Yazılar:
  • Mutlu Olma Sakın
  • Reel Politiğin Kâhini: Carl Schmitt
  • Tarih Nedir?
  • Yedi İklim - Mart 2021
  • Yunus Emre Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar
  • Yenilgi Yenilgi Büyüyen Yıllar Vardır
EdebiFikir logo
eylem bir kız ismi değildir!
  • Anasayfa
  • Racon
  • Sen de Yaz
  • Derin Yapılanma
  • İletişim
  • Kategoriler
    • Buz Gibi Ofsayt!
    • Deneme
    • Dergi
    • Edebifikir Haber Ajansı
    • Fikir
    • Günlük
    • Haber
    • Hatıra Saklama Ofisi
    • Haykırış
    • Hikâye
    • Hikmet
    • Karikatür
    • Mektup
    • Mısra Güzeli
    • Kitap
    • Nümayiş
    • Poetika
    • Portre
    • Söyleşi
    • Şiir
    • Sinema
    • Sorgulama
    • Video
  • Dosyalar
    • Cemil Meriç
    • İsmet Özel
    • Kitap Pusulası
    • Sezai Karakoç
    • Vasiyetim
    • Darbe Gecesi Ne Yaptınız?
    • Sözlük
    • 2119
    • 2050
    • Devrim
    • Yenilgi
  • Anasayfa
  • Racon
  • Sen de Yaz
  • Derin Yapılanma
  • İletişim
  • Kategoriler
    • Buz Gibi Ofsayt!
    • Deneme
    • Dergi
    • Edebifikir Haber Ajansı
    • Fikir
    • Günlük
    • Haber
    • Hatıra Saklama Ofisi
    • Haykırış
    • Hikâye
    • Hikmet
    • Karikatür
    • Mektup
    • Mısra Güzeli
    • Kitap
    • Nümayiş
    • Poetika
    • Portre
    • Söyleşi
    • Şiir
    • Sinema
    • Sorgulama
    • Video
  • Dosyalar
    • Cemil Meriç
    • İsmet Özel
    • Kitap Pusulası
    • Sezai Karakoç
    • Vasiyetim
    • Darbe Gecesi Ne Yaptınız?
    • Sözlük
    • 2119
    • 2050
    • Devrim
    • Yenilgi

Ontolojik Bir Sorunsal Olarak Sulhi Ceylan Öykücülüğünde Nutella’sızlık Sendromu

Bahadır Dadak  |  25/07/2018  |  Kategori : Haykırış   |  Okunma:1.795

4

Bahadır Dadak,  Sulhi Ceylan tarafından yazılan “Aldanış, insanın en büyük ihtiyacı” mektubuna sert ve sert olduğu kadar sağlam bir cevap yazdı. Tartışma büyüyor.

***

Çiçeği burnunda bir üniversite öğrencisiyken gurbette daralır, Sulhi abinin sarkastik şiirlerini yara bandı olarak kullanırdım. Hakikat, iyi şiir sadra şifa gibiydi o zamanlar… Kendi hikâyeme nefret beslemeye başladığım sıralarda -ki bu ‘’acıyan yerlerimi kesmek’’ olarak tevil edilebilir- şiirden daha güçlü panzehirler aramaya koyuldum. John Fante, Charles Bukowski, Chuck Palahniuk, Henry Miller, Allen Ginsberg, William Burroughs, Neal Cassdy… Sonra Ayrıntı, Metis, Monokl, İletişim ve Can gibi muhtelif yayınevlerinden kitapları çıkan, en kaba tabirle, Türk Yeraltı Edebiyatı yazarları ilgimi çekmeye başladı. Karakterlerin hepsi bitik adamlardı. Ayrıntı Yayınları Underground serisinin iç kapak mottolarını sıraladığı o şiirimsi metne deli oluyordum:

‘’Asilerin, kaybedenlerin, hayalperestlerin, küfürbazların, günahkârların, beyaz zencilerin, aşağı tırmananların, yola çıkmaktan çekinmeyenlerin, uçurumdan atlayanların… Dili, sesi… Yeraltı Edebiyatı…’’

Nihayet bir ses bulmuştum kendime. Çizginin yanı sıra alışılmadık bir ifade biçimi. Tabiî nobrandım, canım sıkılıyordu ve lümpen adamı oynuyordum. Babam hayattaydı. Gabar Dağı’nın eteklerinde nöbet tutmamıştım henüz. İşsiz kalmamıştım. Ekmek elden su gölden geliyordu, cukkam sağlamdı. Bir dönem sadece okudum. Sonunda Arturo Bandini olduğumu zannettim. Arturo Bandini bitik bir adamdı. Afiliydi. Karakterlerin hepsi bitik adamlardı. Ama çok mutluydular. Yola çıkmaktan, uçurumdan atlamaktan çekinmiyorlardı. Benimse yola çıkacak teçhizatım, uçurumdan atlayacak cesaretim yoktu. Akbilim, yol kartım ve sosyal güvencem vardı. Mutsuzdum…

Mutsuz bilincin insan bünyesinde -şaraba yatırılmış karamsar bir yortu gibi- karakter halini almasını engellemenin iki yolu vardır. İlki, acıyı kanıksamanız ve acıyı doğuran sebeplere hal çareleri aramanızdır. Nispeten, itidalli olan budur. İnsanların yüksek çoğunluğu bu yolu tercih eder ve iyiyi, sırf iyi olduğu için -ahlaki bir erdem olarak- talep etmeseler dahi mutsuzluğu da kutsamazlar. Bu tabakanın ontolojik ve entelektüel kaygıları olmamakla birlikte, toplumsallaşmak adına mutlu görünmeyi pekâlâ göze alabilirler. Oysa içten içe bilirler, yara altta kabuk üsttedir. İkinci engelleme yolu kişinin acıya yamanmasıdır ki, nefsin bu tarafa meyli kişiyi toplumsal olandan uzaklaşmaya icbar eder. Hiç kimse mutsuzluğunu daha konforlu ve daha normatif bir hale getirmek için insanlarla bir araya gelmek istemez. Dolayısıyla yalnızlaşır. Gitgide acıdan beslenmeye ve yalnızlığı kutsamaya başlar. Oysa insan bilmez, acıdan değil nakıs varlığından bilmez, yalnızlığın her övülüşünde kibir tınıları duyulur.

Sulhi abi insanı okumayı iyi bilir, hakkımda serdettiği cümleler bunun delilidir: “Underground halleri her ne kadar geçici ve sahici olmasa da kendisi sahici sandığı için biz de sahici kabul etmiştik. Hem insanın kendini kandırmaya ihtiyacı vardı.”

Gerçekten kendimi kandırmaya ihtiyacım vardı. Dışarıdan bir ses gerçekleri kulağıma fısıldamaya yeltense ondan koşar adım uzaklaşırdım. Bu noktadan sonra söylemem gerekenler ifşa kabilinden olup gayretullaha dokunacağından bu netameli konu üzerinde sükût etmeyi daha münasip buluyorum. Yalnız Sulhi abiye şunu hatırlatmak isterim ki, bu sözler bizzat kendisine aittir:

“Habil ve Kabil kardeştir Bahadır. Sevap ve günah birbirinden ayrılmaz iki parça değil mi?”

Acınası yazgım değil, kaderin bir cilvesi; ben hep bir adım Kabil’e daha yakın oldum. Kabil’in horantasında büyüdüm, serpildim. Üzümün tadını armudun çöpünü iyi bilirim… Sulhi abi öyle değil, o her zaman Habil’e yakın oldu. Habil’in rahle-i tedrisinden geçti ve ilim öğrendi.

Sonunda ne oldu? Ben size söyleyeyim mi ne oldu? Durmadan dinlenmeden okumakla, daha derine,  en derine, kendi kuyusunun en karanlık sularına inme arzusuyla yanarken kendi kuyusunu kazar hale geldi. İnsanın, bahusus hazreti insanın olduğu yerde potansiyel bir sonuçtan bahsetmek abestir. Dolayısıyla paragrafın başında yer alan “Sonunda ne oldu?” sorusu da abestir. Şairin dediği gibi, belki de tüm sonuçlar “bir sürgünün süreğidir” ve esas olan yolda olmaktır. Lâkin idealar dünyasında yaşamıyoruz, ruhumuzu kuşatan, bütün varlığımızı bir anda ele geçiren çok güçlü bir metni elimizden bıraktığımız anda 11ÜS gibi yalınkat bir gerçek giriveriyor hayatımıza, durmadan yol alıyor, muhayyile dediğimiz şeyin bazen pürüzlü olabileceğini yola çıkınca değil, yolun sonuna doğru yaklaştığımızda anlayabiliyoruz.

Demem o ki, bu kadar bilgi zehirdir Sulhi abi. İlaç prospektüslerini okumanın gribal enfeksiyona herhangi bir faydası olmamakla birlikte, bazen sadece ilacı yutmak ve sokağa çıkarak faydalı mikroplardan nasibini almak daha makul bir tercih olabilir.

Dücane Cundioğlu “Kur’ân’ı Anlamanın Anlamı” konferansında şöyle diyor: “Uzun seneler ilm-i tefsir/yorumbilim ile iştigal oldum ve bu ilimde kayda değer bir yere geldim, hatta öyle ki Kur’ân’ı Anlamanın Anlamı isimli eseri kaleme aldığım sıralarda Türkiye’de “Talak Ayetini” benden iyi tefsir eden kimse yoktu. “Talak” kelimesi İslam nikâhı söz konusu olduğunda boşanmak manasına gelmektedir. Gün geldi eşimden boşandım ve “Talak Ayeti’nden” öğrendiğim ilimlerin binde birini hayatıma tatbik edemedim. Yıllarca okudum. Sadece okudum ve kendi hakikatim üzerine düşünmeye çalıştım. Bilme arzum hiç tükenmedi. Okudum, daha çok okudum… Sonunda kendi kendini bileyen bir bıçağa dönüştüm ve nihayet kendimi kütüphaneye kapattım. Hayatıma dönüp bakıyorum. Kitaplardan bir otağı kurmuştum kendime. Lakin hiç spor yapmamışım. Evlenmiştim. Meğer insan evlendiği kişiyle konuşmalıymış. Karımla gereğince iletişime geçmemiştim. Tüm dünyayı sarsan 11 Eylül olaylarını öğrendiğimde olayın üzerinden haftalar geçmişti. Kendi mağaramda yapayalnız kalarak, bilme arzusuyla kıvranarak, ağır bedeller ödeyerek hayatı anlamaya başladığımda hayatı çoktan ıskalamış olduğumu fark ettim… Gerçek hayat karşısında ne kadar beceriksiz olduğumu şimdi çok daha iyi anlıyorum…”

***

Sulhi abinin beni, benim onu aradığımdan daha fazla aramasının asıl sebebi Kabil’e olan meylidir. Kuyunun dibi karanlık, Yakub’un gözü yaşlı, Kenan ili aydınlık, Beni İsrail’in elleri kan içindedir. Kendisi bizim uğraşımız değil, hocamız, üstadımız, ağabeyimizdir. Onu andığımızda burnumuzun direği titrer. Kadıköy’ün müptezel sokakları buna şahittir…

***

Evet evlendim. Evlilik kuvvetli bir sünnet olduğu için mi evlendim? Misvak kullanmak da kuvvetli bir sünnet değil mi? Peki o zaman neden misvak kullanmıyorum? Yahu ben tek kişilik bir cumhuriyet değilim ki, niye devrim hazırlıkları yapayım?

***

Hâlâ canım çok sıkılıyor. Bunun Albert Camus, Mihail Nuayme, Fernando Pessoa, Franz Kafka, Turgut Uyar, Birhan Keskin ya da Didem Madak’la bir alakası yok. Aynı evlilikle mutluluk arasında doğrudan bir bağlantı olmaması gibi. Hoş, bunun da Mehmet Raşit Küçükkürtül ile bir alakası yok.

***

Sonra şu durmadan fokurdayan temcit pilavları:

Mutluluk, mutsuzluk, ontolojik jimnastik, grekoromen varoluşçuluk, paralel evrende bir kara delik olarak tanımlanan şu metafizik mevzu: “Ben” meselesi,  Büyük Türkiye’yi imar etme idealleri, Büyük Türkiye’yi ve hazreti insanı imar ve cem etmenin bir türevi olarak zihin dünyamıza konuşlanan: “Toplumsal ben” meselesi, kıl meselesi, yün meselesi…

Sulhi Ceylan ve Mehmet Raşit Küçükkürtül beyler o kadar zeki ve o kadar kültürlüdürler ki, mutsuz bilincin taraklı gövdesinden mutluluk incileri devşirmeyi çok iyi bilirler ve bunu yaparken de mutsuz görünmeyi çok iyi becerirler. Zira insan en çok kendinin körüdür. Bilhassa mösyö Küçükkürtül sırf muhalif tavrına ve aristokrat edalarına halel getirmemek adına kör-cahil toplum tarafından mutsuz biri olarak addedilmeyi göze alabilir. Onlara göre mutluluk öğrenilmiş bir şeydir. Çünkü “mutluluk” asla salt mutluluk değildir. Mutluluk… Sahi nedir mutluluk? Cümle içerisinde alelusul kullanabileceğimiz bir kelime değil midir? Kelimelerin mahiyeti, insicamı, ıstılah manaları ve çıkış noktaları vardır. İlk raddede etimolojinin konusu olan her kelime biraz esnektir ve zamanla, insan inceldikçe kelimeler kalınlaşmaya başlar…

Dilin imkânları “bütün mümkünlerin kıyısı, bütün tuzakların taşrası” değil midir?

Bizler insanız, sevgi dediğimiz şey bazen kalın gelir bize. Şairin dediği gibi “Bir ağaç görsek ondan kâğıt yaparız. Kalem yaparız. Sandalye yaparız. Saf sevgi kalın gelir bize. Çünkü kâinatın pragmatist …!” Ne bileyim, insanız, bir boşluğumuza gelir tutar evleniriz mesela, sırf mutsuz olmak için…

Hayatı bilme değil, edebi neşve ile hayatı tanımlama gayretinde olan cihanşümul edebiyat ve felsefe mütehassısları -çünkü yazmak onlar için bir oluş biçimidir- daha yüksek bir şuur ve daha entelektüel bir zihne sahip olmanın bedeli olarak mutlu insanları çok kolay yargılarlar. Evet, hepimizin malumu, mutlu insan aptal insandır çünkü.

***

Mantık ve kelam ilminde derinleşen insanlarla söyleşirken çok dikkatli olmak lâzımdır, bir hususta doğru söylerseniz onu şerh eder, yanlış söylerseniz te’vil ederler. En güzeli susmaktır…

***

Son tahlilde bu adamlar mutsuzdur. Allah-u alem mutsuz yaşayıp mutsuz ölecekler. Lâkin yakînen biliyorum ki mutsuzluklarının sebebi mücahede, nefsi tezkiye, riyazet, Platon’un mağara alegorisi, kendi benliklerinin hakikatine vidanjörle inme çabaları, nutellasızlık sendromu ya da zihinsel tekâmül sonucu halvete çekilme teşebbüsleri falan değil. Hepsi bağlama, poz, ketenpere, klark çekme, kocaman nefislerinin küçük, şirin, kaygan, pembemsi dokunuşları. Evet, mutsuzlar ve mutsuzluklarının birçok dışsal sebebi olabilir. Ama kendilerine dahi itiraf edemedikleri gerçeği ben size söyleyivereyim; mutsuzluklarının asıl sebebi hayatın geçişken, yalıtılmış ve kurtarılmış birçok noktasında içten içe mutlu olduklarını bilmeleri. Mutluluğu delicesine arzulamaları…

***

Edebiyat ve felsefe dilinin aksine hayatın yüksek çoğunluğunu aklımızla değil sezgilerimizle karşılarız. Zira aklın egemenliği bizi tanımlamalara ya da açıklamalara sürüklerken, ruhun egemenliği ise anlama, anlamaya doğru sürükler. Sanırım her iki cevherin sınırları da ortalama bir insan ömrünü aşacak mahiyette yaratılmış.

Bu iki makas arasında şiirler yazarken mürekkebin kuruyor ve paramparça oluyorsun Sulhi abi…

Bütün kitaplarını yak, haftalık dergileri ve gazeteleri bırak, kumral saçlarını uzat, şu ahir ömründe bir kez olsun fotoğraf çektir ve lütfen artık pazar günleri de sokağa çık Sulhi abi, zira seni çok özlüyorum…

***

24 Zilkade 1439 Salı, Kırım

Şaka be şaka, dün akşam yazdım. 25 Temmuz Çarşamba, Bursa (Seni de çok özlüyorum Raşit abi)

 

Bahadır Dadak

 

 

 

“Aldanış, insanın en büyük ihtiyacı”

 

 

 

Tweet

4 Yorum

  1. Maraşlılar 26.07.2018 21:46:22

    Ya yorumlarımız yayımlanır, ya da siteyi hackleriz.

    Cevapla
  2. memento mori 26.07.2018 21:07:58

    Çok hoş yahu…

    Cevapla
  3. dıdının dıdısı 26.07.2018 03:01:27

    ya yazamayanlar napsın

    Cevapla
  4. Şuride 25.07.2018 15:36:45

    Yazıyı okurken canım hardallı Gong çekti. Teşekkürler Bahadır Dadak ballı hardallı Gong tadında bir yazı olmuş :)

    Cevapla

Bir cevap yazın Cancel reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki Yazı

Bense vücuduma şiirler saplıyorum durmadan

Sonraki Yazı

söyle bunları hep sana demedim mi?

İlgili Yazılar

  • 8

    Çirkin Kadın Lobisi Hükümeti Kuşatmış Durumda!

    EdebiFikir
    Olay şöyle oldu: Bir haber sitesinde...
  • 12

    Rahatınızı Kaçırmak İstiyoruz

    EdebiFikir
    1- Günün vakitlerini evrad-u ezkâr ile...
  • 7

    İtfaiye Çağırmak İstediğimiz Haller

    EdebiFikir
    1. Evlenmeden önce giyimine dikkat...
  • 3

    Feyyaz Kandemir’i İhtar ve İkâz

    EdebiFikir
    Bilen bilir: Edebifikir ekibi her...
Facebook
Twitter
YouTube
Instagram

Edebifikir Radyo

Son Yorumlar

  • Bu Yazı Sadece Öğretmenler İçin Yazılmadı! için canevinden
  • Yenilgi Yenilgi Büyüyen Yıllar Vardır için Reel okur
  • Yenilgi Yenilgi Büyüyen Yıllar Vardır için Obsidyen
  • Gölgeler Âlemi ve Yenilgi için Periferi
  • Yenilgi Yenilgi Büyüyen Yıllar Vardır için Ömer asaf
  • Yenilgi Yenilgi Büyüyen Yıllar Vardır için okur
  • Sermest Gezegeni Radyo Programı için .
  • Sermest Gezegeni Radyo Programı için Feyza
  • Sermest Gezegeni Radyo Programı için Abdullah
  • Mihrinaz için buradayımhep

Çok Okunanlar

  • Ayrılık Sevdaya Dahil
  • Doğruluk ve Gerçeklik
  • Türkçe Sözlükleri
  • Poetika Kelimesinin Tanımı ve Mahiyeti
  • Niçin Sevdiniz?
  • Suyum Unum Buğdayım
  • Ölüm Risalesi
  • “İyi de çocuk pencereden de düşebilir!”
  • Herkese Selam Sana Hasret
  • Genç Werther’in Acıları

Yazarlar

  1. Abdullah Karaca
  2. Adem Suvağcı
  3. Bahadır Dadak
  4. Bilal Can
  5. Celal Kuru
  6. Cüneyt Dal
  7. Davut Bayraklı
  8. Feyyaz Kandemir
  9. İbrahim Halil Aslan
  10. Mehmet Erikli
  11. Mehmet Raşit Küçükkürtül
  12. Mücahit Emin Türk
  13. Muhammed Furkan Kâhya
  14. Muhammet Emin Oyar
  15. Ömer Ertürk
  16. Ömer Can Coşkun
  17. Sizden Gelenler
  18. Süleyman Mete
  19. Sulhi Ceylan

Son Eklenenler

  • Mutlu Olma Sakın

    Sulhi Ceylan
    04.03.2021

  • Reel Politiğin Kâhini: Carl Schmitt

    Muhammed Furkan Kâhya
    03.03.2021

  • Tarih Nedir?

    EdebiFikir
    02.03.2021

  • Yedi İklim – Mart 2021

    EdebiFikir
    02.03.2021

  • Yunus Emre Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar

    Feyyaz Kandemir
    01.03.2021

Çok Okunanlar

  • Ayrılık Sevdaya Dahil
  • Doğruluk ve Gerçeklik
  • Türkçe Sözlükleri
  • Racon
  • Sen de Yaz
  • Poetika Kelimesinin Tanımı ve Mahiyeti
  • Derin Yapılanma
  • Niçin Sevdiniz?
  • Suyum Unum Buğdayım
  • Ölüm Risalesi

Kategoriler

  • 2050
  • 2119
  • Buz Gibi Ofsayt!
  • Cemil Meriç
  • Darbe Gecesi Ne Yaptınız?
  • Deneme
  • Dergi
  • Devrim
  • Dosyalar
  • Edebifikir Haber Ajansı
  • Fikir
  • Günlük
  • Haber
  • Hatıra Saklama Ofisi
  • Haykırış
  • Hikâye
  • Hikmet
  • İsmet Özel
  • Karikatür
  • Kitap
  • Kitap Pusulası
  • Mektup
  • Mısra Güzeli
  • Nümayiş
  • Orada Neler Oluyor?
  • Poetika
  • Portre
  • Sezai Karakoç
  • Şiir
  • Sinema
  • Sorgulama
  • Söyleşi
  • Sözlük
  • Vasiyetim
  • Video
  • Yenilgi

Sayfalar

  • Ana Sayfa
  • Derin Yapılanma
  • Dosyalar
  • İletişim
  • Racon
  • Sen de Yaz

Seçmeler

  • Edebifikir Söyleşileri

    By EdebiFikir
    Davetlisiniz… Abdullah Aydın, 24 Şubat...
  • Anasayfa
  • İletişim
Copyright 2017 - Tüm hakları Edebifikir.com'a aittir...