Lâdes

Nehrin kenarına sıralanmış nargile dükkânlarının sonuncusunda tütün sarıyordu adam. Tarihi iş hanıyla bayıra çıkan caddenin kesiştiği dört yol ağzında onları gördü. Dizindeki kitapla beraber tuttuğu günlüğün içerisinde ne kadar sesli harf varsa hepsi birden yere dökülüverdi. Toplayabildiği kadar a harfini ceketinin iç cebine doldurdu adam. Öylesine çok a harfi vardı ki cebinde, yürürken sol omzu dirsek hizasına kadar geriliyordu.

Yere baktı adam. Tek bir hece yoktu yerde, ama milyonlarca sesli harf ayak bileklerine kadar yükselmişti. Yürümeye çalıştı, fakat yalpalıyordu. Dengesini sağlayabilmek için biraz e harfi aldı yerden ve ceketinin sağ iç cebine doldurdu.

Onları gördüğünde tütün kâğıdını ıslatmak için sigaranın oval kısmını diline götürüyordu.

Tarihi iş hanının hemen girişindeki manavdan elma alıyorlar, bir yandan da pala bıyıklı pis herifin dörde bölüp bıçağın ucunda onlara ikram ettiği ufak dilimleri afiyetle yiyorlardı. Adamın biri, elmanın son dilimini eşinin ağzına götürürken, diğer eliyle de küt saçlarından yüzüne sarkan perçemleri kulağına iliştiriyordu. Sonra, yine gözlerinin içine bakıyordu kadının, bir yandan kanatlarını kokluyor, bir yandan kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Adam, on beş saniyede bir aynını yapıyor, kadın her defasında kanatlarını biraz daha gererek kahkahayı patlatıyordu.

Alışverişleri bittikten sonra, manavın sol çaprazında kalan bisiklet dükkânının kenarında durup birbirlerine bakmaya başladılar tekrar. Gözlerinin içine içine bakıyordu her ikside. Etraf çok kalabalıktı; bir sürü karıncayiyen, mantis karidesleri, sepet yıldızları, zürafa bitleri, kel uakari maymunları, mavi balinalar, peygamberdeveleri,  peygamber olduklarını iddia eden adamlar, çorap tüccarı kadınlar, rastalı saçları ve Hint işi elbiseleriyle etrafta fink atan kızlar…

Ceplerinden harfler fışkıran adam, caddenin karşısından küt saçlı kadını ve onunla ilgilenen adamın hareketlerini an be an izliyordu.

Sonra ortalık birden alevleniverdi. Hint işi elbiseli kızlardan biri şarabı fazla kaçırmış bir denizgergedanının boynuzuna saplanınca, ortalığı bir toz dumandır aldı götürdü. Askerler, peygamberdeveleri ve sivil halk birbirlerine girdiler. O hengâmede heder olmamak için, küt saçlı kadın ve adam iş hanının çıkışından kent merkezine kıvrılan patikaya doğru koşmaya başladılar. Birkaç saniye içinde gözden kayboluverdiler.

Harflerin ağırlığından dizlerine kadar toprağa gömülen adam, ceplerindeki harflerin yarısını karıncayiyenlere dağıttı ve ayaklarını topraktan çıkarıp yürümeye başladı. Eski saat kulesinin karşısındaki kasaptan biraz Pudu geyiği eti aldı ve yine nehrin çevrelediği yolu takip ederek kent meydanına doğru yürümeye devam etti.

Bir saat kadar böyle yürüdükten sonra, ceplerindeki harflerin tümünü nehre atarak evine gitti adam. Yorgun hissetmiyordu, ama yüzü solgundu. Zili çaldı. Küt saçlı kadın her zamanki gibi güler yüzle açtı kapıyı. Hiç oralı olmadı adam. Kilerden satırı aldığı gibi geyiği parçalamaya başladı. Şöyle mis gibi bir yahni yapması için etleri güzelce istifledi karısının önüne. Kadın gülümsedi. Adamın yüzü sapsarı kesildi. Birkaç saat sonra mükellef bir sofra hazırlayıp salona kuruldular karı koca. Karıncayiyenlerle arasının nasıl olduğunu sordu küt saçlı kadın, adam, saçlarının yeni halini beğendiğini söyledi. Gülümsedi kadın ve kanatlarını titretmeye başladı. Adam hiç oralı olmadı, hızlı hızlı yemeğini yiyor, yüzüne bile bakmıyordu kadının.

Yemeğin ortasına doğru dişine takılan kemiğin acısıyla irkildi adam, tencerenin içinde kalan son parça eti alıp kemiğinden ayırdı ve eşine uzattı. Şaşırdı kadın. Kemik, tutma ucu aşınmış bir sapanı andırıyordu. İki saattir ağzından tek kelime çıkmayan adam gülümsedi ve uzun uzadıya karısının gözlerine bakmaya başladı. Karısının elinden kemiği aldı ve sapanı andıran kemiğin ince uçlu kısmını ona doğru uzattı.

Haydi dedi, ‘’Lâdesim lâdes olsun mu?’’

Saçlarını kenara doğru savurup ellerini boynunda gezdiren kadın, korktuğunu belli etmemek için kanatlarını kısıp gülümsedi. Yüzünün aldığı donuk, aptal ifadeden utandı adam ve sesini yükselterek teklifini yineledi, ‘’Haydi, var mısın lâdese?’’

Mecbur, ‘’Varım’’ dedi kadın.

Kemiğin ince ucunu kadına uzatarak tekrar sordu adam, ‘’Lâdesim lâdes olsun mu?’’

‘’Olsun!’’

‘’Ben kazanırsam kanatlarını alacağım, sen kazanırsan dile benden ne dilersen!’’

‘’Peki, nasıl istersen’’

Kemiğin yassı ucunu kırıp tabağın kenarına iliştirdi kadın. Masaya koyduğu elmalardan birini yemesi için adama uzattı sonra. Sesini bir perde daha yükselterek, ‘’Aklımda!’’ dedi adam. Elmadan koca bir ısırık aldı, ardından gülümsedi ve kadının gözlerinin içine içine bakmaya başladı.

İyiden iyiye işkillenen kadın gözlerini kaçırıyor, adamın yüzüne bakamıyordu. Tek kelime etmeden öylece oturdular. On beş dakika kadar sonra, mutfaktan aldığı tirbuşon demiriyle burnunu yerinden çıkaran adam, kadının yanı başında duran meyve tabağının kenarına koyuverdi burnunu.

‘’Aklımda!’’, dedi kadın fısıldayarak.

Gözlerinden süzülen yaşlar yanağına doğru akmaya başladı. Gözyaşlarını bastırmak için hızlıca masadan kalktı ve bulaşık suyunu ısıtmak için mutfağa doğru yürümeye başladı.

Kadını takip eden adam bu kez kulaklarını uzattı ona, ‘’Aklımda!’’, dedi kadın sessizce.  Mosmor kesilmişti ve artık ağladığını saklamıyordu adamdan. Bir yandan kanatlarını yüzüne kapatıyor, diğer yandan hızlıca bulaşıkları yıkamaya çalışıyordu kadın. Bulaşık süngerini tabakların üzerinde öyle hızlı ileri geri sürüyordu ki, adamın boylu boyunca bütün derisini bedeninden sıyırıp, ipek bir entari gibi katlayıp kendisine uzattığını fark edemedi.

‘’Sevgilim, bu mevsimde üzerinde çok güzel duracak’’, deyip uzatıverdi adam derisini kadının kollarına.

‘’Aklımda!’’, dedi kadın sesini yükselterek, ‘’Aklımda!’’

Yüzünün rengi, tüyleri tarazlanmış Pudu geyiğinin kaba etleri gibi kıpkızıl kesilmişti. Arı kuşlarını andıran bir telaşla kanatlarını olabildiğince hızlı çırpıyor, omuzlarını kaldırıp küt saçlarının kapattığı boynunu göğüs hizasına getirip hıçkıra hıçkıra ağlıyordu kadın.

Ekmek sepetinin üzerinde ki yemeniyi alıp mutfaktan çıktı adam. Kadın, kocasının nereye gittiğine bakmak için geriye doğru döndüğünde adamla göz göze geldi. Adam, el işaretiyle küçüğünü yuttuğunu imâ ederek, yemeniye sarıp getirdiği büyük dilini uzatıverdi kadının kollarına.

‘’Aklımda!’’, dedi kadın, ‘’Aklımda, aklımda, aklımda! Mıhlandı oraya anlıyor musun? Aklımda!’’

Heyecandan meyve tabağını lavabonun içine düşürdü kadın. Tir tir titremeye başladı, kırılan parçaları toplamak isterken elini kesti sonra. Elinden süzülen kandamlaları, henüz yıkayıp kurulamaya bıraktığı tabakları ıslatınca, mutfakta ne kadar tabak çanak varsa hepsini yere çalmaya başladı. Kanatlarını öylesine hiddetle çırpıyordu ki, adam, kadının ellerini görmekte zorlanıyordu. Sesiyle ağlamaya başladı kadın, bağıra bağıra, hüngür hüngür ağlıyordu. Göğsüne iliştirdiği broşu sırılsıklam olmuştu.

Daha fazla dayanamayıp dizlerinin üzerine çöküverdi kadın. Artık ağlamıyordu.  Alabildiğine açtı kanatlarını sonra. Başını önüne eğdi ve tek kelime etmeden, öylece donakaldı mutfak tezgâhının önünde.

Birkaç dakika sonra başını kaldırdığında, adamın iri, yeşil gözlerini yuvalarından çıkartıp kendisine uzattığını gördü. Aldı gözleri kadın. Aldı ve adamın yemyeşil gözlerini gardenya desenli seramik bir saklama kabının içerisine usulca yerleştirdi. Gülümsedi kadın, kat yerleri kıvrılmasın diye iyice açtı kanatlarını sonra. Diplerinden teyellerini söküp, üzerlerine sıkıca işlediği urganları da kestikten sonra adamın kollarına uzatıverdi kanatlarını.

Kanatları koltuğunun altına aldığı gibi evden koşarak uzaklaştı adam. Caddenin karşısında seyyar satıcılık yapan karıncayiyenden onu iş hanına götürmesini istedi. El kol hareketlerinden adamın ne söylediğini anlayan karıncayiyen, onu gördüğüne çok sevindiğini söyledi. Bir çift kulak, bir çift göz, kemerli bir burun, büyük ve küçük birer tane dil ve hafif buğday rengine çalan yeni bir deri satın almak için kent meydanına doğru yürümeye başladılar.

‘’Ne güzel bir akşam’’, dedi karıncayiyen.

Gerçekten güzel bir akşamdı; sepet yıldızları ve zürafa bitleri gülüp eğleniyorlar, çorap satan kadınlarla alay ediyorlardı. Mantis karideslerinden biri, nehirden çıkardığı sesli harfleri kurutmak için işporta tezgâhına doğru ilerlerken hava hâlâ aydınlıktı kentte.

Bahadır Dadak    

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • Hidayet , 08/04/2016

    Çok güzel

  • Berekethanım , 28/03/2016

    Muhterem Dadak. İlk kez sizin bir öykünüzü okudum. Lûtfen devam edin lûtfen!

  • Selma , 28/03/2016

    Cok guclu bir uslûp, halil cibran i hatirlatti…

Selma için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir