Az Ekmek ve Buruşuk Poşetler

Elindeki poşeti ses çıkarmasın diye top haline getirip cebine koydu. Cebinin alt kısmı yırtıktı. Poşet üstten girdi, alttan çıktı. Düşmediğini görünce yürümeye devam etti. Açlığın midesine verdiği ağrı rahatsızlık vermiyordu uzun süredir. Çocuk elleri etrafta bir şeyler aramaktan, olur olmadık yerlere ellerini gezdirmekten nasırlaşmış, yetişkin eline dönmüştü. Aynı midesindeki ağrı gibi bu durumu da umursamıyordu. Zaten böyle küçük şeyleri umursayacak vakit yoktu. Sarı duvarların arasındaki dar sokaklarda yürüyordu. Ana caddeyi uzun müddettir görmemiş, saklanarak yürümekten dik yürümenin, sakinliğin, ellerini cebine atmanın rahatlığını unutmuştu.

Duvarlardaki kurşun izlerine takıldı gözü. Büyüklü küçüklü izler, sarı duvarların üzerindeki siyah halkalar. Küçük kara delikler. Belki uzaydaki kara deliği görse bu kadar ürkmezdi. Kendi boyuna uygun bir tanesine uzandı. Parmağını soktu. Parmağı duvarda kayboldu. Siyahlık bulaştı parmağına, kokladı, yüzünü ekşitti. Parmağını üzerine sildi, yürümeye devam etti. Köşeye gelince eğildi, sağa sola baktı. Tüm duvarlarda aynı siyah noktalar mimari bir desen gibi görünüyordu. Az önce kokladığı barut kokusu tekrar hatırlattı kendini. Yine yüzünü ekşitti. Evde bekleyen kardeşleri geldi aklına. Adımlarını hızlandırdı yiyecek bulabileceği bir yer arıyordu. Sıkı sıkı tembihlemişti onlara:

“Ben gelmeden kapıyı kimseye açmak yok.”
“Penceredeki battaniyeleri sakın çekmeyin.”
“Gürültü yapmayın.”

Küçük yaşta olmalarına rağmen, küçük abilerinin her dediğini anlamış görünüyorlardı. Zaten anlamamak için çok da uygun bir vakit değildi.

Çöplükte yiyecek aradı; kırık dökük eşyalar, sinekler ve fareler arasında… Fareler bile açlıktan birbirlerine saldırıyordu. Birkaçı üzerine geldi, tekmeledi. Baş edemeyince kaçtı oradan.

Her girdiği sokakta aynı kurşun izleri içerden mi dışarı yoksa dışardan mi içeri ateş edildiği belli olmayan delikler. Sadece bir siyahlık ve etrafında çatlaklar. Evrenin oluşmasının sembolik minyatürü gibi… Sonuçta her şey bir patlamayla başladı. Dünya her patlamayla değişiyor, yeni evrenler oluşuyor.

Gördüğü her eşya yığının içine elini daldırıyor, karıştırıyor ve bir an önce kardeşlerinin yanına dönmek istiyordu. Korktuklarını düşünüyordu, öte yandan kendisi de korkuyordu. Yanlarında ya da sokakta her yerde korkuyordu. Evde ise tek fark kardeşlerinin korkularını üstleniyordu, onlar rahat uyusun diye. Elini daldırdığı yığınların birinden yüzünü acıtarak çekti. Parmağı kesilmişti. Kan olduğu gibi yere damladı. Bir çocuğun kanı toprağa düştü. Toprak duruma alışkındı, çocuk da… Parmağını üzerine sildi. Kanın durup durmadığına bakmadı. Zaten böyle küçük kesiklerle uğraşacak vakit yoktu.

Oyuncak bir araba çıktı yığınların arasından. Kenara attı. Bir an durdu, içine dolan heyecanla boğuşmaya başladı. O bir çocuktu, yerdeki de oyuncak. Kardeşleri aklına geldi. Karnındaki ağrı biraz daha sert saplandı. Yine de dayanamadı. Duvarın dibine bağdaş kurdu. Oyuncak arabayı eline aldı, sessiz arabaya ağzıyla ses verdi. Motor sesi, virajda kayan tekerlerin ıslıkları, arabaya oturttuğu hayali insanlar… Bir an için nerede, ne yaptığını unuttu. Heyecanını yenemiyor, oyuncağıyla geçirdiği vakit onu büyülüyordu. Gittikçe daha çok kaptırdı kendini, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Arabayı duvara doğru çevirdi, kendince bir kaza yaşatacaktı arabaya. Duvara yaklaşınca çarpışma sesi yaptı ağzıyla:

Gümmmmmm!

Çocuğun arabası ile yakınlara düşen bomba aynı anda patladı. Çocuk korkuyla elindeki arabayı düşürdü. Hızla ayağa kalktı hangi yöne gittiğini bilmeden koşmaya başladı. Koşarken büyük patlamalar arasına küçük silah sesleri de katıldı. Şehir çirkin müziğini tekrar başlatmıştı. Bu havada yaşayanlar bu müzikten nefret ediyorlardı. Bu havayı yaşatanlar ise en güzel şarkının bu olduğunu hep bir ağızdan tekrar ediyordu.

Etrafına bakmadan koşmaya devam etti. Seslerden uzak hangi sokak varsa oraya doğru koştu. Evine ulaşma ihtimalini unuttu. Arkasından gelen var mı diye geriye baktı. Bir anda takılıp yere düştü. Kalkarken bir yerde üzerine kana bulanmış, hafif küflü bir ekmek gördü. Eline aldı. Yerde yatan birine takılmıştı ayağı. Yüzüne baktı, en yakın arkadaşıydı. Korkuyla keder arasında sıkışıp kaldı. Ne yutkunabildi ne de nefes alabildi. Kendini alıştırdığı bu gürültülü dünya bir müddet sonra onu ürkütmeyecekti. Denedi bunu. Ürkmemeye direndi ve yerdeki ekmeği aldı. Poşete koydu. Çok sevdiği arkadaşıyla vedalaşamadan kardeşlerinin yanına gitti. Zaten vedalaşacak vakit yoktu. Zaman burada ölümü doğuran bir nesneydi. Sesler her saniye artarak üzerine doğru gelecekti ve bu asla bir rüya değildi.

Ömer Can Coşkun

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • rauna , 14/01/2015

    Bir çocuğun kanı toprağa düştü. Toprak duruma alışkındı, çocuk da…

rauna için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir