
On bir numaralı odaya geçmek istiyorum. Genişçe bir ayna var orada; izlek mahalli. Diş fırçaları, tıraş takımları, palaskalar, çamaşır makineleri, zeytinyağlı şampuanlar ve daha bir sürü ıvır zıvır. Umumun değil eşya, hepsi benim. Kim girdiyse oraya eşya onundur, ayna emir kullarını bütünler çünkü. Orantılar bizi ayna, hizaya çeker, pay oluruz.
Her birimizin güzelliği müstakildir. Odaya girmeye talipsem eğer aralarında en güzelleri ben olurum, bir diğerimiz talipse en güzelimiz o olur.
En geç on beş dakikaya on bir numaralı odaya girmeliyim ve aynaya bakmalıyım. Acaba uzun uzadıya aynaya bakar ve parmak uçlarıma basarsam omuzlarım da genişler mi? Belki biraz zayıflarım. Kesin sakallarım uzar ama. En az üç santim uzarlar. Üç değilse altı, dokuz ya da on santim uzarlar. O kadar açık ve net ki bu… Diğerleri hep bir ağızdan uykuya dalmışlar. Eğer ağırlaşıyor ve rüya görüyorlarsa muhakkak çirkinleşirler. Şeksiz şüphesiz, muhakkak çirkinleşirler.
Yavaş yavaş huzmeleri kabullenmeyi öğreniyorum galiba. Diklemesine, Orhun Kitabeleri gibi on dakikaya bir burnumun üzerinde ışıldıyorlar. Kesik, mat, tozlu ve sarı hatlar halinde. Bir görünüp bir kayboluyorlar. Kulaklarım eskidi yalnız, kısmen burnum ve biraz alnımla bakıyorum kitabelere. İki gün evveline kadar idare lambalarından farkı yoktu gözlerimin. Oysa şimdi… Oysa şimdi hiyeroglifleri ancak burnumla okuyabiliyorum.
Muhakkak o odaya girmeliyim. Uzandığım ranzadan üç metre kadar uzakta. Üç; sade maden suyu, limon ve griplinle seyreltebileceğiniz tek rakam. O yüzden üç metre uzakta. Üstelik üçün katlarına bir eklerseniz aynalarla asla sorun yaşamazsınız. Üç altı dokuz, dokuza bir ekle on. On vasıtadır. Çok seviyorum onu. On yirmi otuz kırk elli, bir elli daha ve yüz. Yüz! Bazen altmıştan devam edebiliyorum katlara; altmış yetmiş seksen doksan ve yüz! Yüz! Nihayete varmasa da altı cihette hatırı sayılır yüzümün. Üçüncü dönem Melâmilerine benzetiyorum onu; itikâdı alacalı, niyeti hâlis, ameli bozuk… Fakir tavuğu tek tek yumurtlar ya hani, yüz de benim kibirli sayılarıma çanak tutar. Çanak tutmakla kalmaz, kan kusturur. Derler toplar hem, kol kanat gerer. Üstelik çarık diken, koyun güden, hallaç vuran ve demir döven kim varsa sever onu.
Ya bin öyle mi? Tam bir piç kurusu! Bilhassa ense köküme musallat oluyor bu gece, bazen saç diplerime ve diş etlerime. Kısa ama etkili katlarla. Şak! Nane aromalı merhemi kulaklarıma, oradan ciğerlerime çekiyorum. Şak! Şak! Uykularında bile güzel kalmayı becerenler olup bitenin farkındalar. Tastamam iki kişiler zaten, etliye sütlüye karıştıkları yok. Bu kez uzun ve yankılı katlarla. Şaaak! Kamçısını şaklatıyor ve gerisin geri üçe dönüyorum. Şaaak! Üç altı dokuz, dokuza bir ekle on. Serinliyorum bir nebze. On yirmi otuz kırk elli, bir elli daha ve yüz. Yüz! Gayet iyi gidiyorum bu sefer. Yüz iki yüz üç yüz dört yüz beş yüz. Ha gayret! Beş yüze beş yüz ekle bi… Şaaak! Haydi sil baştan.
Bin ve katları adama nasıl kan kusturuyormuş bu gece daha iyi anlıyorum. Bin; konumu gereği vasıta olmakla beraber en fazla varsayımdır. Parola yüz ise bin işarettir. Güven telkin etmez, asla güven telkin etmez. Şehre yakın mevzilere pusu atar. Üzerinize geliyorsa puşi bağlar, koynunda el bombaları, ceplerinde molotoflarla saldırır. Ahlâki bir çöküntü, militarist bir kurumdur bin. Aç karnına kolonya içer. Şaaak! Katları hiyeroglifleri ayartmaya dünden razıdır. Bir görünürler bir kaybolurlar. Temelli teslim olmamalı, fakat tüm gücünüzle müsademeye girmekten de çekinmelisiniz. Yirmi bine, otuz bine ve hatta kırk bine güç bela katlanabiliyorum, fakat elli binin katları gayya kuyuları gibidir.
Gayya kuyularından fırlayıp salona, oradan on bir numaralı odaya geçmek üzereyim. Gözlerime kötü kokular geliyor.
‘’Neredesin oğlum sen? Yarım saattir seni bekliyoruz hayvan oğlu hayvan! Şu postalların haline bak, Allah’ım ya! Güzelim yatağı mahvetmişsin, hemen yakanı paçanı düzelt şarjörlüğe gel, nöbetçi astsubay seni bekliyor!’’
İşte; elleri ve kolları olan bir kitabe daha, konuşmak için ağzını, yürümek için ayaklarını kullanıyor. Ölmek üzere çirkin ve geçimsiz. Koluma güzel, çok güzel biri giriyor sonra. Güzel aynalara bakmayı bilen, güzel bir yüz. İki yüzden biri. Belki yüz merdiven sonra iniyorum aşağıya. Alacağımı alıyorum, yüz metre kadar ilerliyoruz.
***
‘’Namlu bidona! Şarjör çıkar! Kurma kolu çek! Kurma kolu bırak! Emniyet aç! Tetik düşür! Emniyete al! Şarjör tak! Müsademe ihbarı gelirse telsizden anons geçmeyi unutmayın, kafanızı patlatırım yoksa! İkili sırayı bozmayın sakın! Muzaffer, kuzular sana emanet kaptırma çakallara. Dolunay yarına kalmaz tam olur, her taraf ışıl ışıl oldu zaten, aman ha aman! Alooo! Kime diyorum lan? Uzat kolları, ha şöyle! Haydi bakalım, marş marş!‘’
‘’Emredersiniz komutanım!’’
***
‘’Komutanım! Şeyy… Afedersiniz, ancak gelebildik.’’
‘’Ooo, paşam şeref verdiniz! Biz de hazreti bekliyorduk doldur boşalta!’’
‘’Estağfurullah komutanım.’’
‘’Neyi var bunun?’’
‘’Kor gibi olmuş komutanım, üç gündür bu halde, neredeyse alev alacak fakir. Kan ter içinde kalmış. O kadar söyledim bari yedek listesine yazmasalardı. Dün revire saldırmışlar malum, elimiz kolumuz bağlandı.’’
‘’Ee, ne yapalım yani? Boş mu kalsın mevziiler? Mangal mı yakalım çatıda?’’
‘’Üç sene olacak tek bir nöbete geç kalmışlığı yok garibin. Ben kefilim komutanım, vallahi ben kefilim. Dile kolay, neredeyse bin gün… Yeminim şart olsun o insafsız çavuşun işgüzarlığı!’’
‘’Sesini yükseltme lan! Tamam, freze yapma anladık! Yalan yere yemin etmekten ağzın burnun yer değiştirecek bir gün haberin yok! Hıyarağası seni! Söyle o zırtapoz çavuşa hemen yanıma gelsin, bununla da sen ilgilen, bu halde nöbete çıkamaz belli, iyice patates olmuş.’’
‘’Sağ olun komutanım! Pekii… Peki tutanak?’’
‘’İlkini çavuşa yamarız. Eee, kime niyet kime kısmet. Ama kaçarı yok, sakaldan yiyecek şehzade. Yemezse gargara yapar. Şuna bak, ihrama giren hacılara dönmüş çakal! Hele bir iyileşsin, mühimmat taşırken aklı başına gelir!’’
‘’Daha bu sabah tıraş olduğuna yemin edebilirim komutanım. Tanıdığım en nizami asker, hayatta disiplinden ödün vermez, öleceğini bilse yine tıraş olur. Siz benden iyi bilirsiniz onu. Vallahi billahi ha bu gözlerimle gördüm tıraş olduğunu! Allah Allah, nasıl olur? Daha bu sabah…’’
‘’Kes tıraşı, yeter, tek bir laf duymak istemiyorum! Kazan dairesinden dünkü listeyi getir hemen! Haydi bakalım hacıağa, sen de doğru koğuşa!’’
‘’Emredersiniz komutanım!’’
***
Saat üç olmalıydı. Üç değilse altı, dokuz ya da on olmalıydı. Ellerimin üzerinde yüz metre kadar yürüdüm, belki yüz merdiven sonra odaya, oradan da aynaya vardım. Neden sonra yüzüm düştü bilmiyorum. Kulaklarımın ucuyla aynaya baktım.
Kulaklarım! İnanamıyorum, ne kadar yaşlanmışlar!
Bahadır Dadak
Son Yorumlar