukuk adamımıza bir armağanın neden çok görüldüğü hususunu teşrih masasına yatırmış buldum. Bir yandan konuşmacıları dinliyor diğer yandan mezkûr durumun elle tutulur bir sebebi olup olmadığını düşünmekten kendimi alamıyordum.

Dakikalar geçmiş içim sükûn bulmamıştı. Koltukta sürekli pozisyon değiştiriyordum. Koltuğun çıkarttığı gıcırtılar sanki zihnimdeki çalkantıların yankısıydı. İstemsizce, düzensiz aralıklarla konuşmacıların suretlerini izlemeye başladım. Az sonra Rasim Cinisli Beyefendi söz aldı. Ali Fuat Başgil’in, şahsi kütüphanesini hukuk fakültesi kütüphanesine bağışlama arzusuyla okula geldiğini ve dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun “gerici bir profesörün kütüphanesini kabul edemeyiz” diyerek bu teklifi reddettiğini söyledi. O an teşhisi koydum. Bunlar Türk solunun beyin kanaması geçirdiğinin alametleriydi. Nasıl ki beynin sol tarafında kanama olursa, insan vücudunun sağını, sağ tarafında kanama olursa sol yanını ihmal ve inkâr ediyorsa, Türk solu da, kendi nazariyatlarına göre sağ cenahtan biri olan, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’i ihmal ve inkâr ediyordu. Bunca senedir Ali Fuat Başgil’in görmezden gelinmesinin baş sebebi, kanımca buydu.

Gözlerini kapatınca güneşin yok olduğunu sananlar bir tarafa, bendeniz, Ali Fuat Başgil kimdir sorusu üzerine eğilme gayreti içerisinde oldum. Nihayet cevabı merhumun mezar taşında Nurettin topçu imzası taşıyan şu ibarede buldum: “Kırk yıl Türk milletine ilim ve irfan aşılayan, ilmi asarından, şahsı ilminden, kalbi âlemden büyük Anadolu’nun asil evladı Ali Fuad Başgil burada Rabbinin eşiğine ulaştı. Ruhu için Fatiha istiyor.”

Ali Fuat Başgil’e ömrü boyunca bir kez bile diş geçirememiş, onun ilmi mülahazaları karşısında daima ilzam olmuş, ellerine Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun kanları bulaşmış Sıddık Sami Onar ve Hüseyin Nail Kubalı, Türk solunun efsaneleri arasında yerlerini her zaman muhafaza etmişlerdir. İstanbul İngiliz işgalindeyken manda ve himayeyi savunan Sıddık Sami Onar ve 27 Mayıs darbesinde sipariş üzerine apar topar ABD’den getirtilip Menderes ve Demokrat Partililerin idamı için elinden geleni ardına koymayan Hüseyin Nail Kubalı’nın karşısında 4,5 yıl Kafkasya cephesinde savaşan vatanperver Ali Fuat Başgil.

Merhum Başgil hocanın kubbede hoş sada bırakmak deyiminin tecessüm etmiş hali olduğunu düşünüyorum. Bundan başka nezdimde Ali Fuat Başgil’i “mutedil bir münevver” ifadesinden münezzeh tasavvur edemiyorum. O, 27 Mayıs’ın soğuk ve puslu havasına düşmüş cemre-i ulâ idi. Anadolu, onu gerçek baharın geliş habercisi olarak devletin başında görmek istemişti. Taraflı tarafsız çok küçük bir azınlığın dışında herkesin teveccühünü kazanmıştı.

Ali Fuad Başgil bir 147’liydi. Merhum, üniversitelerden ihraç edilen 147’lerin geri dönebilmelerine cevaz verildikten sonra görevine dönmemiş ve bunu bir onur meselesi sayarak fikirlerini politika sahasında yaymaya ve savunmaya başlamıştı. 1961 yılındaki seçimlerde memleketi Samsun’dan senatör seçildi. Memleketin hemen hemen her yöresinden kendisine Cumhurreisliğine adaylığını koyması için mektuplar gönderiliyor ve ziyaretçiler geliyordu. Merhum, bu taleplere kayıtsız kalmayarak adaylığını açıkladı. Ne var ki 27 Mayısçıların ve onları destekleyen entelektüel, bilim adamı, siyasetçi ve bürokratlarının Başgil’i cumhurbaşkanı olarak görmeye tahammülleri yoktu. Bu yüzden Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay, Başgil’i çağırıp bir cuntadan söz edip ölümle ve Meclis’in tekrar kapanmasıyla tehdit ederek kendisini adaylıktan çekilmeye zorladılar. Hoca ise bu hadiseden sonra ârifane bir tavır sergileyerek bir süre İsviçre’de bulunmayı yeğledi.

Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs darbesinden sonra Anadolu’da fikrine ve zikrine itimat edilen entelektüellerin en önde gelenlerindendi. Bu durumu sadece muhalif olmasıyla açıklamak mümkün değil. Avrupa’ya gidip tahsil gördükten sonra kendi kültürüne sadık kalması, gözlüklerine tahkir edici Batı merceğini yerleştirmemesi ve devrinin kabul gören aydın tiplemesine uymaması[1] bu durumda etkili olmuş denilebilir. Nitekim Taha Akyol, henüz lise öğrencisi iken Demokrat Partililere babasının tuhafiye dükkânında mütemadiyen Ali Fuat Başgil’in Yeni Sabah Gazetesi’nde çıkan yazılarını okuduğunu ve okuduğu kişilerin her seferinde Menderes’in ruhuna Fatihalar gönderdiklerini ve Başgil’in sergilediği duruşu takdir ettiklerini belirtmektedir.[2]

Merhum Başgil Hoca, halkın sadece gıyaben sevdiği bir zat değildi. Halkla zorlanmadan temas kurabiliyordu. Devrinin aydın tiplemesine aykırı düşmesinde kanaatimce en büyük etken buydu. Sokağın, anfilerin, kahvehanelerin nabzını başarıyla tutabilmesi ve kolayca halkın kılcal damarlarına kadar inebilmesi derin ilmini halk ile arasına çekilmiş bir perde olarak görmemesinin sonucuydu. Bu durum ister istemez halkta kendisine karşı bir sempati uyandırdı. [3] Bu sempati yuvarlanan kartopu misali giderek büyüdü ve bir sevgi seline dönüştü.

Başgil sadece halk tarafından benimsenmiş münevver bir kimse de değildi. Aynı zamanda emsali arasında sevilen ve kabul görülen bir aydındı. Nitekim Süleyman Yalçın Beyefendi, Aydınlar Ocağı Genel Merkezi’nde Fethi Gemuhluoğlu için düzenlenen anma toplantısında Aydınlar Kulübü ve Aydınlar Ocağı’nı dostların ve dostluğun buluşma yeri olarak nitelemiş ve bu iki kuruluştan gelip geçenler arasında ilk sırada Ali Fuat Başgil’i saymıştır.[4] Nurettin Topçu ise Yarınki Türkiye adlı eserinde Ali Fuat Başgil Hoca’nın kaleminden çıkma takriz yazısına yer vermiştir.[5]

Ali Fuat Başgil, kabul görmüş bir hoca olması hasebiyle sanılmasın ki kendi muhitinden hiç menfi tenkit almamıştır. Merhum Necip Fazıl Kısakürek, Başgil’in “çirkin”i çok yerinde ve anlaşılır şekilde anlatabilmesine rağmen “güzel”i hangi bakış açısı üzerinden temellendirdiğinin sarih olmamasından dem vurmuş, hakkındaki genel izlenimi sağcı, milliyetçi, mukaddesatçı profesör olarak tavsif etmekle birlikte kendisi bakımından bu vasıflarının önemsiz olduğunu yazmıştır.[6] Bununla da kalmayıp, dilinin sivriliğinden ve üslubunun keskinliğinden olsa gerek, daha sonraları İslami ruhuna dikkat ettiğini, bu ruha bağlılığını aşikâr edecek hiçbir davranışını görmediğini, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra asil bir duruş sergileyerek kahramanlaşmış gibi gözükse de onun hiçbir zaman kahraman olmadığını, diğer meslektaşlarının köşelerine çekilmesi sonucu hocanın ön plana çıktığını söylemiştir.[7]

Merhum Kısakürek’in, Başgil Hoca’da İslami ruha bağlılığını ortaya koyan bir davranış görmediği tenkidi bir bakımdan eksiktir. Nitekim Başgil, Demokrat Parti’nin kendisine teklif ettiği Diyanet İşleri Başkanlığı makamını amel bakımından eksik olduğu ve bu şekilde o makama oturamayacağı gerekçelerini ileri sürerek reddetmiştir.[8] Bu olaydan, kuvvetle muhtemel Necip Fazıl Beyefendi’nin haberi yoktur.

Muharrir ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Taha Akyol’un üniversiteye geliş öyküsü Ali Fuat Başgil’in bir nesli nasıl etkilediğini ve o nesle nasıl kanaat önderliği yaptığını gözler önüne sermektedir. Genç Akyol, liseden mezun olduğu yıl üniversite imtihanında hem İstanbul hem Ankara üniversitelerinin hukuk fakültelerini kazanmıştır. Ankara Hukuk Fakültesi’ne gittiği takdirde ailesine külfeti nispeten daha az olacaktır. Üstelik ailesinin maddi durumu çok iyi değildir. Fakat Akyol sırf Ali Fuat Başgil’in öğrencisi olabilmek için İstanbul Üniversitesi’ni tercih etmiştir. Babası Yozgat’tan ayrılmadan önce kendisine, Başgil’e selam söylemesini ve onun dizinin dibinden ayrılmamasını salık vermiştir. Başgil, 147’lerin vazifelerine dönebilmelerine cevaz verildikten sonra Akyol’un üniversiteye başladığı yıl emekliliğini istemiştir. Akyol, Başgil hocanın talebesi olamamıştır fakat tuttuğu evde onun fotoğrafını en görülebilir yere asmış ve zaman zaman kendisini ziyaret ederek hocasının ilminden ve tecrübesinden istifade etmiştir.[9] Görüldüğü üzere Ali Fuat Başgil, toplumun geneli için bir oksijen tüpü vazifesi görmekle kalmamış, ferdi başarı öykülerine esin kaynağı olan bir şahsiyet haline de gelmiştir.

Ali Fuat Başgil sudan sebeplerle Türk solunun kifayetsiz muhterisleri tarafından her zaman bir tehlike olarak görülmüş ve susturulmak istenmiştir. Hoca, en ufak hadisede kendisini örfi idare mahkemesinde daktilografın karşısında ifade verirken bulurdu. Nitekim tüm bunları gören Orhan Seyfi Orhon, Havadis Gazetesi’nde neşredilen bir köşe yazısında Başgil’in Fransızca olarak kaleme aldığı “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” adlı eseri bahane edilerek yargılanmasını bir utanç sebebi olarak gördüğünü, hocanın bazı eserlerinin aydınlar tarafından başucu eseri yapılacak kalitede olduğunu ve tüm “kabahatinin!” zaman ve zemin ayırt etmeksizin kendi fikirlerini ileri sürmesi olduğunu belirtmektedir. Mezkur yazıda ilmin vakarının, siyasi kaygılardan önce ve üstün gelmesi gerektiğinin de altını çizerek Başgil’in yanında olduğunu alenen belli etmiştir.[10]

Sözün özü Türk solunun acilen bu kanamayı durdurması gerekmektedir. Yoksa bir süre sonra şuur kaybı yaşanacak ve hemen her fırsatta dermeyan etmeye alışık oldukları beylik cümlelerini ve ezberlerini bile ifade edemez hale geleceklerdir.


Muhammed Furkan Kâhya


[1] Ayvazoğlu Beşir, Siretler ve Suretler, 5. Basım, Kapı Yayınları, İstanbul, 2017, S. 57.
[2] Age S. 286
[3] Uluant Zeynep, “Bir İlim Ve İrfan Abidesi Ali Fuat Başgil”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Sayı 2, İstanbul, 1998, S. 47.
[4] Yalçın Süleyman, “Fethi Gemuhluoğlu İçin Söylenenler” Dostluk Üzerine Fethi Gemuhluoğlu Kitabı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2018, S. 327.
[5] Topçu Nurettin, Yarınki Türkiye, 18. Baskı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2018, S. 359.
[6] Kısakürek Necip Fazıl, Benim Gözümde Menderes, 9. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2013, S. 432.
[7] Age S. 435.
[8] Göze Ergun, Age S. Xxxı.
[9] Ayvazoğlu Beşir, Age S. 287-288.
[10] Uluant Zeynep, Agm S. 50.

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Seker , 16/06/2019

    Matematik öğretmeni kızıma gençlerle basbasa kitabını hediye etmis.sayesinde bu donanımlı değerli şahsi tanıdık.umarım bundan sonra haketti gi gibi anılır!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir