Bir ‘Vav’ da Üç Nefes

Mustafa Emre Akçay öyküsü…

***

Konuşmuyordum. Sözün doğrusu konuşamıyordum. Zihnim dilime ket vuruyordu çoğu zaman. Sözcükler fırtınalı havada uçuşan küçük karıncalardı. Bir türlü yan yana gelemiyor, anlamlı cümleler kuramıyorlardı.

Hep böyle değildi halim.

Ağustosun asfalt eriten, beyin fokurdatan günlerinden biriydi. Yağlı saçlarımı soğuk suya tutup kurutmadan fırladım dışarı. İşe geç kalmıştım. Kayın ağaçlarının gölgesinde serinleyen kaldırımlardan geçerek durağa ulaştım. Genç, alımlı kadın elinden tuttuğu çoçuğuyla 407 numaralı otobüsü bekliyordu. Biliyordum, çünkü buradan başka otobüs geçmiyordu. Kadın uzun fularının ucunu katlayıp boynunun diğer tarafına doğru atarken arkama baktı. Ağzının küçük diline kadar göründüğü sahnede fren sesi duyduğumu hatırlıyorum. Sonrası meçhul. Yetmiş üç kayıp gün… Bir iz, bir ses, bir görüntü, bir dokunuş… Hiçbir şey yok. Yedi uyurlara özenen ruhum bedenime uğramamakta ısrarlıymış anlaşılan.

Yetmiş dördüncü gün kesik görüntü ve seslerle yeniden doğuyorum. Genzime ağır B vitamini kokusu doluyor. Etrafımdakiler uyandığımdan habersiz. Belli ki beyaz çarşafın altındaki bedeni görmezlikten gelmeye alışmışlar. Doktor başlıyor; “Çok yormayın, …vaş tempolu yürüyüş ya… , …kın ha üzmy…” Geri kalanını zihnimde tamamlamaya çalışıyorum. Halim ne kadar vahim? Bilmiyorum.

Eve dönüyoruz. Bütün sülale yarışırcasına ziyaretime koşuyor. Bakışları farklı. Derdime ortak olmak için değil, araba çarpıp iki buçuk ay komada kalan ve mucize bir kurtuluşla hayata dönen bu yaralı bedeni görmeye gelmiş gibiler. Çocukların merakı bir başka… Yatağın yanına diziliyorlar hemen. Bakışlarını yüzümdeki yara izlerine sabitliyorlar. Kafesteki maymunu seyre dalıyorlar sanki. Birkaçına göz kırpıyorum. Göz kırpışımın istemsiz olduğunu düşünüyorlar; kendi aralarında “Bak göz kırptı, kımıldıyor” diyorlar. Sinirleniyorum. Hangi tepkiyi versem kurmalı bebek muamelesi göreceğimi bildiğimden, kıpırdamadan öylece duruyorum. Neyse ki karım yetişiyor. Uzun kollarıyla paketleyip ailelerine gönderiyor çocukları.

Birkaç ay sonra ayaklanıyorum. Ağır aksak da olsa yürüyorum. Boş odayı çalışma ve dinlenme odam yapıyoruz. Küçük penceresi parka bakıyor. Altında çalışma masam, sağında yarısı dolu kitaplığım, yerde ince yeşil desenli bir kilim. Büfede şahsi eşyalarım; nargilem, tahta antika arabalarım, birkaç aile fotoğrafı, yapma çiçekler…

Gece gündüzü daha yavaş kovalıyor. Ay ve güneş boşlukta asılı kalıyor. Ağır çekim ilerliyor hayatım. Karım bu sıradan hayatıma artık renk katmam gerektiğinden bahsediyor. Bir üst sokakta tezhip kursunun olduğunu, tembelleşen parmaklarıma da iyi geleceğini söylüyor. Çocuğuyla anlaşamadığı komşunun evine gönülsüzce giden çocuklar gibi nazlanıyorum. Israrlı. Kıramıyorum.

Sendrom kokan bir pazartesi karımı işe uğurladıktan sonra üstümü giyinmeye koyuluyorum. İnce kaslarımı çalıştırabileyim diye alınan onlarca gömlekten en az düğmeli olanını seçiyorum. Karımın geçmişine rahmet okuya okuya giyiyorum.

Hava soğuk, is, şehri ablukaya almış. Böyle bir şehre uyanmasam da olurmuş diyorum bir an. Dilimi ısırıyorum. Ağaç, böcek, kaldırım taşları söylediklerime şahit oluyor mu diye bakınıyorum. Hiçbiri oralı değil.

Taş binanın giriş katında küçük bir atölye. Üstünde “İlim edeptendir” yazan engin kapıdan giriyorum. Mürekkep kokusu, esans kokusuna karışmış. Duvara küçüklü büyüklü çalışmalar asılmış, rengârenk. 12–13 genişçe masa, yanlarında malzeme sehpaları duruyor.  Masalardan ikisi hariç hepsi dolu. Çoğu yaşlı kursiyerler yazı çalışıyor. Hoca beni görür görmez buyur ediyor. 60’lı yaşlarındaki adam konuşurken kelimeler havada dans ederek ulaşıyor kulaklarıma. Ahenkli, şiirsel… Bu devrin ve şehrin adamı değil, ötelerden… Muntazam diyarların bilgeleri gibi. Elleri ve vücudu, dudaklarının ritmine uyumlu. Gözleri, kalın gözlüklerinin ardından masmavi bir ırmak gibi çağıldıyor. Uzun uzun sohbet ediyoruz. Başımdan geçenleri anlatıyorum. Meğer ne çok şey biriktirmişim, çenemin izin verdiği kadarıyla konuşuyorum. Sözcükler hınzırca oyun oynuyorlar bazen, kandırıyorlar dilimi. Panikliyorum. “Telaş etme” diyor. Elimi avucunun içinde gezdiriyor. Yatışıyorum. Tekrar etmemi istiyor.

Her sabah müsamere çocuğu gibi özenle giyinip atölyeye koşuyorum. Hocam tezhipte özel bir yeteneğim olduğunu düşünüyor. Bir eliyle başparmağımı diğeriyle kafamı tutuyor: “Herkeste bunlardan var ama seninki başka işliyor” diyor. Mutlu oluyorum. Tükenmişlik ve işe yaramazlık duygusu yerini ‘Hayatın bir ucundan da ben tutuyorum’ duygusuna bırakıyor.  Zihnime üşüşen örümcekleri tezhip kalemimle temizlemeye koyuluyorum.

Güneşin tepede asılı kaldığı kavurucu bir yaz günü karım işten eve erken dönüyor. “Hayırdır” dememe kalmıyor. “Hamileyim” deyip lafı ağzımda bırakıyor. Donuyorum. Beklediği tepki bu değildi sanırım. O da öylece hareketsiz kalıyor. Hiçbir şey demeden evden çıkıyorum. Pencereye bakıyorum. Perdeyi aralamış hayretle beni seyrediyor. “Habere üzüldüm mü?” “Hayır.” “Sevinçli miyim?” “Tabiî ki.” Bazen duygularını aşırı yaşayınca tepki değişimi yaşıyor insanoğlu. Aşırı sevincim zihnimin şartellerini attırıyor.

Hocamın kapısına varıyorum. Erken yattığını bilsem de içimdeki arsız çocuk rahat bırakmıyor. Zile basıyorum. Kısa, kesik… Kapı aralanıyor, hocam yarı uyanık açıyor kapıyı. Selamı, özrü unutup; “Bana bir şeyler söyleyin, canımdan can çıkacak, baba olacağım…” diyorum. Az önce esneyip uyuklayan adam canlanıyor. İçeri buyur ediyor. Kütüphanesinin olduğu odaya geçiyoruz. Dört duvar boydan boya kitap. Çocuk saflığında “Hepsini okudunuz mu?” diyorum. Gülümsüyor. Boynunun büküklüğü, belinin hafif kamburunu henüz anlamlandırıyorum. Bildiklerinin ağırlığı altında ezilen bir adama şahit kılınıyorum.

Üst raflardan birinden kalınca bir kitap çıkarıyor. Uzatıyor. “Bunu okumalısın” diyor. Sesindeki kararlılık soru sormamı engelliyor. Sadece “Peki” diyebiliyorum.

Geceden sabahı kitapla ediyorum. Kitap, ölüm ve yaşamı konu alarak varlığı anlamlandırma çabasında. Elimde kalem, önemli yerleri not ediyorum. Sonlarına yakın bir bölümde uzun bir paragraf şöyle bitiyor; “Cenin vava bürünüyor. Elif oluyor, ayaklanıyor genç adam. Kendini ‘bir şey’ sanıyor. Son deminde vava rücu ediyor tekrar. Anlıyor, başı sonu eğri bir ‘vav’a bakıyor.”

Buldum” diyorum. Bulmuş olmanın rahatlığı uykumu prangalarından kurtarıyor. Göz kapaklarım ağırlaşıyor. Yatağıma uzanıp, elimi karımın karnında gezdiriyorum. Kulağına eğilip; “Allah hayırlı kılsın” diye fısıldıyorum. Dönüp gözlerime bakıyor. Dudakları yay gibi geriliyor, gülümsüyor.

Ertesi gün ve gece boyunca odamdan çıkmıyorum. Halime alışkın karım, yuvarlak bakır tepside yemek getiriyor yine. Birlikte yiyoruz. “Yemek sonrası nargile de ne güzel giderdi” diyorum. “Zinhar olmaz” diyor. Kendimi azarlanmış hissediyorum. Sinirlendiğimi belli etmemeye çalışıyorum. Anlıyor. Başını omzuma yaslıyor.

Ay tepeye ilişince bir gece önce yazdığım notu duvara yapıştırıyorum. Yeni bir sayfa ve kalemlerimi çıkarıyorum. Bir saat içinde kâğıdı doldurmuş oluyorum. Sabah ilk iş çerçeveletiyorum. Hocama gidiyorum. Önce kitabı uzatıp teşekkür ediyorum. Usulca başını sallıyor. Tabloyu kartonundan çıkarıp kendisine çeviriyorum. Gözlerini kısıyor; “Kitabı anlamışsın, çok belli” diyor. “Sergimizde mutlaka başköşede olmalı, benim için muhafaza eder misin? ” , “Tabiî ki ne demek…”

***

Sergi günü…

Bol düğmeli beyaz gömleği bir çırpıda giyiyorum. Tablomu dolaptan çıkarıp son kez, özenle tozunu alıyorum. Elif ve vav yerli yerinde… Vav sayfanın üst kısmında, kuyruğu havaya bakacak şekilde duruyor. Elif vavın altında, alt tarafı sağa çentikli şekilde dikilmiş. Vavın sırtı elifin başına yaslanmış duruyorlar.

Salondan boğuşma ve kahkaha sesleri geliyor. Kapıyı aralıyorum. Birkaç dişli, seyrek saçlı, emekleyen oğlum; birkaç dişli, seyrek saçlı yanında diz çökmüş, kendisini güldüren babamla oyun oynuyor. Bir kez daha anlıyorum “İnsan bu… Başı sonu eğri bir ‘vav’a bakıyor.”

Mustafa Emre Akçay

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Ebu Mübeyyen , 19/02/2016

    Çok sabit fikirli birimiyim nedir. Mûcizelerin 632’de son bulduğuna inanırım hep.

    Yazmak, emek vermek takdir için yeterlidir diye de düşünürüm.

Ebu Mübeyyen için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir