Mutluluk ve Erdem

Akleden nefis ne zaman bir şeyin bilgisini elde etse, anında, o şeyin bilgisini elde ettiğini de bilir. Fakat hisseden ruh ne zaman bir şeyi algılasa, o şeyi algıladığının hemen farkına varamaz. Fakat insan, nefsiyle bilir ki hisseden ruh o şeyi idrak etmiştir.

Kendisine gıpta edilecek mutlu (saîd) insan, ister zayıf isterse güçlü olsun, iffetli, hakîm olan insandır. Zemmedilen, mutsuz (şakî) olan kimse de ister zengin isterse fakir olsun, cahil ve açgözlü olan insandır. Güzel bir hayat, haysiyetli ve güvenli olarak geçen hayattır. Hikmeti ve iffeti tercih eden kimse bu ikisini de tahsil etmiş demektir. Aç gözlülüğün ve ahmaklığın başına bela olduğu kimse de bu ikisinden yoksun kalmış demektir. O halde hikmet ve iffet sahibi kimseler için olan sıhhat, güzellik, yöneticilik, mal, kavrayış, zekâ, akraba ve dost gibi şeylerin hepsi hayırdır. Aynı şekilde açgözlü ve cehalet sahibi kimseler için olan şeylerin hepsi ise şerdir. Neden böyle olmasın ki? Nitekim bilinmektedir ki açgözlü ve cahil insan, haysiyetli olmaya ancak kötü amellerden korunmak veya aşamalı olarak malından soyutlanmak sûretiyle müstehak olur. Aksi takdirde o, nefret edilen, ayıplanan birisi olur.

O halde akleden nefsi bedenî hazlara tabi olmayan, aksine kendi zatıyla uyum içerisinde olan ve irâde etmesinde bedenden bağımsız hareket eden her insan, Evvel’i ve Âhir’i (c.c.) olan’a duyduğu sarsılmaz güveni ve yaratma (halk) ve yönetme (emr) kendisine ait olan Allah’a olan samimi sadakati dolayısıyla insanın kafasını bulandıran durumlardan kurtularak rahata kavuşur ve korkulardan emin ve şaşkınlıktan salim olmuş olur.

Bunun sebebi de hikmetin, Allah’ın haşmetinin bir sonucu olmasıdır. Allah’ın haşmetinin üstünde de hiçbir haşmet yoktur. Hikmeti tercih eden ve onun ziynetiyle şereflenen kimse malı güzel ve yöneticiliği yetkinlik olarak görmez; her ne kadar yüce olsa da bir makam, mevkiye ulaşmak ve her ne kadar çekici olursa olsun [bedenî] bir hazza [erişmek için] boyun eğmez. Hatta bu kimse, bu dünyayı ve bu dünyanın ihtiva ettiği şeyleri, tertemiz nefsi için bir değer olarak görmez. Dahası bu kimse, kendi şerefinin, bedenini süslemeye (tezyîn) bağlı olduğunu düşünmez. Çünkü bir kadın da bazen süslenebilir. Bu kimse kendi şerefinin çok mal elde etmeye bağlı olduğunu da düşünmez. Çünkü bir çocuk da bazen onu elde edebilir. Aynı şekilde bu kimse kendi şerefinin, akranlarının ona itaat etmesine bağlı olmadığını da bilir. Çünkü bazen bir katile de itaat edilebilir. Hakeza bu kimse kendi şerefinin, çeşitli arzuları gerçekleştirmeye bağlı olmadığını da bilir. Çünkü hayvanlar da bazen arzularını gerçekleştirebilirler.

Aksine bu kimsenin gayreti nefsini temizleme, ahlakını güzelleştirme, bilgisini geliştirme ve edebini mükemmelleştirmeye yönelir. Bu kimse, nefsini yüceltmenin, onu, kibir ve debdebeden arındırma, cehalet ve ruhsal çöküntüden uzaklaştırma, hakka boyun eğmeye alıştırma, insanlara yol göstermek sûretiyle onu ulvîleştirmeye bağlı olduğunu bilir. Çünkü o bilir ki kâmil insan, alışkanlıkları bu şekilde kendisinde kökleşen ve karakteri bu şekilde muhafaza edilen insandır. Çünkü Allah Âdil’dir ve yalnızca âdil olanı sever; ve O, Temiz’dir (Tâhir) ve yalnızca temiz olanı sever.

O halde ilmi ve hikmeti tercih eden, cömertliği ve adaleti seçen, iffetli olmada ve ibadette sebat gösteren, tevekkülde ve inançta ihlaslı olan kimse bütün tasarruflarında asıl akılla, doğru görüşle, sağlam ferasetle ve gaybî hususlara muttalî olmak ile desteklenmeye layıktır. Şüphesiz ki kim bu yaşam tarzını kendisi için tercih ederse o, alçaklık ve fakirlik korkusuna maruz kalmaz. Çünkü o, geçici mal varlıklarına nefret ve tiksinti gözüyle bakar. Dünyalıkların debdebesine bağlı olan insanların açgözlülüğünden ve ihtiyaç duyduklarının çok daha fazlasını elde etmek için onlarla rekabet haline girmekten de kaçınır. Böyle olunca da bu insan hürriyet ve adalet ile, hatta yüce gönüllülük ve asil ruhluluk ile nitelenir.

Ancak hikmete ve iffetli olmaya kin ve nefret gözüyle bakan -savaş ve insan öldürme vakıalarının en büyük sebebinin mal ve yöneticiliğe olan aşırı istek olduğu bilinmesine rağmen-  mal ve yöneticiliğe ise aşk ve muhabbet gözüyle bakan kimse ise endişe ve şaşkınlıkla perişan olmaya, sıkıntı çekmeye ve ruhsal çöküntüye müstehaktır. Bu yüzden, bu kimse böyle yapmakla ebedî mutluluğu değersiz bir toprağa satmış ve geçici olan bir isteği de hakîkî olan izzet ile değişmiştir. Bu ise apaçık bir hüsran ve rezil bir yok oluştur.

Ebü’l Hasan El-Âmiri

(Kaynak: Sonsuzluk Peşinde, Ebü’l Hasan El-Âmiri, Türkiye Yazma Eserler Kurumu, Çeviren: Yakup Kara, 1. Baskı, İstanbul, 2013, Sayfa 90-94.)

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • sam , 01/04/2014

    Tercümeyi kimin yaptığını da yazsaydınız da edebifikir ailesi yakubcuğumun ismini duysaydı… Emek zayi olmasın efem…

    • Edebi Fikir , 02/04/2014

      Yazının altında Kaynak bölümünde çeviren yazılıdır. Yazıyı okusaydınız görürdünüz…

    • Ağaçkakan Vudi , 02/04/2014

      Aaaaa serin :)

    • sam , 04/04/2014

      ‘yazıyı okusaydınız görürdünüz’ ifadesi ile, yazıyı okumadığımı mı ima ediyorsunuz? ne ayıp!
      yakubcum o kadar emek versin, göz nuru döksün, cümle içinde bu emeğe bir teşekkürü çok gör, sonra karınca yazısıyla aşağıda yazılan küçücük harfleri nazara almamı bekle, olacak iş mi editör beyciğim? yakışmadı…

sam için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir