Yazılar:
  • Ölüm Var!
  • Üç Yüz Yirmi Altı Adım
  • Hal Bu ki
  • Sorgulama Dosyası: Ölüm deyince...
  • Ah Kılıcı - II
  • İlk Taşı Kim Atsın?
EdebiFikir logo
eylem bir kız ismi değildir!
  • Anasayfa
  • Racon
  • Sen de Yaz
  • Derin Yapılanma
  • İletişim
  • Kategoriler
    • Buz Gibi Ofsayt!
    • Deneme
    • Dergi
    • Edebifikir Haber Ajansı
    • Fikir
    • Günlük
    • Haber
    • Hatıra Saklama Ofisi
    • Haykırış
    • Hikâye
    • Hikmet
    • Karikatür
    • Mektup
    • Mısra Güzeli
    • Kitap
    • Nümayiş
    • Poetika
    • Portre
    • Söyleşi
    • Şiir
    • Sinema
    • Sokağın Nabzı
    • Sorgulama
    • Video
  • Dosyalar
    • Cemil Meriç
    • Darbe Gecesi Ne Yaptınız?
    • Devrim
    • İsmet Özel
    • Kitap Pusulası
    • Sâdî Şirâzî
    • Sezai Karakoç
    • Sözlük
    • Vasiyetim
    • Yenilgi
    • 2119
    • 2050
  • Anasayfa
  • Racon
  • Sen de Yaz
  • Derin Yapılanma
  • İletişim
  • Kategoriler
    • Buz Gibi Ofsayt!
    • Deneme
    • Dergi
    • Edebifikir Haber Ajansı
    • Fikir
    • Günlük
    • Haber
    • Hatıra Saklama Ofisi
    • Haykırış
    • Hikâye
    • Hikmet
    • Karikatür
    • Mektup
    • Mısra Güzeli
    • Kitap
    • Nümayiş
    • Poetika
    • Portre
    • Söyleşi
    • Şiir
    • Sinema
    • Sokağın Nabzı
    • Sorgulama
    • Video
  • Dosyalar
    • Cemil Meriç
    • Darbe Gecesi Ne Yaptınız?
    • Devrim
    • İsmet Özel
    • Kitap Pusulası
    • Sâdî Şirâzî
    • Sezai Karakoç
    • Sözlük
    • Vasiyetim
    • Yenilgi
    • 2119
    • 2050

Gençliğim

EdebiFikir  |  24/03/2015  |  Kategori : Deneme   |  Okunma:

3

Gece, uyuyup kalma korkusuyla birkaç kez uyandım. Kalktığımda saat altı olmamıştı. Pencereden günün yeni ağardığı görülüyordu. Nikolay henüz gelmemişti; yatağımın yanında kırışmış ve fırçalanmamış bir şekilde duran elbiselerimi ve çizmelerimi giydim, elimi yüzümü yıkamadan, dua etmeden, hayatımda ilk kez yalnız başıma sokağa çıktım.

Yol boyunca, ağaran günün kırmızılığı bir evin yeşil çatısının ardında, soğuk sisin arasından parlıyordu. Sert bahar ayazı yüzümü ve ellerimi ısırıyordu; çamurları ve ayaklarımın altında çatırdayan gölcükleri dondurmuştu. Beni hızlı bir şekilde manastıra götürüp geri getirecek bir araba bulabileceğimi düşünmüştüm ama bizim sokakta tek bir arabacı bile yoktu. Yalnızca birkaç yük arabası Arbat’a doğru ağır ağır ilerliyor ve bir iki duvarcı çene çalarak kaldırımda yürüyordu. Yaklaşık bir buçuk kilometre gittikten sonra insanlara rastlamaya başladım; sepetleriyle pazara giden kadınlar, su arabaları, dört yol ağzında bir börekçi, açık bir fırın… Arbat Kapısı’nda eski, yamalı, mavimtırak renkli, zangır zangır sallanan arabası ağır ağır yol alırken uyuklayan yaşlı bir arabacıya rastladım. Belki de hâlâ yarı uykulu olduğundan, manastıra gidip geri gelmek için yalnızca yirmi kopek istedi. Tam oturuyordum ki, birdenbire aklı başına geldi ve dizginlerin uçlarıyla atına dokunarak beni orada bırakıp uzaklaşmaya başladı. “Atımı beslemeliyim, sizi alamam efendim” diye homurdandı.

Adama kırk kopek teklif ettim. Atını çekti, gözlerini kısarak bana baktı ve “Binin, efendim, gidelim” dedi. Beni bir arka sokağa götürüp soyacağından korktum. Eski püskü ceketinin yakasını tutunca, iki büklüm olmuş sırtının üzerindeki kırışık boynu ortaya çıktı. Açık mavi koltuğa oturdum ve sarsıla sarsıla Vozdvijenka Caddesi boyunca ilerlemeye başladık. Yolda arabanın arkasının sürücünün ceketiyle aynı yeşilimsi kumaştan döşendiğini fark ettim. Nedense bu bana güven verdi ve artık beni gözden ırak bir sokağa çekip soyacağından korkmadım.

Güneş yükselmişti ve manastıra vardığımızda kiliselerin kubbelerini parlak bir ışıkla aydınlatıyordu. Gölgede kalan yerler hâlâ donmuştu ama yol boyunca çamurlu derecikler hızla akıyor ve at bunların arasında şapırtılar çıkararak yürüyordu. Manastıra girer girmez karşılaştığım ilk kişiye rahibi sordum.

Oradan geçen bir keşiş bir an durdu ve küçücük bir sundurması olan minik bir evi işaret ederek “İşte hücresi” dedi.

“Çok teşekkür ederim.”

Kiliseden birer birer çıkan keşişler bana bakıyordu. Üzerinde nasıl bir izlenim bırakmıştım? Ne bir yetişkin, ne de çocuktum; yüzüm yıkanmamış, saçlarım taranmamıştı, elbiselerime tüyler yapışmıştı, çizmelerim çamurlu ve boyasızdı. Bana dikkatle bakan keşişler acaba beni hangi sınıfa dâhil ediyorlardı? Bunları düşünerek genç keşişin gösterdiği yönde ilerledim.

Hücrelere giden dar patikada karşıma siyah elbiseli ve gür kaşlı yaşlı bir adam çıktı ve ne aradığımı sordu.

Bir an “Hiçbir şey” demek ve arabaya geri koşup eve gitmek istedim ama çatık kaşlarına rağmen yaşlı adamın yüzü bende güven uyandırdı. Papazı aradığımı söyledim ve ismini verdim.

“Gidelim Küçük Bey, size yolu göstereceğim” dedi. Belli ki niye geldiğimi anlamıştı. “Peder sabah ayininde, biraz sonra gelir.”

Kapıyı açtı ve temiz bir yolluk serili bir koridor ve antreden geçerek hücreye girdik.

Sevecen bir bakışla “Burada bekleyebilirsiniz” dedi ve dışarı çıktı.

Oda çok küçük ve son derece düzenliydi. Pencerelerin pervazlarında saksı içinde birer çift sardunya vardı. Üzeri muşambayla kaplı küçük bir masa ve bir rafın üzerinde önlerinde lamba yanan ikonalar, bir koltuk ve alelade iki sandalye. İçerinin bütün eşyası bundan ibaretti. Duvarda, kadranı çiçek desenli bir duvar saati ve zincirlere bağlı iki pirinç ağırlık vardı. Kireçle boyanmış iki küçük direkle tavana bağlanan paravana (büyük bir ihtimalle arkasında yatak vardı) çakılı bir çiviye iki cübbe asılıydı.

Pencereler beş metre kadar uzaktaki beyaz bir duvara bakıyordu. Duvarla pencere arasında küçük bir leylak ağacı görünüyordu. Dışarıdan hiç ses gelmiyordu ve tek duyulan saatin sarkacının sevimli tik taklarıydı. Bu sessiz odada yalnız kalır kalmaz bütün düşüncelerim ve anılarım sanki hiç var olmamış gibi aklımdan silindi. Anlatılmaz derecede hoş hayallere daldım. Rengi solmuş cübbenin eski püskü astarı, kitapların eskimiş siyah deri ciltleri ve pirinç kilitleri, solgun yeşil çiçekler, dikkatle sulanmış toprak, güzelce yıkanmış yapraklar ve özellikle de sarkacın monoton sesi bana yeni ve bilinmedik bir hayattan, yalnızlık, dua, huzur ve mutluluk dolu bir hayattan söz ediyordu.

“Aylar, yıllar geçiyor.” diye düşündüm, “ve o, her zaman yalnız ve huzurlu, vicdanı daima Allah katında tertemiz ve Allah’ın dualarını duyduğunun bilincinde”

Sandalyemde, bana bu kadar çok şey anlatan sessizliği bozmamak için kıpırdamamaya ve yavaşça nefes almaya çalışarak, aşağı yukarı yarım saat oturdum. Sarkaç tik taklarına devam etti, sağa doğru daha yüksek, sola doğru daha alçak…

Tolstoy

Kaynak: Gençliğim, Tolstoy, Antik Yayınları, Çeviri: Leyla Şener, 2. Baskı, 2013, İstanbul.

Tweet

3 Yorum

  1. olmaklar 22.07.2015 13:56:10

    adam rus ya, çizgi de ister istemez mat tonlarda olmuş. ama adam rus sonuçta, rus filmleri de keza rus, doğal olarak rus filmleri, rusya ve ruslar soğuk ve matlar. o vakit çizgi de rus. ama fakat denizlerimiz sıcak. inilemez derecede sıcak. o vakit denizlerimiz türk. demek ki türk filmleri de sıcak.

    Cevapla
  2. soprano 24.03.2015 16:47:56

    tolstoy mavi gözlü müydü? şaşirdiiiğm!

    Cevapla
  3. çare merve 24.03.2015 14:39:59

    bu benim rahmetli dedem Ali hoca değil mi?

    Cevapla

Bir cevap yazın Cancel reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki Yazı

Dante ve İlahi Komedi

Sonraki Yazı

Güneş Yılı Uzaklıkta Bir Evrende Edebifikir Yazarları Ne Yapardı?

İlgili Yazılar

  • 1

    İlk Taşı Kim Atsın?

    Sulhi Ceylan
    1. İnsan ve günah (suç) arasındaki...
  • “Yazıyor Yazıyor” Demenin Dünü Bugünü

    Ferhat İnan
    Hâlâ Gazete Okuyor musunuz? Geçen...
  • Göle Maya Çalarken Eşeğe Ters Biniyor ve Bindiğim Dalı Kesiyorum

    Feyyaz Kandemir
    Göle Maya Çalmak Nasreddin...
  • 3

    Peki Ne Olacak?

    Sulhi Ceylan
    Telefonum çaldı. Arayan Bülent...
Facebook
Twitter
YouTube
Instagram

Son Yorumlar

  • Sorgulama Dosyası: Ölüm deyince… için vefati
  • Üç Yüz Yirmi Altı Adım için Sağlık ocağı
  • Üç Yüz Yirmi Altı Adım için Birsen T.
  • Ankara Beni Bulsun! için General
  • Hal Bu ki için Biryolcu
  • Ah Kılıcı – II için serhat
  • Sorgulama Dosyası: Ölüm deyince… için Peder bey
  • Sorgulama Dosyası: Ölüm deyince… için Tahir Tarık
  • Ah Kılıcı – II için A.b
  • Ah Kılıcı – II için ca-hill

Yazarlar

  1. Abdullah Karaca
  2. Adem Suvağcı
  3. Bahadır Dadak
  4. Bilal Can
  5. Celal Kuru
  6. Cüneyt Dal
  7. Davut Bayraklı
  8. Feyyaz Kandemir
  9. İbrahim Halil Aslan
  10. İbrahim Orhun Kaplan
  11. Mehmet Emir
  12. Mehmet Erikli
  13. Mehmet Raşit Küçükkürtül
  14. Mücahit Emin Türk
  15. Muhammed Furkan Kâhya
  16. Muhammet Emin Oyar
  17. Ömer Ertürk
  18. Ömer Can Coşkun
  19. Şadiye Sare Kaplan
  20. Sizden Gelenler
  21. Süleyman Mete
  22. Sulhi Ceylan

Son Eklenenler

  • Ölüm Var!

    Tahir Tarık Balıkçı
    20.05.2022

  • Üç Yüz Yirmi Altı Adım

    Bilal Bahadır Kuzucuk
    19.05.2022

  • Hal Bu ki

    Ömer Can Coşkun
    18.05.2022

  • Sorgulama Dosyası: Ölüm deyince…

    EdebiFikir
    17.05.2022

  • Ah Kılıcı – II

    EdebiFikir
    15.05.2022

Kategoriler

  • 2050
  • 2119
  • Buz Gibi Ofsayt!
  • Cemil Meriç
  • Darbe Gecesi Ne Yaptınız?
  • Deneme
  • Dergi
  • Devrim
  • Dosyalar
  • Edebifikir Haber Ajansı
  • Fikir
  • Genel
  • Günlük
  • Haber
  • Hatıra Saklama Ofisi
  • Haykırış
  • Hikâye
  • Hikmet
  • İsmet Özel
  • Karikatür
  • Kitap
  • Kitap Pusulası
  • Mektup
  • Mısra Güzeli
  • Nümayiş
  • Orada Neler Oluyor?
  • Poetika
  • Portre
  • Sâdî Şirâzî
  • Sezai Karakoç
  • Şiir
  • Sinema
  • Sokağın Nabzı
  • Sorgulama
  • Söyleşi
  • Sözlük
  • Vasiyetim
  • Video
  • Yenilgi

Sayfalar

  • Ana Sayfa
  • Derin Yapılanma
  • Dosyalar
  • İletişim
  • Racon
  • Sen de Yaz

Seçmeler

  • Sezai Karakoç’un 1994 Tarihli Mektubu

    By Sezai Karakoç
    Türkiye’de son yıllarda gündeme gelen...
  • Anasayfa
  • İletişim
Copyright 2017 - Tüm hakları Edebifikir.com'a aittir...