Yasak Bölge

cay bardagi

Enes Can, insan denen pudralanmış suretleri yazdı.

***

Yolun sonu görünmeden bitmiş bir yolculuğun hikâyesiydi, bazılarımızın daha ilk cümlesini kurduğu hikâyeler. Cümleler bazen nihayetini kaybeder. Söylenenler birkaç damladan ibaret, söylenemeyenler okyanusun derinliğine kaç nefeslik inebiliyorsan o kadar.

Bohçasını yüreğinde taşıyanların kambur olmuş taraflarının hikâyesidir beni yollara düşüren. Bohçası zaten yüreğinde olmalı bir insanın belki fazladan bir kalem, belki bir kâğıt.

Yollar; parsel parsel hayat, parsel parsel ölüm. Bazı yerlerinde insan kokusu, bazı tarafları küflenmiş hayat kokusu. Yollar biletsiz sinema salonu, müdavimi sayılı. Ben; insanın makyajsız olanı gibi neonlardan arınmış yolların, yolcusu.  Ah yollar, bugün kim küstürdü seni bana. Ayaklarımda onlarca iz, belki bir çay molası… Yorgunluklar haşa! Senden değil.

Birkaç cümlelik arkadaşlık, noktası konulmuş veya virgülden sonrası boş bırakılmış. Yollar kesişir, yolları kendine ‘’yol’’ edene. Kesişmiş yolların duraklarında gördüm ben onu. Siyahın anlamını kasvetli şekilde üzerinde taşıyan, bazı pencerelerde korku, bazı pencerelerde içli bir sızlayış, bazı pencerelerde ise derin bir muamma buğusu bırakan adımların sahibi.

Bir masa mı aradaki mesafeyi bu kadar büyük tutan yoksa pencerelerden kaçan bizlerin, perdelerle kurduğu dostluğunun etkisi mi tüm bunlar? Ben pencerelerin perdelerden arındırılmış olanını severim. Tüm perdeleri söküp atmak adına bir cümle;

“Usta, abime de bir çay getirir misin?”

– Ben çay içmiyorum.

“Kahve için, buranın kahvesi çok güzeldir.”

-Sıcak süt varsa içebilirim.

Belki de ilk dokunuş, yürek kapıların tokmağını ilk çalıştır bir bardak çayın sıcaklığı. Ancak farklı olan bir şeyler var. Olsun, sütün sıcaklığı olsun. Tokmağı çalınan bir kapının açılmasını beklemek ya da açılmayan kapıların ardından bir kap yemeği koyup gitmek arasında bir ayak sesinin, bir dudak kıpırdayışıyla eş değer olması.

-Adın Enes herhâlde, öğrenci misin? (Yan masayla konuşurken duymuş olmalı)

 Bir taburenin masaya yaklaştırılması kadar kolay iki yüreğin birbirine yanaşması.

-Benim adım İbrahim, Evliya Çelebinin torunuyum oradan oraya geziyorum.

-Ben çay içmiyorum, çay sinir sistemini harekete geçirdiği için beyin nöronlarını uyuşturma özelliğine sahip. Süt güzel, hem yoğurdun, peynirin ana maddesi de bu. Yararlı bir içecek.

Bakışın da bir doygunluk, yüzünde ara ara beliren sıcak bir tebessüm, giydiği siyahların etkisini unutturacak kadar ince ve kendinden emin bir ses tonu:

-Elbette sorabilirsin her şeyi, ancak konuşarak anlatamadım ben derdimi çoğu zaman. Sessizlik minvalinde gezinirken suskunluğa bırakıp, terk ettim çoğu kelimeyi. Suskunluğun en kısa konuşma aracı olduğunu bilirsen, bazı cümlelerdeki öznelerin;  geride bıraktığım sessiz kuyulardaki kelimelerde gizli olduğunu anlarsın.

(derin bir düşünce, gözleriyle duvara resim çizer gibi)

-Ben bir oradayım bir burada; bazen aşağıda, bazen yukarıda. Bazen bir cami avlusunda, çoğu zaman tren garı veya otogarda. Mekânsızlık nedir biliyor musun? Zaman denen kavramdan uzak,  her kaldırım kıyısında küçük bir iz bırakmak; istasyon caddesinin başından sonuna kadar 765 adımlık şiir yazmak gibi.

-Elbette bir geçmişi vardır herkesin. Beni belki de diğer insanlardan farklı kılan tek şey bu. Geçmiş insanların dönüp ardına baktığı bir fotoğraf karesinden ibaret. Benim içinse, hayatımın geleceğe dönük her neyi varsa geçmişte yaşadığım hatıraların tekdüze bir şekilde tekrar etmesinden ibaret. Ben hâlâ geçmişi yaşayanlardanım. Bugünler kalabalık, geçmişte ise bir ben; bir de…

(derin bir düşünce, bu sefer ki bir dehlizin içine atılan taşın dakikalar sonra gelen sesi gibi uzun)

-Kamyoncuydum ben, gezdim gördüm çoğu yeri. Okuduğum kitaplar insanlardan ibaret. Ben hiç kitap okumadım. Okumasını bilene, evrenin en büyük kütüphanesi şu bakıp da görülemeyen sokağın, ağacın, çiçeğin, insanın ardında.

-Karnın doyuyor mu senin? Neyin derdi ve tasası içerisindesin. (… ) caddesini biliyor musun nasıl da insan denen pudralanmış suretlerle dolu. Cebindeki para kadar kimlik sahibisin sen artık. Kafa kâğıdını soranlara, merkez bankası imzalı bir banknotun her hangi bir surette olanını göstermen yeterli. Benim bir kimliğim yok. İnsanlığımın vesikasını kaybettim fi tarihinde ya da ben yırtıp attım hatırlamıyorum.

Sandığa kilitlenmiş bir hazinenin varlığından emin ancak anahtarı bulamadan hazineyi kaybetme korkusuyla geçen her dakika.

Sevgilinin mührüyle millenmiş gözlerimiz başka gözlerin varlığından bihaber. Yeryüzünde bir Âdem olmalıydı ve sadece bir Havva. Geriye kalan her suret karanlık. Bu yüzden seçme hüviyeti olmaz sevenin. Çay da böyle bir şey olsa gerek başka bir şeyin tadına gerek bıraktırmayacak kadar özel, kıskanç ve başka tatlardan arındıkça varlığı daha da önemlileşen şey. Derin ve içten gelen bir gramofon cızıltıyla Orhan Baba sesi… Ah sevgili duysan belki kıskanırsın; “Ben bir tek çay bardağına bu kadar içten sarıldım.’’

-Orhan Baba yine döktürüyor.

-Dışarısı elbet soğuk ama insanlar çok daha soğuk, genç!

(anahtar deliğinden bir göz atmak)

‘’Sevdin mi abi’’

-Oralara girme…

 

Enes Can

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir