Derisini Değiştiren Yılanın Hayreti 8

Bir işin gelecekte nasıl olacağını düşünmek, sonunu düşünerek iş yapmak, bir işi idare etmek gibi anlamlara gelen “tedbir” hakkında tasavvuf ehli kendine has açıklamalarda bulunmuştur. Ehli tasavvuf; hayatının kendi elinde, kontrolünde yani idare ve tedbirinde olduğuna inanmanın yanlış olduğunu ve böyle bir tedbir anlayışının sûfi lügatinde olmadığını söyler. Çünkü burada bir varlık (benlik) hissi mevcut olup Allah’ın kuluna şah damarından yakın olduğunu ve her an kuluyla birlikte olduğu gerçeğinin unutulması söz konusudur. İnsanoğlu biteviye hayatının kontrolünü eline almaya ve geleceğe dair yatırım yapmaya çalışır. Ölüm gerçeğinin farkında olduğu halde, bu gerçeği yadsır ve ne yazık ki kalbi binlerce beklenti içindeyken ölüverir. İşte tasavvuf ehli hayatın mutlak kontrolünün Allah’ın elinde olduğunu söyler ve söylediklerini hayata geçirirler.

***

Fusûsu’l Hikem ve Fütuhât-ı Mekkiye gibi çağları aşan eserler ortaya koyan İbn Arabî hazretlerinin yazdığı şiirlerinin toplam beyit sayısı 15.000’i bulur. İbn Arabî, Tercümanü’l Eşvak (Arzuların Tercümanı) kitabındaki şiirleri Makâm-ı İbrahim imâmı Şeyh Ebu Şuca’nın kızı Nizâm için Mekke’de yazmaya başlamıştır. Her ne kadar bu şiirler Nizam’a yazılmış gibi gözükse de şiirlerin bütünü simgesel olup ilahi aşkı anlatır. Bu simgeleri çözemeyen ve şiirlerde geçen Nizâm ismine takılan bazı kişiler kitapta cismani aşkın kastedildiğini söylemişler ve bu durum üzerine İbn Arabi Zehâiru’l-Â’lâk adında bir kitap yazarak şiirlerin aslında ilahi aşkı anlattığını açıklamıştır. Bu kitapta İbn Arabî: “Çabucak hasta olabilecek, kötü niyetli nefisler/insanlar olmasa, bedensel güzellik ve huylarında Allah’ın yarattığı güzellikleri şerh etmeye başlardım” diyerek Nizâm’ın güzelliğinin insanları meftun ettiğini söyler. Yani Nizâm Allah’ın Cemal sıfatlarının tecelli ettiği ârif bir kadındır.

Zehâiru’l-Â’lâk’ın girişinde İbn Arabî: “Bu cüzde yazdığım her isim ondan kinayedir. Anlattığım her evden onun evini kastederim. Ancak bu nazmettiklerimle İlâhî vâridât, rûhânî tenezzülât, ulvî münâsebetler îmâ edilmiştir” diyerek şiirlerin yazılma sebebini ve ilahi aşkla bağlantısını anlatır.

Tercümanü’l Eşvak’taki bir şiir şöyledir:

Kalbim her sûreti alacak hâle geldi.
Onun için gâh ahular otlağıdır, gâh rahipler manastırıdır,
Gâh puthanedir, gâh tavâf edenlerin Kâ‘be’sidir,
Gâh Tevrat levhalarıdır, gâh Kur’ân mushafıdır
.”

İşte İbn Arabî bu şiirinin yanlış anlaşıldığını görünce Zehâiru’l-Â’lâk’da kalbin beşeri arzularla dolduğunda puthane, yüce duygularla dolunca Kâbe, sevgilinin keşişe benzetildiğinde ise manastır gibi olduğunu olduğunu yazar.

***

İnsanın biriktiren bir varlık olduğu hepimizin malumu. İnsan, başta mal, mülk ve para olmak üzere sürekli biriktirir. Fakat biriktirmesi sadece zahiri eşyalarla sınırlı değildir. Bunların yanında kin ve öfke, sevgi ve muhabbet de biriktirir. Kendine kötülük yapan birinden eğer intikamını alamadıysa öfke ve kin biriktirmeye başlar ve her geçen anla birlikte bu öfke ve kin kişinin kalbinde hükümranlığını ilan etmek için didinir durur. Aynı şekilde eğer kişi sevdiğinden karşılık göremediyse yani vuslata eremediyse, yaşadığı ayrılık, sevgi biriktirmesini sağlar. Çünkü ayrılık aşkı, vuslat ise meşki doğurur. Kısacası insan biriktiren bir varlıktır bu biriktirmesi ölümle sona erer. Belki de insan ölüme karşı bir biriktirme uğraşına duçar olmuştur, belki de biriktirerek içindeki ebedilik hissini tatmin ediyordur. Her hâlükârda, insan bir kefen ile rabbine giden bir acizdir ve en büyük sermayesi güç ve kudret değil, acizliğidir. Ah insan acizliğinin kuvvetini bir bilse!

***

Ebu Turâb Nahşebî; “Sûfi o kişidir ki, hiçbir şey onu bulandırmaz, her şey onunla saflaşır.” der. Bu sözde sûfi; insan-ı kâmile karşılık gelmektedir. İnsan-ı kâmil ise içindeki teşvişi yani karışıklığı durultmuş, nefsinin terbiye etmiş ve Allah’ın her fiilinden razı olmuş kişidir. Her baktığı yerde Allah’ın tecellilerini seyreder ve gerçek failin Allah olduğunu hakka’l-yakîn bilir. Dolayısıyla etrafında gerçekleşen olaylar ve başına gelen bela ve musibetler sûfinin kalbinde yer bulmaz. Sûfi bilir ki başına her ne gelirse Allah’ın takdiri ile gelmektedir. Allah’ın takdirini değil de zahiri yani kişileri görmek ise hakikatte şirktir. Çünkü Ali ve Ayşe’yi gören Hakk’ı göremez.

***

İbn‐i Atâullâh El-İskenderî hazretleri Hikmetler’inde şöyle buyurur: “Hatalardan dolayı Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümidinin azalması, amele itimat ve güvenin işaretidir.”

Cennete girmek ve azaptan kurtulma noktasında en büyük hatalardan biri kişinin yaptığı ibadetlere güvenmesidir. Çünkü bu durumda kişi yaptığı ameller neticesinde kibre girmekte ve o amelleri kendisine yaptıran Hakk’ı görmemektedir. Hem kula düşen amellerine değil rabbine güvenmesidir. İbn‐i Atâullâh El-İskenderî hazretleri bu sözünde amel etmeyin demiyor, bilakis amel edin ama amelinize değil hakka güvenin bu sayede benlik çölünden kurtulursunuz demek istiyor.

 

Sulhi Ceylan

Kaygusuz Dergisi 1. sayı

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • A.b , 01/03/2017

    Büyüdükçe(!) Tasavvuf klasiklerindeki sözlerin şerhini şerh gibi düşenlerle yolum kesiştikçe luzumsuz bi ahhh ediyorum.
    Kimdi kalbimi yağmalayan?!

    Ahmetler, analar, babalar, bilmem kim hocalar silüet olup devriliyor zihnimde… tüm hataların menşei bana çıkıyor.

    Sulhi Ceylanın imam-ı rabbani hz.lerinin mektuplarından nemalanmış yazılarınıda görürüz inşaallah. Gönlünüze sağlık.

A.b için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir