Gelenek, Sanat ve Medeniyet

Künye: Gelenek, Sanat ve Medeniyet, Sadettin Ökten, Sufi Kitap, İstanbul, 2016

***

“Başka kültürlerde de şiir, aklın maverasında metafizik mecralar aramış ve buralardan akmıştır. Bu fizikötesi mecralar, geleneksel Türk kültüründeki manevi âlemden tamamen farklıdır. Yukarıda da işaret edildiği gibi geleneksel Türk kültüründeki gayb âlemi, aşkın bir habere istinad eder, bu habere göre biçimlenir, erkânı ve adabı bu habere göre tarif ve tanzim edilir.” (syf. 15)

“Sanat eseri, sanatkârın sorduğu evrensel sorular veya bunların cevapları olarak doğada bulunan fiziksel varlıklar üzerinden ortaya çıkar. Kelimeler, sesler, renkler ve maddi malzeme, kendilerine yüklenen bu anlam ve mesaj ile sanat eserini oluştururlar. Bu sebeple ilk ve yüzeysel bakışta çok sıradan ve basit görünen bir obje, arkasındaki serüven anlaşıldığında derin anlamlı bir sanat eseri olduğunu ifşâ eder. Bu soylu ve soyut çileyi anlayamayan sıradan gözlemler için bu obje “Ben de yapabilirim” basitliği içinde algılanır.” (syf. 65)

“Tasavvufta deruni âlem, içe bakış ve batın önemlidir. Sanatkâr için daha belirgin bir vasfı ile tasavvuf, Hüsn-i Mutlak’a götüren yoldur. Tasavvufun tanımladığı ruhi macera ferdidir, içe dönüktür ve sonsuza doğrudur. Bu vasıfları ile tasavvuf, sanatkârın ruhi yapısı için aradığı ortam ve tam bir kaynaktır. İslam medeniyeti sanatkârının tasavvuf ile derin ülfeti bu uyumdan ileri gelir. Tasavvufta, ferdin kendi iç dünyasında sonsuza doğru yönlenen yolculuğu için gerekli umdeler ve usuller, İslam öğretisinin ana kaynaklarından çıkarılmıştır. Daha da önemlisi, bunlar yaşanarak hayatın içine nakşedilmiştir.” (syf. 70)

“Sanatkâr sorduğu soruların cevaplarını ilk merhalede tasavvufi beyanlardan alır, bunun ötesine geçer, bu beyanlar bizzat yaşayanlarla ülfet eder, onların iç âlemlerindeki seyranlarını müşahede imkânına kavuşur ve bu seyran ona bizzat yaşatılır. Bu ruhi paylaşım sonunda, “ilme’l-yakîn”den “ayne’l-yakîn”e oradan da “hakke’l-yakîn”e vâsıl olur. İslam medeniyetinin sanatkarı bu mertebeden sonra eser verir, ondan evvelkileri bir tilmizin temrinleri addeder.” (syf. 70)

“İlk bakışta gelenek, biçimsel bir mahiyet arz eder, bu yönü ile kolay öğrenilir ve kolay uygulanır. Ancak unutmamalıdır ki her geleneğin arkasında ona hayat veren, onu biçimlendiren ve anlamlı kılan bir öz yani sistematik bir değer vardır.” (syf. 78)

“Zaman, biçimler üzerinde aşındırıcı ve değiştirici bir etkiye sahiptir. Daha önce değinildiği gibi gelenek ile arkasındaki değerin ilişkisi hatırlanmıyorsa, toplum biçim üzerinde direnir, çünkü farkına varılmaksızın biçim artık öz gibi algılanmaktadır. Bu durumda biçimsel bir değişim, özden bir taviz gibi anlamlandırılır, bu ise toplumsal kimlikte bir yırtılma demektir. Bu sebepten geleneğin değişime karşı direnci, bir çözüm üretemese de toplumda kendi kalarak varlığını sürdürme açısından bir hayatiyet ifadesi olarak okunabilir.” (syf. 79)

“Sanatkârın kendi sanatında vazgeçmesi, ancak O’nun sanatını idrak etmeye ve o sanatı bir küçük cüz bile olsa basiret ile temaşa etmeye başlamasıyla olur. İnsan olarak sanatkâr, O’nun sanatının ancak nasip edilen kadarını görebilir. Ancak sanatkâr kendi sanatında vazgeçtikçe O’nun sanatından daha çok temaşa eder veya O’nun sanatından ne kadar çok gösterilirse kendi sanatından o kadar çabuk ve külliyen kurtulur.” (syf. 84)

“O’nun kelimelerle anlatılmaz muhteşem sanatından nasibine düşen cüzü karşısında bîtab ü mest ve valih ü hayrandır. Bu ruh hali içinde, kendi sanatını yele verir ve; “Benim gözüm yüce sanatkarlıkta” der. Bu aşamaya, sanatta tahkik aşaması diyelim. Nakkaş-ı Ezel, kendi sanatından bir cüzünün peçesini açmış ve onu tecrit köprüsünden geçen sanatkâra geçen sanatkâra göstermiştir.” (syf. 85)

“Bireyin sahip olduğu estetik ölçütler ve daha önemlisi bunların oluşmasında asli rol oynayan temel kabuller, birey için bir kimlik ve kişilik göstergesidir. Estetik ölçütler birey tarafından ifade edildiklerinde şahsi tercihler gibi görünse de aslında bunlar kendilerini oluşturan temel kabulleri zımnen ifade ettikleri için aynı zamanda bir aidiyet ve mensubiyetin beyan edilmesidir… Bu temel kabuller bireyin ait olduğu toplumun medeniyet tasavvurundan kaynaklanan değerlerden başka bir şey değildir.” (syf. 102)

Aktaran: Abdüssamet İsak

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir