nasıl anlamalıyız?-1

 

enformasyon yağmuruna tutulmanın açtığı belalar, insanların istikamet üzere hareket etmelerini engelliyor. kitle iletişim araçlarının kanaat edinme ve yön tayininde insanı çok sathî bir seviyeye mahkum ettiğini biliyoruz, fakat bunu farkındalık olarak hissetmek herhalde bu hâlden başka bir kaynakla iştigal etmekle alakalı. yüksek bir kültür edinme gayretinde bulunmayan insanların kolayca düşeceği tuzak entellektüel/kanaat önderi karışımı türedi isimlerle idare etmektir; yani yaşamak yerine idare etmekle geçirilen bir ömür demektir bu.

olayları değerlendirirken bizi sürü olmaya mahkum edebilecek el çabukluğunu ve hızlı değişiyormuş gibi görünen gündemin hâl-i pürmelâlini görüyoruz. çabucak kurulan iki cephe ve bu cephelerde kavga ediyor gibi görünen insanları görmek bizler için yeni değil. (“biz” kim? iki cephe gibi görünen taraflardan birini tercih etmeye mecbur bırakılanlar, yani millet, yani silahaltına alınanlar, mavi pasaportlular, varlığıyla devletin varlığını teyit edenler…) bütün bir cumhuriyet tarihini mecal tüketimi ve haysiyetli yaşama çabalarının çar çur edilmesi olarak düşünüyorum.

faulkner’ın geçmişin aslında geçmeyen şey olarak tarif ettiği zaman algısını, tarih algısını en iyi türkiye örnekliyor. tarihin bu denli yaşamamızda üretici bir zenginlik olarak yer tutmasının bir anlamı olmalı. başka ülkeler dünyada ekonomik krizlerle, sosyal çalkantılarla vs. anılıyor fakat türkiye tarihe dönük meselelerle: kıbrıs, 1915 tehciri… tarihin biriktirdiği bir yük bir de enerji var; bugün en çok hissettiğimiz şey ise tarihin bizi yüklenmekle mecbur tuttukları.

beşinci kol faaliyetlerinin hiç vasata düşmediği, iplerin gerilmekten kopma noktasına getirilip durduğu, darbelerle sosyal ve siyasal zemini altına üstüne getirilen, devletinin kurumları dünya sisteminin ensesinin kalınlaşması için oyuncağa çevrildiği, insanların belli bir zihnî ve hissî duyarlılık ortalamasında tutulduğu bir ülkede yaşıyoruz. üretilen sûnî ikili cephelerle ve enformasyon yağmuruyla mecali tüketilen ve serseme döndürülen yığınlar…

bu ülkenin var olmasına sebep olan noktaya tekrar dönmek mecburiyetindeyiz; tarihin getirdiği yükten başka, tarihin getirdiği enerjiyi de orada bulacağımızı umuyorum. elbette içinde bulunduğumuz zamandan ve mekândan çark etmemiz mümkün değil ancak insanların bir arada karınlarını doyurabilmek, havayı teneffüs edebilmek için muhtaç oldukları hukuk dahi sûnî ikili cephenin tarafları olmuşsa, o insanların hayatı tehlike altında demektir. ama bugün böyle bir hayatî tehlike gözlemlenmediği için bu tehlike algısı paranoyakça bulunacaktır. eğer sıkıntı bu denli büyükse ve işler rutininde devam ediyorsa durumun vahameti daha büyüktür bence. çünkü böyle bir durum insanların kendi hayatları hususunda irade ortaya koymaktan alıkoyuldukları ve onların şahsiyetleri namına başkalarının kararlar verdiğinin işaretidir.

yazının başından beri ilk anda iç karartıcı bulunacak bir tablo çizdim. ancak bu durum kötü bir hâlde olduğumuzdan ziyade, söz konusu kötü durumun cüssesi artıkça kötülüğün ortadan kaldırılma ihtişamını da artıracağını göstermektedir. söz konusu kirli ve kötü yapı ne denli büyük olursa devrilip tuzla buz olması da o denli ihtişamlı olacaktır ve ortaya çıkardığı enerji ölçüye gelmez büyüklükte bizleri bulacaktır.

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir