“Hatırla Sevgili”

[Edebifikir Haber Ajansı]

Temmuz ayının son gününde, Türkiye’nin Basra alçak merkezinin tesiriyle nemlenip terleyip durduğu şu günde Kadıköy, eski günlerine benzer bir heyecanı buruk bir şekilde terennüm etti. Bahadır Dadak ve Mehmet Raşit Küçükkürtül, saat 16.00 civarında Kadıköy rıhtımdaki caddenin üzerinde bulunan “sıkma mevye suyu”cunun önünde portakal suyu içmeye başladıklarında Sulhi Ceylan hummalı bir çalışma içerisindeydi ve iki yazarımızın gafletle dört soğuk portakal suyu bardağını höpürdettiğini zâhiren bilmiyordu. Hayatın akıp gittiğini düşünmüyordu iki yazarımız. Abdullah Karaca gibi dersek, mekanik seslerin çokluğu ve bolluğu, sonra insanların kalabalığı hayatın akıp gittiğini değil huzursuzluğu imliyordu – evet, bu daha Abdullah Karacayan bir ifade oldu, imlemek, evet. Ama yazarlarımızın bu huzursuzlukla ilgisi yoktu. Az önce, 18 K otobüsünden kendilerini bir an evvel kaldırıma salmak istemelerinin sebebi bir an evvel yüz yüze oturup şu hafif yaz günlerine inat üzerimize çöken hüzünlü mevzuları konuşmaktı.

Bahadır, üç beş gün sonra Kastamonu’ya, daha evvel Mehmet Raşit ve Mükerrem Mete’nin acemi askerliklerini geçirdikleri 5. Jandarma Eğitim Alayı’na gidecekti. Daha dün gece, Mehmet Raşit saatlerce Bahadır’a brifing vermişti. “Bahadır, burayı, Kadıköy’ü, bütün her şeyi bırakıp nasıl gideceksin?” diye alelade bir tonda soruyu ortaya attığında Bahadır ona korkulu gözlerle bakmıştı. Mehmet Raşit niye böyle bir soru sormuştu ki? Bahadır niye öyle bakmıştı ki? Bir hafta sonra Emre Baştuğ’un nikâhı vardı. Bahadır askere gidiyordu. Sulhi Ceylan, yakın bir zamanda yine o upuzun saçlarını birden bire üç numaraya vurdurmuştu. Sulhi Ceylan’ı hep askere alıyordu hayat, Sulhi Ceylan hep nöbetteydi. Yalnız başına bir nöbet… Saat 20.30 sularında Sulhi Ceylan, Tellalzâde sokağın bitiminde, Çaykolik’in bel bırakmayan o taburelerinin biri üzerinde sözü ortaya bir alev topu gibi bırakmıştı “Kaç ay oldu Aydoğan, Erikli veya Davut beni arayıp filanca yerde oturalım demedi. Nasıl diyebilirlerdi ki? Artık Kadıköy’e inmiyorum. Kimi arayıp inebilirim ki? Bahadır askere gidiyor. Raşit, sen de İstanbul’dan gittin. Fedai…” sözün burasında durdu Sulhi Ceylan. O an, üçü de ölüme karşı teçhizatsız, saygılı susuverdi. Mehmet Raşit “Bi’ gün hepimiz gideceğiz Fedai’nini yanına.” dedi ama kolay olmadı bunu demesi. O gün, ikinci kez, aynı yoksunluğu yaşayacaktı. Fedai Başkan’la kol kola girip şiirler okuyarak Sakız Gülü Sokak’tan aşağı inemeyecekti. Beşiktaş İskelesi’nin yanındaki büfenin masalarında ne zamandır oturmadıklarını hatırlattı Sulhi Ceylan. Hâlbuki çoktan kapanmıştı büfe. Mehmet Raşit bunu da unutmamıştı. Sokak, cami, dükkân, şahıs isimlerini unutmayan Mehmet Raşit, bunu da unutmamıştı. Acaba daha başka unutamadığı neler neler vardı ve sinir hücrelerine çökmüş de kırbaçlarını yazarımızın hafızasına vurup duruyorlardı?

Hatırlatma sırası Sulhi Ceylan’daydı, Beşiktaş İskelesi günlerinde Kadıköy’e gelenleri sayıp döktü. Artık hiçbiri gelemeyecekti. Emre Baştuğ, Bosna’da haber peşindeydi. Mustafa Çolak, çocuğuna bez alıyordu. Aydoğan K Bim’e girmiş, ucuza uzay mekiği getirtip getirmeyeceklerini soruyordu. Mehmet Erikli romanına birkaç kelime daha eklemekle meşguldü. Mustafa Selman Karabul belki de o upuzun saçlarını kestiriyor, kıravat bağlamayı öğreniyordu. Ömer Ertürk, bıyığını burup tezini yazıyordu Anadolu’nun bir köşesinde. Davut Bayraklı Mahinur’u dizinde sallıyordu. Raşit Ulaş, öfkeyle tivitır kalesini muhasara ediyordu. ibrahim Halil Aslan öğrendiği Rusça kelimeleri unutmaya çalışıyordu. Abdullah Karaca bu yaz da kendisini Bolu dağlarına vurmuştu. Ya Fedai…

Rıhtıma doğru indiler. Yarın Murat Aydoğdu’nun nikâhına nasıl gideceklerini konuştular. Mehmet Raşit, Sulhi Ceylan’ı metro girişinde bırakırken bu kez o soruyu sormadı “Ayrılık ve kavuşmak… Bu ikilik ne zaman tevhit olacak?”

Merak edenler için o gün daha pek çok şey oldu. Yukarıda, esas olup biteni anlattık ama daha fazlasını merak edenler için işte o pek çok şeyin birkaçı…

* Cofy Tea’da otururken Bahadır Dadak ve Mehmet Raşit, bir çingene “Hatırla Sevgili”yi çalarak akerdeonuyla pavlonya sokağından geçti. Çingenenin yanındaki minik kız, elindeki örselenmiş kâğıt bardakla bozuk para topladı. Karşı kahvedeki adamlardan biri çocuğun bardağına bozukluğu atarken onu sevimli bir şekilde tehdit etti “İşte paramı peşinen veriyorum, karşıma gelirsen gırtlaklarım ha!”

* Mehmet Raşit, garsondan yalnızlığa ve şefkate iyi gelecek bir çay olup olmadığını sordu. Sanmıyorum dedi gülümseyerek garson. Mehmet Raşit, yüzlerce çay çeşidi arasından yine “kral çayı”nı tercih etti.

* Bahadır Dadak, basık boğucu havasız ve sıcak bir bürodan otobüs bileti almaya çalışırken Mehmet Raşit dayanamayıp yan taraftaki Kabalcı Kitabevi’ne kaçtı.

* Sulhi Ceylan, Kafka okuyan ve doğru dürüst bir tesettüre riayet eden genç kızın nasıl olup da düğünde tesettürü sallapatiye aldığını, “çatlayın ben de evleniyorum” işte kıvamındaki bir arabesk şarkıda göbek atabildiğini ve de bunu sosyal medyaya aksettirebildiğini teessürle sordu. Böyle birinin niye Edebifikir okuduğunu da sorgulamadan edemedi.

* Bahadır Dadak, Mehmet Raşit’e ait olan Cevdet Karal’ın son kitabı “Cesedi Nereye Gömelim”i gasp etmeye çalıştı. Davut Bayraklı emanet tuttuğu kitabı sahibine verirken erken davranıp çantasına attı. Fakat Kadıköy’e indiklerinde, Mehmet Raşit onu Sulhi Ceylan’a vermeyi daha önceden vaat ettiğini söyleyince niyetinden vazgeçen Bahadır’ı Sulhi Ceylan sevindirdi. “O kitabı ben daha önce almıştım. Sana hediye edeyim onu Bahadır.”

* Sulhi Ceylan, her zamanki giydiklerini giymişti, bin yıldan beri giydiklerini… Fakat Mehmet Raşit, ayakkabısının değiştiğini fark etti.

* Sulhi Ceylan’ın çantasında her zamanki gibi en az bir kitap vardı. Bu aralar, Alfa yayınlarından çıkan Boethius’a ait “Felsefenin Tesellisi” kitabını okuyordu. Alain de Botton’un da bu isimde bir kitabı yok muydu?

* O gün Yokuş çay ocağına gidilmedi. Bahadır ve Mehmet Raşit, ilk defa Osmancık Sokağı’ndan geçtiler. İkindiyi Cafer Ağa camiinde kıldılar. Akşam yemeğini Ali Rıza sofrasında yediler. Hesabı ödemek için çekiştiler. Oyun Atölyesi’ne bakan yol ayrımındaki kitap sergisine bakmaktan kendilerini yine alamadılar.

* Abdurrahman Mııhçıoğlu, Nev York’taydı. Fakat İstanbul’da da olsa Sulhi Ceylan onu zaten Kadıköy’e çağırmayacaktı.

* Bazen gülerek bazen de kızarak Mustafa Çolak’ın mülakatına atıf yapıldı ara ara.

* Mehmet Raşit, iki kere yazı göndermesi ve çeşitli sebeplerle yayınlanamamasına rağmen, Sulhi Ceylan yine ona Edebifikir’e askerden geldikten sonra hiç yazı göndermediğini öne sürerek yüklendi. Mehmet raşit, ona hak verdi.

* Bahadır Dadak, Sulhi Ceylan yokken daha evvelki bir Kadıköy anekdotunu anlattı. Nezih Kitabevi’nde Kahraman Tazeoğlu’nun kitabını okuyacağını arkadaşlara söyleyen bir ergene Sulhi Ceylan’ın yaklaşıp “Sakın okuma o kitabı!” diye ünlediğini ve kapıya yöneldiğini nakletti.

* Bahadır Dadak, Aydoğan K’ya usta birliği için Şırnak İl Jandarma Komutanlığı’na gideceğini K’nın ise ona “Keşke Raşit oraya düşseydi” diye mukabele ettiğini söyledi. Mehmet Raşit, Sulhi Ceylan’a Çaykolik’te Aydoğan K’yı kıskandıracak yeni projesini anlattı.

* Ve Gülten Akın: “Ben yine o senin beklediğin kapıdan / Gelirim ya şu şeytan

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Cihangül , 01/08/2015

    ben de bolu’dayım
    daha çok nerelerdesiniz abdullah bey

  • hayri pıtır , 01/08/2015

    tevafuk işte… ben de dün ”keşke ima c. özkan’ın yeni bir yazısını okusak” dediydim.

hayri pıtır için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir