Feyza Yapıcı, bu kez “izm”ler dünyasını yazdı. “İzm”lerden kurtulmak mümkün mü?
***
“İzm”ler söz konusu olduğu zaman ilk planda Cemil Meriç’in “Bu Ülke”sinde geçen o meşhur cümleler aklıma gelir: “İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.”
İdrakimize giydirilmiş deli gömlekleriydi “izm”ler, çünkü hepsi de kendi adına “dünyaya bu noktadan bakılmalı, hakikat burada duruyor” iddiasıyla insanlığa hitap ediyor ve akabinde “izm”e teslimiyet sonucunu doğuruyordu. Teslim olunan “izm”, insanın dimağını ve beynini “izm”in kendi sınırları içinde yeniden biçimlendirir, algı çerçevesini yeniden kodlar. Bu ise apaçık düşünce hürriyetini o “izm”le kısıtlamak anlamına gelir. İşte bu durum patolojik vakalara zemin hazırlar.
Aslında “izm”lerde çift yönlülük vardır. Bir yandan düşünceye belli bir rota verirken, yani belli bir perspektifte daha sağlam düşünmeyi beraberinde getirirken diğer yandan düşüncenin sansürlenmesi denilen durumu doğurur. Cemil Meriç’in tespitini öncelikle ikinci anlamda ele almak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü “izm”e dönüşen ideolojiler insanı, toplumu ve dini anlama ve anlamlandırma hususunda belli bir bakış açısını dayatır. Ancak şurası da bir gerçek ki, bakış açısı olmadan hakikati tanımlamak ve tasvir etmek pek de mümkün görünmemektedir. Bu durumda sormak gerekir: İnsan nasıl bir bakış açısıyla yaklaşırsa hakikati kavrama konusunda başka bakış açılarına nispeten daha isabetli bir tavır sergileyebilir?
Aydınlanma çağından itibaren Batı’da ilk planda aklın öncelenmesi “rasyonalizm”, bunu takip eden dönemde ise bilim ve deneycilik “pozitivizm”, kadın hakları üstünden yürütülen tartışmalar “feminizm”, eşitlikçi yapılanma “sosyalizm” haline dönüştürmüştür. Burada yeni bir soru ile karşılaşmaktayız: Akılcı olmak ile rasyonalizm, bilim ve deneyi öncelemekle pozitivizm, kadın haklarını savunmakla feminizm, sosyal adalet ve eşitlikçilikle sosyalizm arasında bir fark yok mudur?
Cemil Meriç “izm”leri idrake giydirilen deli gömlekleri diye eleştirirken genel anlamda “izm”e dönüşmeyen ideolojileri olumlu algılamaktadır. Bu bize şunu ilham eder: Yumuşak ideolojilere “evet”, “izm”e dönüşen ideolojilere “hayır”. Çünkü zihin çerçevesiz algılama yapamaz. Adına ister ideoloji, ister akım, ister paradigma densin her insanının iç ve dış dünyayı tanımlamasında bir takım öncüllere ya da varsayımlara ihtiyaç duyduğu âşikardır. Cemil Meriç bunu yadsımaz. Onun karşı olduğu husus, bir “izm”in sadece Batı kökenli olmasından dolayı meşru ve değerli olmasıdır. Kısaca kerameti kendinden menkul bir durum ya da kendini doğrulayan kehanet.
İlber Ortaylı’nın nefis kavramlaştırmasıyla Osmanlının “en uzun yüzyılı” denilen modernleşme dönemi, temelde Cemil Meriç’in idraklerimizin batılılaşması, Sezai Karakoç’un ise İslam medeniyetinin kendi otantikliğinden uzaklaşması diye tanımladığı durumu beraberinde getirmiştir. Yaklaşık 150-200 yıllık bir tarihsel süreç içinde Batı’dan hareketle ve Batı’ya doğru evrilen ve hatta savrulan İslam dünyası “izm”lerle tanışmıştır. Zaman zaman bu “izm”lerden bir ya da bir kaçı Müslüman bireylerin düşünce dünyasını, müslüman toplumların siyasal ve sosyal hayatını yoğun etkilemiştir. Hatta özentiyle kendi “izm”lerimizi oluşturmaya çalışmışızdır.
“İzm”ler “ötekine” bakışı şekillendiren at gözlüklerine dönüşmekte, böylece patolojik bir vaka haline gelerek insana, tarihe ve dine ön yargılarla bakışı beslemektedir. Aynı zamanda kendisi de onlardan beslendiği için fasit bir daire oluşmaktadır. İşte tam da bu noktada “izm”lerin deli gömlekleri haline nasıl dönüştüğünün daha net anlaşılabilir olduğu kanaatindeyim. Bu hususu düşündükçe Cemil Meriç’in yanı sıra, İsmet Özel’in şu dizeleri aklıma gelir: “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.” İki mütefekkirin de bahsettiği husus aslında aynıdır: “Deli gömlekleri” ve “sağır olmak”. Bu iki mütefekkir tek bir dünyaya tek bir düşünce tarzının penceresinden bakmanın verdiği acı gerçeği önümüze serer.
Günümüz penceresinden konuya baktığımızda, şöyle bir tablo görmek hiç de zor değil aslında. İnsanlar kısacık ömründe, ideal bir dünyada ve mutlu bir şekilde yaşamak istemektedir. İstek bununla sınırlı değildir. Ailesi, sosyal çevresi, ülkesi, nihayet tüm insanlığı huzura ulaştıracak arzular damarlarda heyecan verici bir şekilde akar. İşte her “izm”, tam da insanoğlunun istediği gibi mutluluğu, ideal bir dünyayı vaat eder. İdeal dünya için çözümler manzumesini önümüze koyar. “İzm”lerin önüne koyduğu bu çözümler dizisi ile dünyayı anlamlandırmak insan için iyi bir seçenektir. Fakat bir aksilik var; “izm”ler ideal dünyayı hiçbir zaman veremezler, üstelik bir de “izm”ler kendi çözüm manzumesi ile bilmeye, anlamaya izin verir ancak. İşte bu sebeple “izm”lerin düşünce hürriyetini kısıtlaması kaçınılmazdır. “İzm”ler her insan için zamana ve mekâna bağlı olarak düşünmeyi salık verir yalnızca. Bütünleşmeyi değil ötekileştirmeyi hediye ederler. Gerçekten mutluluğun olduğu, herkesin birbirine saygı ile baktığı bir dünya ise ancak bütünleştirici bir bakış açısı ile mümkün olur. Peki, o zaman niçin bizler ideal dünyayı “izm”lerde arıyoruz? İşte bu konu derinlemesine incelenmeli. Zira buradan hareketle “izm”lerle olan imtihanımızı anlamak için zaruri mahiyete sahip bir noktaya temas edeceğiz. “İzm”ler, Cemil Meriç’in dediği gibi menşeini Avrupa’dan alır ve itibarının kaynağı da buradandır. Bizler de yüzyıllardır “izm”lerle düşünüyoruz. Fakat “izm”ler bize yabancı. Şunu sormak gerekiyor: Niçin Avrupa’dan “izm” ithal ettik veya Avrupa’nın bize “izm”leri ihraç etmesine nasıl izin verdik? Şu kanaati taşıyorum ki; biz dünyamızdan ne zaman “irfan”ı çıkardık işte o zaman Batı menşeli “izm”lere yenik düştük. Zira mukavemet kalelerimiz zayıftı. Bizim mukavemet kalemiz; İslam düşüncesinden kaynağını alan medeniyetimiz. İslam düşüncesinden uzaklaşmak Avrupa’nın ihraç ettiği “izm”leri kabul için zaruri ve yeterli bir sebep. İslam düşüncesinde izm denen bir kavram var mıdır pekiyi? İslam düşüncesinde “izm” değil ama “irfan” denilen muazzam bir kavram vardır.
İrfan nedir, irfandan ne anlaşılmalıdır? İrfanı ilimden ayıran nedir? İrfan çok kısa bir şekilde “bilmek”, “anlamak” anlamlarına gelir. Ancak Hıristiyan Batı’nın bilgi ve biliş ile İslam’daki bilgi ve biliş kavramları birbirinden farklıdır. Batı bilgiyi salt aklın zihinsel süreçler eşliğinde ürettiği bir nesne olarak algılarken İslam (aslında bütün Doğu) bilgiyi aklın ve kalbin birlikte ve birbirinin onayını olarak ürettiği daha ulvi bir nitelik olarak kabul eder. Bu sebeple Batı aklı ve ilmi sömürgeci ve emperyal iken İslam aklı ve ilmi müşfik, insancıl ve kuşatıcıdır. Bu anlamda irfan, ilahi bir feyiz olarak kâinatın sırlarını bilme anlamına gelir. Bu noktadan bakıldığında çok net görülebilir ki, irfan, insanın kendi eliyle düşünceye hürriyetini kısıtlamasını engelleyecek olan tek yoldur. İçinde sadece beşeri olan salt aklı barındırmadığı için bütünleyicidir.
Ben bütün zıtlıkların hep aynı kapıya çıktığı kanaatindeyim: Madde dünyası yani Avrupa ve ruh dünyası yani Doğu. Özünde iki zıt dünya. “İzm”lerin kaynağı Avrupa. Kaynağını maddeden alan bir kavram beşerin tüm tasavvurlarını içinde barındıramaz. Ancak idrakleri mefluç eder. Eğer düşüncenin içinde sadece madde, yani salt rasyonel olan konulur ise düşüncenin tüm kutuplarını kucaklayacak bütünleyiciliğini yakalamak imkânsızlaşır. Keza başlı başına insan sadece kendi cüz’i varlığıyla bütünleyici olamaz. İnsanın içinde Allah’a imanın verdiği kutsiyet olduğu müddetçe kalple kaynaşan düşünce evreni kucaklayıcı olabilir. Hep şu sorulur: “Epistemik anlamda “izm”ler üstü ya da “izm”lerden bağımsız düşünen bir insan mümkün müdür?” Kanaatimce evet, mümkündür. Eğer düşünceler salt maddeye bağlanmazsa “izm”ler üstü düşünen, algılayan, yaşayan, nev-i şahsına münhasır bir varlıktan söz edilebilir: Bu da İslam’ın öngördüğü insandır. Necip Fazıl’ın dediği gibi Doğu, madde görüşünü körleştirecek olduğu için kuru aklın avlama hakkını ruhuna sindirememiştir.
Nasıl düşünmeliyiz? Evet, düşünürken irfan ile düşünmeliyiz ki “izm”lere tâbi olmayalım. Düşünürken ideolojileri tartışmalıyız, onları anlamaya çalışmalıyız. Bunu ise Cemil Meriç’in pusulamız dediği şuur ile yapmak durumundayız. Zira pusula olmadan denize açılmak tehlikelidir. Şuur olmadan yola çıkılırsa yolunu kaybeden düşünce, “izm”lere teslim olacaktır. Şuur ise bizi asıl o tüm “izm”lerin üzerinde düşünmeye götürecek olan irfana kapı aralar.
Yaklaşık 200 yıldır “izm”lerle imtihandayız. Filhakika, “izm”lere yenildik ve idraklerimizi onlara teslim etmek durumunda kaldık. Çünkü mukavemetsizdik. Avrupa’nın bizim mukavemetsizliğimizden faydalanarak dünyamıza yaydıkları “izm”leri severek kabul ettik. Fakat “izm”lerin mahiyetleri itibarıyla şunu da gördük ki, “izm”ler bir bütün olan “biz”i; “ben” ve “öteki” olarak parçaladı. Bu ötekileştirme o kadar büyüdü ki; sosyal psikolojide patolojik bir durum arz eden ön yargıları yarattı. Öyle ki, bizim medeniyetimizden olmayan “izm” bizim medeniyetimizin içine girmeye, dimağları şekillendirmeye çalışıyor.
Özetle “izm”ler üstü insan mümkündür, zira “izm”ler zaten bizim düşünce dünyamızda yoktur.
11 Yorum