Çadır Evde Görülen Rüyalar

Kenarda biriktirdiği çamaşırları alıp çıkarken, bebeğini uyandırmamak için dikkat ediyor, işleri bir an önce bitirmek için telaşlanıyordu. Küçük kızı perdeyi açıp içeri girince kardeşini işaret edip fısıldadı.

– Biraz daha sessiz ol, işleri bitirene kadar uyusun.

Küçük kız annesinin uyarılarına alışıktı.  Altı yaşında olmasına rağmen işlerinde yardım eder, kolu kanadı olurdu. Sessizce dışarı çıktılar.

– Kova ile tası, ocağa getir Zeynep!

Küçük kız denileni yapmak için koşarken, kocası ile iki oğlunun çalıştığı tarlaya doğru, sağ elini alnına siper ederek baktı. Orada olduklarını bilmesine rağmen, girip çıktıkça göz ucu ile de olsa kontrol etmeyi ihmal etmezdi. İşçiler, tarlanın uç tarafında çalışıyorlardı.                                    Öğle yemeğinin piştiği küçük ocağa yöneldi, eşi ve oğullarını gönderdikten sonra koyduğu fasulyeyi karıştırıp, ateşe birkaç dal parçası daha attı.

– Anne getirdim.

Kızının büyük ocağın başında beklediğini görünce ilerledi.

– Ben diğerlerini yıkarken, seninkileri küçük leğende yıkayacak mısın?

Küçük kız sevindi, annesinin yanında iş yapmaktan hoşlanırdı. Koşarak küçük leğeni almaya gitti. Kızının arkasından gülümserken, koşturmalarından güç aldığını hissetti.

Memleketten uzakta, her yıl mevsimlik işçi olarak gelirler, kaldıkları süre içerisinde kışı kurtaracak kazancı, ancak kazanıp dönerlerdi. Akrabalarından çalışanlar da vardı burada. Çadırlar kurulur, komşuluklar yapılır, küçük bir köye dönerdi. Tarlada çalışanlar öğle molasında yemeğe gelir, sıcağın altında yanan insanların bedenleri hafif uyku ile toparlanır, işin bitmesi için bazen gün batımına kadar çalışırlardı.

Büyük ocak üstünde dumanı tüten kazandan kovaya su alırken, kızı leğeni getirmişti bile.

– Benimkine de su dök anne!

– Tamam tamam! İyi yıka ama! Mis gibi olsun, tertemiz giyersin.

– Ben yıkamayı öğrendim, benimkileri yıkıyorum hep.

Yanağından kocaman öptü. İş yapma merakını seviyor, yaptığı işlerin eline yakıştığını görünce içten içe gururlanıyordu.

– İnşallah, talihin benimkine benzemez, Allah yüzünü güldürür.

İki elden işe koyulurlarken, kulağı, çadırda uyuyan bebeğinde idi. Ablası avutmayı becerse de, çamaşır günü daha bir yorucu olunca, uyuması işlerini kolaylaştırıyordu.

– Anne, talih ne demek?

– Talih?

– Az önce dedin ya, talihin benimkine benzemez inşallah, diye. Ne demek?

– Ha, geleceğin yani! Büyüyeceksin ya, o zaman evlenip gidince rahat edesin diye.

-Ben evlenmeyeceğim. Seni bırakmam.

Güldü, kovadan bir tas su alıp leğene döktü.

– Şimdi öyle denir ama insan eninde sonunda yuvadan kuş gibi uçar gider.

– O ne demek?

– Gelin olacaksın, bizden uzakta kendi evin olacak.

– Ben senden ayrılmam, kardeşime de bakarım.

– Şimdi değil zaten gülüm, büyüyeceksin, ondan sonra.

– Dedemleri çok özledim.

– Bende özledim. Akşam babanın telefonundan konuşalım.

Bir gözü yemeğin piştiği ocakta idi. Ateşin zayıfladığını görünce kalktı, ellerinin köpüğünü şalvarına silerek ocağa vardı. İki odun attı, yemeği karıştırıp kapağı kapatırken, yanında bulgur pilavını sevdiklerini düşündü. Yeni yaptığı turşuyu açma vaktinin geldiğini de hatırlayınca, yemek işi tamam, diye düşündü.

– Kolay gelsin!

Ses çok zayıf çıksa da, tanıdık olduğu için sesin geldiği yöne baktı. Başında, beline uzanan beyaz yazması, sol elinde baston, sağ elinde tespihi ile su arkının kenarından ağır adımlarla gelen Emine Nine idi. Eşi öldükten sonra oğlunun yanında kalıyordu. Oğlu, gelini ve torunları çalışmaya gidince yalnızlıktan bunalır, çoğu zaman diğer çadırları ziyaret ederdi.

– Hoş geldin nine, gel hele! Kızım ninene minder getir, çocuğu da uyandırma!

Küçük kız annesinin dediğini yapmaya koşarken, ellerini durulayıp kalktı, yaşlı kadının koluna girip, yürüyüşüne uyarak ocağın başına getirdi.

– Kızım şöyle koy minderi! Sırtını güneşe ver nine, gözünü almasın, hem sohbet ederiz.

Yaşlı kadını yavaşça mindere oturttu. Bastonunu yanı başına koydu, yazmasını düzeltti.

– Sağ ol kızım, dert görme, ömrün uzun olsun, ayağına taş değmesin.

– Nasılsın, iyi misin?

– Çok şükür, Allah bundan geri koymasın. İyi olsak ta yalan gayrı, iş yapamaz olduk.

Ocağa büyük dalı yaklaştırdı. Kovaya birkaç tas sıcak su doldurup, kızının leğenine birazını döktü,  geri kalanı kendi leğenine boşalttı.

– Sen, bu zamana kadar yaptıklarına sayacaksın nine! Gençken, çok koşturmuşsundur, şimdi dinleneceksin.

– Vah vah! Gençlik mi? Gücümüz tükenmeyecek sanırdık. Derede tepede, oradan oraya koşturur dururduk. Hepsi yalan oldu. Şimdi gün sayıyoruz, Allah imandan ayırmasın!

– Amin! Sen namazını kıl, tespihini çek, bol bol dua et.

– İnsana yük gibi geliyor kızım. Yıllardır çocukların yanındayım, bir de bana sor!

– Neden öyle dersin yoksa yüzlerini ekşitiyorlar mı?

– Yok, Allah için şikâyetim yok ama işte!

Yaşlı kadın bir taraftan konuşuyor, diğer taraftan küçük kızı izliyordu.

– Maşallah, çok güzel iş görüyor, eli yatkın.

– Bana hep yardım eder ninesi, kardeşine de bakıyor.

Durulama kovasına aktardığı çamaşırlar çoğalmıştı. Kalktı, yemek ocağına yönelirken, yaşlı kadının kızına yaptığı iltifatlar devam ediyordu. Ocağın üzerindeki tencereyi yan tarafa koydu. Pilav tenceresini alıp yağ gezdirdi, kısa sürede pilavı pişmeye hazır hale getirip, ocağa birkaç dal parçası attı, yavaş yavaş pişmeye bıraktı. Çadırdan ağlama sesi duyunca kızına seslendi.

– Kızım, ninene bir su götür! Ben çocuğa bakıp geliyorum.

Çadıra girerken yüzündeki teri sildi. Bebeğinin altını değiştirip kucağına aldı, emzirirken her zamanki gibi ninni söyleyince, bebeği uyuyuverdi. Ağır adımlarla çadırdan çıkarken, kızının yaşlı kadını kaldırmaya çalıştığını gördü.

– Oturuyorduk nine, nereye gidiyorsun?

– Sağ ol kızım! Ağır ağır gideyim, senin işin çok.

– İş bitmiyor, bana engelin yok. İlgilenemedik, kusura bakma!

– Kusuru olur mu hiç! Yine gelirim, uzakta değiliz.

– Kız götürsün seni.

– Yok yok! Giderim ben.

Yaşlı kadın uzaklaşırken, çamaşıra döndüler. Kazana büyük bidondan su ilave etti.

– Anne, sen de yaşlanacak mısın?

– Herkes yaşlanacak. Sen benim gibi büyüyeceksin, ben de yaşlanacağım.

– Büyümesek olmaz mı? Sen böyle kalsan, ben de böyle.

– İyiymiş bu! O zaman tüm işleri hep ben mi yapacağım?

– Ben yardım ederim hep! Hem yaşlanırsan, ben sana bakarım.

Yüzünde tebessüm artarken, küçük kızın burnuna köpüğü sürüverdi.

– Biliyorum, kızım benim.

Güneş tepeye vardığında ortalık iyice ısınmış, tarlada çalışanlar öğle molası için gelmişlerdi. Sofranın hazırlanmasına çocukları yardım ediyor, eşi, bebeği kucağına almış, memleket havası söyleyerek avutuyordu.

Gün bitip akşam olunca, yorgun bedenlerin her biri bir tarafa kıvrılıyor, cırcır böceklerinin sesleri arasında, yeni güne hazır olmak için erkenden uyuyakalıyorlardı. Ama hepsinin gördükleri rüyalar, uyudukları çadırlardan çok uzaklarda geçiyordu.

Cemil Köksal

 

Toprak Damdan Çadır Eve

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir