
Halktan ne bir alkış, ne de bir pul koparamadan ölen bir sanatkârdan konuşuyorduk:
Sanat kendini beğendirmek mecburiyetinde midir? – Şüphesiz, dedim; fakat her zaman ve herkese değil…
– Kendini beğendiremeyen sanatın kıymetinden şüphe mi etmek lazım?
– Elbette, dedim; fakat, dur, düşünelim.
Meseleyi herhalde şöyle kurmak lazım: Daima bir arada düşünmeye alıştığımız sanat ve beğen hadiseleri arasında bir münasebet var mıdır? Varsa niçin, yoksa niçin? Fikirlerin müspet ve menfi iki kutpa ayrıldığını görüyoruz.
Birçoklarına göre eserin beğenle hiçbir alakası yoktur.
Eserin gayesi kendindedir. Ve beğen bize eserin kıymeti hakkında hiçbir şey öğretmez. Çünkü o, zamana, muhite ve harici birtakım şartlara bağlıdır. Halbuki dahi, bir devir ve bir muhit için değil, bütün devirler ve bütün muhitler için yaratır. O, cemiyetin gizli temayüllerini, bir peygamber gibi, sezdiği ve ifade ettiği için zaruri olarak zamanına aykırı gelir. Diderot’ya göre: “Dahi, etrafındakilerin değil, gelecek nesillerin malıdır.” İşte bu yüzden şaheserlerin beğeni bir yanku (yanku = yankı) gibi daima geç kalır. Beğen bir moda gibi gelir geçer şaheser ise her zaman için yenidir.
Eseri beğenden ayıran bu töz (töz = tez, sav) en ateşli taraftarlarını romantiklerde bulmuştur. Aramızda hâlâ yaşayaduran beğen düşmanlığı romantizmin bir yaftası sayılabilir. Romantiklere göre beğen hiçbir kıymetin görünüşü olmadığı gibi, sanatı küçülten bir hadisedir: kendini beğendiren eser başkaları için yazılmış bir eserdir. Bundan ötürü beğenilmek daha ziyade hayra alamettir. Nitekim kendilerini dahi sanan bazı sanatkârlar ıslık seslerinde ölmezliğin müjdesini duyarlar. Onlara göre beğenilmek, sanattan ekmek parası çıkarmak kadar ayıp bir şeydir!
İkinci töze göre, eserin kıymeti ile beğeni arasında tam bir uygunluk vardır: kıymet beğenle ölçülür. Bu fikir doğrudan doğruya objektif sanat hareketlerine bağlıdır. Klasikler beğeni en doğru tenkit sayıyorlardı. Moliere’e hoşa gitmek sanatın ilk ülküsü idi. Romantizmin körlettiği bu anane pozitivizmin getirdiği içtimai sanat nazariyeleriyle yeniden yaşamağa başlamıştır. Sanat cemiyetin örünü (örünü = ürünü) (Taine) ve devrinin aynası olduğuna göre beğenilmek sanatkâr için bir zarurettir.
Halkın bir eseri beğenmesi onda kendi hislerinin ifadesini bulması demektir. Goethe: “Sanat bir, yaratabilmek için devrinin hislerinden ilham almak mecburiyetindedir” der. Bu itibarlar beğenilen eser hedefine varmıştır. Beğenilmeyen eser, devrinin tercümanı olmamış, yani sanatın hakiki ülküsüne ulaşamamıştır. Beğen sanatkârın en emin kılavuzudur; ve alkışlanmayan eser, tarif icabı, noksan yahut kötüdür.
Halkın bir eseri beğenmesi onda kendi hislerinin ifadesini bulması demektir. Goethe: “Sanat bir, yaratabilmek için devrinin hislerinden ilham almak mecburiyetindedir” der. Bu itibarla beğenilen eser hedefine varmıştır. Beğenilmeyen eser, devrinin tercümanı olmamış yani sanatın hakiki ülküsüne ulaşamamıştır. Beğen sanatkarın en emin kılavuzudur; ve alkışlanmayan eser, tarif icabı, noksan yahut kötüdür.
Muhtelif sanat telakilerine dayanan bu iki tözden birini alıp ötekini atmakla meseleyi halletmiş olmayız. Ve bu aynı zamanda sanat için tehlikeli bir kabadayılık olur. Sanatın beğenle alakası yoktur, derseniz sanatkârla halkın arasını açmış ve sanatı sanatın içine hapsetmiş olursunuz: açlık tehlikesi!.. Çünkü beğen sanatkârın ekmek parçasıdır. Eğer sanatı beğene bağlarsanız alkışlanmayan şaheserleri sepete atmak mecburiyetinde kalırsınız: ölüm tehlikesi!..
Çünkü beğenilmeyen sanatkâr için başka iş kalmaz. Beğeni hiçe saymakla beğeni her şey bilmek aynı derecede sakat iki telakkidir. Hakkıyla beğenilmiş eserlerin mevcudiyeti birinci tözü, alkışlanmamış şaheserlerin mevcudiyeti ikinci tözü çürütmeye kâfidir.
Zannediyorum ki her iki tözün eksikliği, meseleyi çözmeden evvel beğen hadisesini başlı başına düşünmemekten ileri geliyor. Beğenin sanatla münasebeti ne olursa olsun evvela bu ruhsal ve sosyal hadisenin şartlarını araştırmak lazımdır. Ne zaman, niçin ve nasıl beğeniriz? Beğen, beklenmedik tesadüflerin bir araya gelmesiyle hazırlanan bir hava içinde doğabilir. Beğen yapma, birtakım hazırlıkların, mesela reklamın neticesi olabilir. Beğen, kıymetin tesadüfsüz ve hazırlıksız tabii bir karşılığı da olabilir. Bundan birinci tözün lehine şu netice çıkar ki, beğen sanatkârın iradesini aşan ve eserin dışında birçok şartlara bağlı kalan bir hadisedir. Werther, Le Mariage de Figaro, Meditations ve Cyrano de Bergerac’ın kazandıkları çılgın beğen, bu eserlerin edebi kıymetleriyle izah edilemez. Edebi kıymetin tam karşılığı olan beğen, ekseriya durgun ve temkinli bir beğendir. Alkışların tavanı yıkması çok defa ise harici sebeplerin karıştığına alamettir. Bununla beraber beğenilmemek sanat için hiçbir zaman hayra alamet sayılamaz; sanat kendini beğendirmek mecburiyetindedir. Beğen kazanmamış bir eser, yarım kalmış bir senfoni, ateş almamış bir donanma fişeği gibidir. Beğen sanatın özü değilse bile yaşamasının bir şartıdır. Beğenilmek istemeyen bir güzelliğin aramızda işi ne? Gitsin kendine göklerde bir yer bulsun, otursun!.. Okunmak ve beğenilmek için yazmadığını iddia eden bir romancı ya çok garip bir mahluk, yahut sadece bir yalancıdır. Beğen sanatkârın en derin ve en meşru bir ihtiyacıdır. Fakat bu ihtiyaç itiraf edilmez ve edilmemelidir. Çünkü beğeni düşündüğünü hissettirmemek beğenilmemenin bir şartıdır. Her eser ister istemez bir beğenici kütlesine hitap eder. Bu kütle ya hazır ve bellidir; yahut mevhum ve idealdir. Hatta yaratırken belki bir tek şahsın vereceği hükmü düşünen sanatkârlar da vardır. Hiç kimseye hitap etmeyen güzellik yalnız tabiat güzelliğidir. Deniz bize: “Ben istersen beğen!” der. Fakat yüzlerce nüsha olarak basılmış bir kitap: “Beni istersen beğen!” diyemez.
Sabahattin Eyuboğlu
Kaynak: Mavi-1, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul, 2000.
Son Yorumlar