
Ahmet Hamdi Tanpınar bir köşe yazısında, kendisinden yaşlı ve çok zeki bir münevverle Ankara Palas’ta geçen bir hatırasını anlatır. Ahmet Hamdi’nin elinde Kafka’nın bir romanı vardır. Sohbet ettiği bu münevver bir anda elinden kitabı alır, evirir çevirir ve sonra yüzünü buruşturur. Ahmet Hamdi’ye şöyle söyler: “Senin gibi zeki bir gencin bu cinsten dejenere muharrirleri okumasını hiç doğru bulmuyorum. Fakat kabahat sizde değil, bu kitapları memlekete sokan hükümettedir.”
Tarih, yasaklanan ve yakılan kitapların hikâyeleriyle doludur. Naziler sayısız kitabı törenle yakmıştır. Engizisyon Mahkemeleri ise Avrupa tarihinin kitap yakma rekortmenidir. İspanya Engizisyonu Endülüs yazmalarını ve İspanyolların sömürgeleştirdiği Güney Amerika’yı, Mayaları anlatan kitapları küle çevirmiştir. Böyle şeyler eskide kaldı diyorsanız yanılıyorsunuz. Amerika Birleşik Devletleri Bağdat’ı işgal eder etmez millî kütüphanede bulunan 500 bin cilt kitabı ve dört binin üzerinde yazma eseri yağmaladı. Yetmedi bir de yaktılar.
Tarihimizden de birkaç örnek verecek olursak Kazım Karabekir Paşa’nın hatıralarının matbaadan alınıp tuğla harmanlarında yakıldığını hatırlayabiliriz. Topkapı Sarayı’ndaki yüzlerce el yazmasının da kalorifer dairesinde yakıta dönüştüğünü anımsayabiliriz.
İnsanlar aslında kitaplardan değil, fikirlerden korkarlar. Kitaplar sadece bu fikirlerin herkese açılmasını sağlar ki işte bu durum kitapların suçlu bulunması için kâfidir. Peki, zararlı fikirleri engellemenin yolu kitapları yasaklamak mıdır? Tarih bunun aksini göstermiş ve yasaklanan kitapların etkisinin arttığını ortaya koymuştur. Kitapların vereceği zarar onları okuyacak aklın, kalbin sağlamlığıyla önlenir. Nitekim insan aklı ile diğer varlıklardan ayrılır. Acizliği sebebiyle de fikirleri sürekli değişir. Bu değişimin gelişim yönünde olması da sağlam bir inanca ve düşünmeye, okumaya, araştırmaya bağlıdır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir köşe yazısında naklettiği baştaki anekdota dönelim. Cemil Meriç de Kafka’ya karşıdır. Ama bu karşıtlığını anekdottaki muharrir gibi yasakçılık teklifiyle değil fikrî eleştiriyle dile getirir: “Hasta bir vücut, dokunduğu her konuyu çarpıtan bir muhayyile. Kafka’nın dünyası bir akliye koğuşuna benziyor: ithamlar, işsizlik, bürokrasi, keşmekeş, zavallı aşk maceraları. (…) Kafka’nın zaferi abesin zaferi. Bu bedbaht ve imansız yazarın Türk insanına söyleyeceği tek söz yok.” Acaba kim haklı?
Serdar Kocabaş
Son Yorumlar