Şehrin Kalbi!

“nur yolunu tıkıyor yüzbir katlı gökdelen
bir küçük iğne yok mu, şehrin kalbini delen?”
Necip Fazıl Kısakürek

Yoldaydım.

Yol gidiyordu.

Yürüyordum ve gölgem uzuyordu, ayak seslerimin kulağımda bıraktığı sesin ruhumda neye tekâbül ettiğini düşünüyordum.

Yürüyüşün gölgeler koridorunda, ruhun gölgesinin olmadığını bilmem lâzımdı. Beden, belki de ruhun bir gölgesi idi. Ruh, kozasından sıyrılacak asıl özgürlüğüne kavuşacaktı. Ve beden, ruha yaşattığından sorumlu olacaktı.

Ruhu incitmek… Kalbe vücut olan, etten ve kemikten müteşekkil olan bedenimiz ruhu barındıran bir kafes. Kalbinle düşünmeyi unuttun mu? Hiç akleden kalbe eriştin mi?

İnsan sadece beyniyle mi düşünür?

Kalp…

İnsanın hayati organlarından biri.

En müstesna âzâlarından…

Kalp, ona taşınan milyarlarca hücreyi içerisine alarak vücudun çeşitli yerlerine dağıtan bir dağıtaç.

Damar yoluyla kendisine taşınan milyarlarca kan hücresine emirler yağdıran geçilmesi zorunlu bir yer.

İnsan kalbini bilir. Kalp de insanı bilir. Akleden kalp ile hakikat bilinir.

Kalp sadece bir organdan mı ibarettir? Yoksa onda daha farklı tabiatlar var mıdır?

Peki ya şehrin kalbi neresidir?

Kalabalık bir meydan mı?

Ormanlık bir alan mı?

Vitrinlerin aydınlığındaki cadde mi?

Trafiğin aktığı bir kavşak mı?

Bütün heybetiyle ortaya konulmuş bir mabet mi?

Camlarla kaplı bir gökdelen mi?

Kabristan mı?

Şehrin kalbi, şehrin kirini alıp temizleyerek onu tekrardan şehre ve insanlara armağan eden yer olmalı. Fakat böyle bir mekanizma olmadığı gibi böyle bir mekanizma ortaya koymak da mümkün gözükmemektedir. Bu yüzden de şehrin kalbi, insanlardır.

İster iyi ister kötü olsun her insan şehirden bir şey taşır. Çünkü şehir insana sirayet ettiği gibi insan da şehre sirayet eder. Bu bir tür karşılıklı etkileşimdir.

Kendinin farkında olan insan kalbinin de farkı olur. Şehrinin farkında olan, şehri ayakta tutan unsurların da farkında olur.

Günden güne şehrin kalbine saplanan beton direklerle, camdan kulelerle, çelikten binalarla onu öldürmeye ant içmiş insanlık yarınını inşâ etmeye çalışıyor. Bu inşâ düşüncesinde toprak yok, ağaç yok, mevsim yok, iklim yok, cemre yok. Yarının insanının kusursuz mekân arayışı onu insanlık dışı etkenlere yönlendirdi. Toprağa basmayan insanlık bugün insanlıktan bahseder oldu.

Mütecâviz insanlık, şehrin kalbini kırdı artık. Hiçbir şiir, hiçbir şarkı, hiçbir söz bu kırıklığı tamir edemez.

Bilal Can

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Sünbül , 18/06/2017

    Mütevazı ve sade mi?
    Görkemli ve sanatlı mı?
    Şehrin kalbi eğer bir mekansa bu kalpten yukarda mı yoksa alçakta mı bir yapılanma hayal etmeliyiz?
    Bir şehir inşa edecek olsak nasıl olacağını kalbimize mi sormalıyız?
    Peki ya fıtrat bozulduysa ve kimse farkında değilse..
    Öyleyse çocuklara mı sormalıyız şehir nasıl olmalı diye?

    • Kaldırımda hayat bulmuş Papatya , 19/06/2017

      sünbül haklı ama..
      en iyisi, biz hiçbir şey inşa etmeyelim. Yıkılacak.
      Yıkılmayacak olanın inşasına dönüp bakalım zira mezarlık pek bir mütevazi ve sadedir, görkemlidir ve sanatkaranedir.

      ”şehir nasıl olmalı?” sorusundan önce ”şehir olmalı mı?”

    • haşmet , 19/06/2017

      belki de önce kalp inşaasından başlamalı. ya<zar da bu yazısından bundan bahsediyor zaten.

    • Sünbül , 20/06/2017

      İşte bu yüzden sormak iyidir, dimağlar şenlenir.
      Teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir