İman Üzerine Bir Deneme

Feyza Yapıcı’dan “iman” üzerine zihin açıcı bir yazı… Absürt göz kırpıyor.

***

Etimolojik olarak, “emm” kökünden türeyen “iman”; güvenmek, emniyet ve huzur içinde olmak ve samimiyetle benimsemek anlamlarına gelmektedir. Bununla birlikte “akt” kökünden türeyen bir kelimemiz daha var: İtikat. Bu kelime de “sağlamlaştırmak”, “kesin karar vermek”, “tasdik etmek” demektir. İslam düşünce geleneğinde iman genellikle “kalp ile tasdik” şeklinde algılana gelmiştir.

Günümüzde imanın epistemik değerine yönelik pek çok tartışma mevcuttur. Bir noktada bu tartışmalar onun rasyonel açıdan temellendirilme çabalarıyla ilişkilidir. Zira Aydınlanma ile birlikte “İnanıyorum çünkü rasyoneldir”e doğru bir evrim yaşanmıştır. Başka bir deyişle iman önceleri absürde yönelikken sonradan sonraya rasyonele doğru esnetilmiştir. Tüm evreni, Aydınlanma çağından itibaren öncelikle akıl, pozitivist dönemle birlikte de bilimsel verilerle açıklama iddiasında bulunan hatta bundan son derece emin olan insanoğlu ile karşılaşırız. Rasyonel olana inanır insanoğlu, yani rasyonel olana iman eder. Kierkegaard ise inananları yeniden “absürde” imana davet etmesiyle ilginç bir duruş sergiler.

Bu noktada imanı ve mümini İslam geleneğinden yola çıkarak anlatmaya çalışmak arzusundayım. Mekke dönemi ayetlerin en önemli özelliği kalplere imanın yerleştirilmesine odaklanmasıdır. İmanı da ahlak takip eder. Ahkâm ayetlerine Mekke döneminde pek rastlamıyoruz. Israrla ve sürekli bir şekilde “Ey insanlar!” hitabıyla imana davet vardır. Müminlere yönelik olarak “Ey iman edenler” seslenişini içimiz ürpererek duyarız. Bu ürperti bir ayette “Allah’ın adı anıldığı zaman onların kalpleri titrer” (8/Enfâl, 2) diyerek somutlaştırılır. İnsanı daha da çarpan bir başka ayet vardır: “Ey inananlar, Allah’a iman ediniz!” (4/Nisa, 136). Muhteşem bir hitap. İnananları Allah’a imana davet ediyor. Bu noktada sormak gerekir: Acaba Allah müminleri gaybe imana mı çağırıyor?

“Ey iman edenler!” seslenişi her zaman içimi titretmiştir. Çünkü çok özel bir sesleniştir bu. Bu seslenişe muhatap olabilmek bu dünyadaki en zor meziyettir diye düşünürüm her zaman. Zira iman eden olmak, en büyük şereftir insanoğlu için, en kutlu seslenişe muhatap olmaktır. İşte can alıcı nokta burası. İman eden olmak kolay mıdır? Eğer kolaysa neden “Ey inananlar, Allah’a iman ediniz” diye paradigmaları parçalayan bir ayetle karşı karşıyayız?

Ayette “Ey inananlar, iman ediniz” diyor. Bu, imanın sadece basit bir şekilde inanmaktan çok daha ötede olduğunu gösterir bizlere. İnanandan iman edene geçiş ise epey zorlu yollardan geçmeyi gerektirir. Sonsuz teslimiyet gerektirir iman. Sonsuz teslimiyet ile Allah’ın yüceliğini, kendi zavallılığını fark eder insan, faniliği ile yüzleşir, acizliğini iliklerine kadar hisseder.

Mehmet Akif, “İmandır o cevher ki ilahi ne büyüktür, imansız olan paslı yürek sinede yüktür” derken İsmet Özel “İnsan eşref-i mahlukattır derdi babam” diye başlar “Amentü”süne. Buradan şunu çıkarabiliriz: İnsan mümin olduğu ölçüde yaratılmışların en şereflisi haline gelir. Peki mümin olmak kolay mı? Kabul ve tasdik aşamasını geçip itaat ve teslimiyete ulaşmak, sevmek, güvenmek, fedakarlıkta bulunabilmek, nihayet acıya katlanabilmek.

İman fikrî ve hissî açıdan bütünlük ister. İnsan düşünen bir varlıktır. Allah onun akletmesini murat etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de sıklıkla dile gelir bu husus. Fakat salt akıl ile evreni düşünen insanın varacağı sonuç nedir, diye sorarsak yine İsmet Özel’in ifadesiyle söylersek “İşimiz fazlasıyla ciddileşir.” Geri kalan sadece akıl sır ermez bir boşluk ve düşündüğü her şeyin ardında yatan bir karmaşa ile karşılaşmak, ne kadar acı bir durum. Tam bu noktada Allah bizi gayba imana çağırır. Zira salt akıl ile çıkamadığı anlamsızlıktan, varoluş kaygılarından, Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Cinnet Mustatili” olabilecek boşluktan ve “Üst üste sorular soru içinde”den insanı kurtaracak olan şey imandır. İşte insanlar arasındaki tüm farklılıklar aslında tam da buradan başlar. Çünkü kanaatimce imanın en can alıcı noktası şudur: İman; mutluluğu, huzuru salt ahirette değil, bu dünyada da verir bize. Bunun sebebi tam olarak fanilikle yüzleşme meselesinde yatmaktadır. Zira faniliği ile yüzleşmeyen insan fani üzüntü ve zevkleri içinde boğulur. Ve imandır ki iman edeni, diğer insan yığınlarının fani üzüntü ve zevk ile cesaretsizleşen yaşamlarından ayırır. İman söz konusu olduğunda tüm fâni hesaplar askıdadır.

İman nedir?” sorusu bir yana “İman eden yani mümin olmak kolay mıdır?” sorusunu cevaplamak sehl-i mümtenidir, kolay görünen zordur. Kierkegaard’a göre bu soruların cevabını belki de en iyi Hz. İbrahim’de bulabiliriz. “Korku ve Titreme”de Tevrat üstünden konuyu tartışır Kierkegaard. Ancak Kur’an-ı Kerim’de de çok az farklılıkla aynı tema işlenir. Saffat suresini okuduğumuzda şu cümleler karşımıza çıkar “Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla. Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik. Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona: “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi…” (37/Saffat, 100-102). Bu ayetler “İman nedir?” “Mümin nasıl bir insandır?” sorularına cevap verebilme hususunda oldukça çarpıcı, bir o kadar da rehberlik edicidir. Ayetleri izlemeye devam edersek: “Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır. Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık” (37/Saffat, 103-107).

Hz. İbrahim’in ruhuna kuvvet veren bu yüce imanını bu nokta üzerinden düşünürsek, adanmışlığın ve inancın psikolojini bu perspektiften ele alırsak imanı anlamanın daha kolay olacağı kanaatindeyim.

“Eğer böyleyse” diyor Kierkegaard “eğer insanlığı birleştiren kutsal bir bağ yoksa, eğer ormanın yaprakları gibi bir nesil diğerinin ardından doğuyorsa, bir nesil ormandaki kuşların şarkıları gibi bir diğerinin yerine geçiyorsa, eğer insan soyu dünyadan, denizden geçen bir gemi ya da çöldeki bir rüzgar, düşüncesiz ve meyvesiz bir kapris olarak geçiyorsa, eğer ebedi bir unutkanlık avı için aç bir biçimde pusuya yatmış bekliyorsa ve onu pençelerinden kendisini kurtaracak kadar kuvvetli hiçbir güç yoksa o zaman yaşam ne kadar boş ve huzurdan yoksun olacaktır.” Bu cümleyi okuduğumda, Allah’ın varlığını açıklamak için daha etkili bir açıklamanın olamayacağını düşünürüm hep. Aydınlanma sonucu imanın rasyonele evrilmesi ile ortaya çıkan “İnanıyorum çünkü rasyoneldir” anlayışı ile asla ulaşmayacağı “Gayb” da tam buradadır. İman insanın akledemeyeceği, salt akıl ile cavaplandıramayacağı soruları cevaplandırır. Zira insan aklı cüz’idir, küçücüktür. Evrenin uçsuz bucaksızlığının ve dipsiz kargaşasının derinliklerinde kendini bulmaya çalışan, bu arayışta umutsuzluğa kapılan insan bütünüyle çaresizdir. İman ise insanı fâni endişelerden, üzüntülerden ve zevklerden arınan insanın duygularını ve düşüncelerini disipline eder. İman bir disiplindir. Aslına bakılırsa şöyle düşünmek de hatalı olma: İnsan beşeri duygularını disipline ettiği oranda insandır. Beşeri duyguları disipline etmek ise, beşeri düşünceden sıyrılmakla mümkündür. Tasavvufta “fenâfillah” denilen ve fâni sıfatlardan sıyrılarak ilahî olanla buluşma arzusu zirveyi oluşturur. Çağımızda çoğu insanın “İnanıyorum çünkü aklidir”e evrilen imanında, beşeri zevklerin disipline edilememesini bu anlamda düşünmek gerekir. Kierkegaard’ın davet ettiği gibi çağımız insanını ben de yeniden “absürde” imana davet ediyorum.

Feyza Yapıcı

DİĞER YAZILAR

8 Yorum

  • naimi521 , 12/10/2013

    Güzel bir yazı olmuş, Allah zihin açıklıgı versin

  • agoranın mekanından , 25/09/2013

    Aramıza hoşgeldin Feyza Yapıcı :)

  • IV. aklı-ı selim , 23/09/2013

    Feyza Yapıcı denemeciliği, gittikçe kendi okur kitlesini oluşturan ve özgün bir sese sahip olduğunu ispatladı.

    Yapıcı’nın kelimeleri özenle seçilmiş ve bir elmas gibi işlenmiş. Vurucu cümleleriyle okurda yer yer şok etkisi yaratarak konunun içine çeken bir yazın gücü var.

    Sayın Yapıcı’nın tez vakitte bir kitap çıkararak okurlarıyla buluşması hoş olacaktır.

    Biz okuyucuları, bunu özlemle beklemekteyiz.

  • yaşar kemal , 23/09/2013

    bu yazı imanıma vesile oldu. ALLAH razı olsun inşaallah.

  • Niğde Gazozu , 23/09/2013

    feyza yapıcı ima c. özkan olabilir mi? ikisinin de yazıları okurken bizim ağlayasımız geliyor. öyle değil mi müjgan. müjgan?

  • abd , 22/09/2013

    ANKEBUT–1 – Elif, Lâm, Mîm.

    ANKEBUT–2 – İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?

    ANKEBUT–3 – Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.

    ANKEBUT–4 – Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (ve yanlış) hüküm veriyorlar!

    ANKEBUT–5 – Her kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa bilsin ki, Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir. O her şeyi işiten ve bilendir.

  • Lavinya , 22/09/2013

    Feyza Yapıcı’yı bir edebiyat düşkünü olarak zevkle takip ediyorum,Bu yazı iman üzerine okuduğum yazılar içerisinde, en orjinal olanı….

  • Asım Yapıcı , 21/09/2013

    Tebrikler, güzel bir yazı, sıkı bir metin olmuş. Allah yol açıklığı versin. Nice yazılar bekliyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir