Kendini Patron Sanan Adam

Artist Ferhat, boylu poslu, yakışıklı, yakışıklı olduğu kadar da pimpirikli bir adamdı. Her gece erkenden uyur, sabah da erkenden kalkardı. Kendisinin kitap okuduğuna kimse şahit olmamıştı, ama o sürekli kitabî konuşurdu. Gür sesiyle, harflerin üzerine basa basa hitap etmesi, her harf ve kelimenin hakkını vermeye âzamî  gayret  göstermesi insanların dikkatini çekerdi.

İktibas mı yoksa kendisine mi ait bilinmeyen, belki de hiç bilenmeyecek büyük sözler sarf ederdi. “Bugün güzeldir yarından.” sözü âdeta hayatının mottosuydu.

Bazen vaaz kürsüsüne kurulmuş insanları cehennemle korkutan, cennetle müjdeleyen bir vaiz olur, bazen de hiç kimsenin bilmediği tasavvufî muhabbet ve marifet basamaklarından bahseden bir dervişe dönüşürdü.

Ferhat, ömründe bir kez olsun gamlanarak mehtabı seyretmemiş, yıldızlara farklı anlamlar yüklememiş, ne bir kadını sevmiş ne de bir kadının cemâlini aya, gözlerini yıldızlara, gülüşünü de güneşe benzetmişti. Mecaza mesafeli durur, tevilden hoşlanmaz, her şeyin bir denge üzerine yaratıldığını benimser, farklı anlamlar yüklemeyi abes karşılardı.

Mutluluk ve mutsuzluk gibi iki uç durumun ancak ham insanlarda bulunduğunu düşünür, orta yolu gözetmeye çalışırdı. İkisi arasında bir tercihte sıkışıp kalırsa, mutsuzluğu seçerdi. Ona göre mutlu insanlar hiçbir zaman doğru kararlar alamaz ve bu durumlarda yaptığı seçimler hep baş ağrıtırdı. Ayrıca hiçbir şeyde ısrarcı olmazdı. Ona göre ısrar, kaybetmeye temâyülü olan insanların işiydi ve bir meselede ısrar eden onu kaybetmeye mahkûmdu.

Kendisini bir aristokrat gibi gören ve çevresindekilere de öyle gösteren Artist Ferhat, aslında hafif sanayide çalışan bir işçiydi. Fakat o, diğer işçiler gibi kaçırdığı servise üzülmez, otobüslerin peşinden koşmaz, koltuk kapma yarışına girmez, insanların birbirlerine yapışık hâlde yaptığı yolculuklardan hoşlanmaz ve tıka basa dolu olan hiçbir toplu taşıta binmezdi. Ferhat’ın en bariz özelliklerinden biri de mütemadiyen işe geç kalmasıydı. Fakat işe geç kalması bir tembelliğin tezâhürü değil, kendi ihtiyarıydı.

İşe geç kalma meselesinden ötürü birkaç işyerinden kovulmuştu ama bu huyundan da vazgeçmemişti. İşyerine yarım saat geç gider, müdüre, ustaya, iş arkadaşlarına günaydın bile demeden, işbaşı yapmadan çay ocağına yürür, çayını alırdı.

Müdürün, ustanın verdiği işi hemen yapmaz, on beş yirmi dakika sonra kendi isteğiyle yapıyormuş gibi davranır, kendince bir mukavemet gösterirdi.  Patron ve ofis elemanlarından biri laf atmadıkça konuşmazdı. Kendisini ustanın, müdürün hattâ patronun bile patronu olarak görürdü.

İşçilerle konuşma lütfunda bulunur, onların dur durak bilmeden siyaset, futbol, dizi ve kadınlar hakkında konuşmalarını hoş karşılardı. Böyle basit şeylerle mutlu oldukları için ara sıra onlara imrenirdi. Hattâ bir ara iş arkadaşlarının arasına katılmayı denedi. Her gün bir dizi izliyor, futbol sonuçlarından haberdar oluyor, kimin şampiyon olacağına dair tahminler yürütüyordu. İç ve dış siyasette analizler yapmaya başlamıştı. Bir kadını hayatına dâhil etmiş, onunla mesajlaşmaya başlamış, bir haftada iki kez de yemeğe götürmüştü.

Ona göre bütün bunlar zırvalamaktan öte bir şey değildi. Bu saçmalıklara yirmi bir gün dayanabilmiş, ardından kendi kuytusuna çekilmişti.

Artist Ferhat, iki yıldır her sabah işe kovulma niyetiyle gidiyor ama beklediği bir türlü gerçekleşmiyordu. Kovulmaktan umudunu kestiği ve kendinden emin bir şekilde işe geldiği sabah ise, muhasebeye çağırılıp işten çıkarılması ağır gelmişti.

Dört gün üst üste işe geç kalınca, Cuma sabahı müdür, muhasebeye çıkmasını ve hesabını almasını söyledi. Klasını sarsmamak için burnu havada bir şekilde iş yerinden metro durağına yürüdü. Metroya bindiğinde bir koltuk boştu. Sanki ona tahsis edilmiş ve onun gelmesini bekliyormuş gibi. Koltuğa kasılarak oturdu. Üç durak sonra tıklım tıklım olan metroda, insanları süzmeye başladı. Bir ân bu kadar turistin, bu kadar işsiz güçsüz aylak aylak dolaşanın, okulu asmış haylaz talebelerin, ihanete uğramış kadınların, kadınların yüz vermediği erkeklerin, yürümekte zorlanan nenelerin, güzel bir kız gördüğünde, dünyaya erken gelmişiz diye hayıflanan dedelerin hülâsa bu metronun patronuyum diye düşünmeye başladı. Hiç şüphesiz bir işyerinde standart elli kişinin patronu olmaktansa, sürekli devir daim yapan yüzlerce kişinin patronluğunu yapmak daha keyifliydi. Koltuğuna tekrar yaslanıp bacak bacak üstüne attı. Her durakta kırmızı butona basarak eski işçilerinin inişlerini, yeni işçilerinin de binişlerini büyük bir hazla seyretmeye başladı.

Celal Kuru

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Edebifikir Takipçisi , 29/06/2018

    Neden 21 gün dayanmış?

    • Öykü Takipçisi , 29/06/2018

      Öncelikle dayanmış değil, dayanabilmiş. Modern zamanlardan önce bir şeyin insanda meleke hâlini alması, alışması için kırk gün gerektiği söylenirdi. Modern zamanlarda ise bunun yirmi bir güne düştüğü söyleniyor. Yazar muhtemelen buna vurgu yapmak istemiş. Ya da hedefe bir adım kala pes ettiğimizi. Her okuyan kendi anlamını çıkarır tabii.

  • Süleyman , 28/06/2018

    Vasat bir öykü.

    • İsa , 30/06/2018

      Çok adam tanıdım ama “artist Ferhat” gibisini asla…:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir