Mum

Türk öykücülüğüne yeni bir ses getirmek için Mükerrem Mete artık Edebifikir’de. İşte ilk öyküsü…

***

Mumu lambaya fırlattı. Havada rüzgârın etkisiyle ateşi sönen mum avizenin sivri saçaklarına saplandı ve parçalandı. Bir kısmı saçaklara yapıştı, bir kısmı yere düştü. Bunu hiç beklemezdi. Çok ürperdi. Ne yapacağını bilemedi. Nefes alıp verişiyle aynı hızda etrafına göz gezdirdi. Birinci katta oturuyordu. Pencere açıktı. Kollarına, bacaklarına baktı. Organlarına güvenmiyordu ama başka çaresi yoktu. Ayağa kalkmaya cesaret edemedi. Halının üzerinden sürünerek pencereye doğru ilerleme başladı. Tüyler ağzının içine giriyordu. Çünkü başını bütün gücüyle halıya yaslıyordu. Ne vardı şu halı kum olsaydı. Tüyler aralansa ve vücudunu yutsaydı. Gömülseydi halının altına, süpürülseydi, gözden kaybolsaydı. Böyle hayaller kurmak için çok geçti artık. Saate bakacak yüzü bile kalmamıştı. Utancın ve endişenin zirvesindeydi. Yüzünü gözünü sürtünmekten yara bere içinde bıraktı. Öyle iştahlı yaralıyordu ki kendini sanki haşin bir el halının üzerinde kan yoğuruyordu. Vücudunun geri kalanıysa tamamen hareketsizdi, felçti. Bu yüzden bir adım bile ilerleyemediğini anladı. Ne kadar hain olsalar da şimdi onlara yine ihtiyacı olmuştu işte. Pencereye ulaşmak zorundaydı. Asla affetmeyeceği elleri, ayakları karşısında ne yazık ki bir kez daha dilenci konumuna düştü. Ne sultandı ama! Sürekli tebaasından dileniyordu. Yalvar yakar ikna etti onları. Gıdım gıdım ilerlemeye başladı. Omzu kaşınıyordu. Ne aksilik. Tam zamanını bulmuştu. Şimdi bu hengâmede omzunu nasıl kaşıyacaktı. Ellerini bir milim yukarı kaldırsa her şey fark edilebilirdi. En alttaki kibrit çöpünü çekmeyecekti. Hayır, hayır… Çekmeyecekti. “Bu sefer olmaz!” dedi. “Artık beni kandıramazsınız. Omzumda elimin ulaşamayacağı bir yer olduğunu biliyorum. Doğduğum gün gibi biliyorum. Bu el o gizeme bir kez daha dalmayacak. Nazlı kaşıntının kuyruk sallamasına aldanmayacağım. Pissin ciğer! Pissin işte!” diyerek devam etti. Telaşı dağlardan büyüktü. Kaşınmak da neyin nesiydi. Gözleri ağırlaştı. Göz kapaklarını kaldırmak için davranacaktı ki tehlikenin kokusu burnunu yaktı. Uyumalıydı. Bu cihan harbinin içinde, çatışmanın ortasında bile uyuyacaktı. Böyleydi işte, bu kadardı, neyin mücadelesini veriyordu ki. Geri dönüp koltuktan ne kadar uzaklaştığına bakmak istedi ama gözleri kapandı. Uykuya daldı.

***

Pencerenin arkası gerçekten rüyasında gördüğü gibi miydi? Ne merak ama! Yerinde duramıyordu. Hemen pencereden bakmalıydı. Çok heyecanlanmıştı. Ayağa kalktı. Koşmuyor sıçrıyordu. İki hamlede pencereye vardı. Az kalsın düşecekti. “Parmaklıklar nereye gitti ya!” diye söylendi. Sahiden parmaklıkları kim sökmüştü? Yapılacak iş miydi yani. Biri düşebilirdi. En biri bile düşebilirdi. En biri de neymiş. Kendi dahi düşebilirdi. Peh! Siniri geçince gözlerine inanamadı. Saniyelerdir bakıyordu ama görmüyordu. Öfke perdesi kalkar kalkmaz gözlerine iman etti. Rüya buydu işte. Sarısı sarı, mavisi mavi, kırmızısı kırmızı… Rüya dediğin böyle olurdu. Her şey yerli yerindeydi. Atlayacaktı. Zaten o atlamak istemese bile kazan kalkmıştı çoktan. Elleri, ayakları onu dinlemeyip atlayacaktı. Ama hayır. Hatta asla! Bu sefer isyana teslim olmuştu. Bu sefer başkaldırının esiriydi, delisiydi, pervanesiydi. Bu ne güzel ayaklanmaydı. Devrilecek ne varsa devrilmeliydi.

***

Hemşireyi hiç gözü tutmadı. Hayatında bu kadar ağrısız olduğu bir an bile hatırlamıyordu. Neden yatağa bağlıydı? Kolunda iğneler vardı? Mutluluğu hapsetmek için miydi hastaneler? “Keşke vücuduma daha önce teslim olsaydım” dedi. “Şunlarla savaşacak mecalim kalmadı, hâlbuki devrimciliğimin baharındayım.” Uyumak en güzeliydi. Uykuda rüya vardı, rüyada pencere, pencerede isyan. Uyumak için gözlerini kapattı. Saatlerce uyuyamadı. Cesaretini toplayıp saate baktı. “İki saat olmuş” dedi. İki saat mi? Hiç saate bakmadığı halde iki saattir uyumaya çalıştığını nereden biliyordu? Kendi saatini fark etti. Dinlemeye başladı. Dinledikçe ağrısı, acısı arttı. Ağrıdıkça, acıdıkça dinledi. İstediği kadar ağrısındı, acısındı… Saat rüyayı bitirdi.

Mükerrem Mete

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • zeliha molu , 04/01/2017

    Allah ilmini artırsın mükerrem abi teşekkür ederim çok sevindim yayınladığın için

  • zeliha molu , 04/01/2017

    yaşamla ölüm arasında nefisle mücadele kendini bilmez cahillerden olmaktan Allaha sığınırım hz musa

zeliha molu için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir