İskender, küçük mü? Küçükbaş mı?

 

Yiğit namıyla anılır!

İnsan her hangi bir maddeyi ya da objeyi, zihninde daha iyi şekillendirebilmek için bazı tanımlamalara başvururmuş. Kimi zaman da bunu yaparken ki maksadınız, sadece bazı şeyleri daha kolay hatırlamak veya bir birine karışması muhtemel iki şeyi/olguyu bir birinden ayırt etmek olur. Kısa bir zaman önce yayımlanan küçük İskender’in son kitabını görünce nedense aklıma bu satırları yazmak düştü. Hatta kendimi bu konuda biraz da mecbur hissettim.

Sel Yayıncılık tarafından basılan Bir Delinin Ot Defteri içerik olarak ilginç bir kitap. Bu kısa yazımızda kitabın çok içine girerek detay vermeye niyetimiz yok. Zira yazar ve yazdıkları şahsi bir tercih olarak bunu yapmama engel oluyor. Kitabın arka kapağında yer alan bir cümle aslında ne demek istediğimi anlatıyor.

“küçük İskender’in, baygın düşerken gözlemlediklerini, öğrendiklerini anlatıyor. Sinirlendiklerini, tiksindiklerini, tahammül edemediklerini dökmüş kâğıda, ya da kendi deyimiyle ‘kusmuş.’”

Sadece bu cümle bile benim açımdan kitaba yaklaşımımı etkileyen bir durum aslında. Arka kapakta kullanılan“tiksinme, kusma” gibi kavramlar küçük İskender’in hem kişisel dünyası, hem de yazı-şiir dünyası için sırıtmayan ifadeler. Ancak ona ve onun dünyasına uzak olan bizler için bu durum biraz garip bir hal alıyor. Daha girişte insanın zihninde hiç de hoş karşılığı olmayan böylesi sert ve satır içinde kullandığınızda eritmesi, çözmesi zor olan cümleleri seçmesi yazarın ağır söz işçiliğine girdiğini gösteriyor. Peki, bu ağır işçiliğin altından kalka biliyor mu küçük İskender?

İşte mesele tam da burada düğümleniyor. Kimilerine göre “Evet, hem de en iyi şekilde yapıyor bunu.”Kimilerine göre de “Hayır, bunu yapamadığı içinde yazmak yerine gerçekten de satırlar üzerine kusuyor bu adam.” (bu şahsımıza ait görüştür)

Şiir yazarken sert ve kötü çağrışımlı kelimeler kullanma genel olarak tehlikeli ve riskli bir yoldur. Çünkü seçtiğiniz bu tarz kelimeleri şiirin içinde eritmek, onu zihinde uyandırdığı ilk anlamından sıyırmak ve okuyucunun zihninde, okunduğu anda olumsuz tarafıyla değil de, sizin yeni yüklediğiniz anlamıyla belirmesini sağlamalısınız. Bu işi yapmak içinde konunun ustası olmanız gerekiyor. Şiirde yapılması güç olan böylesi bir dil işçiliğini düz yazıda dahi yapmakta zorlanıyorsanız, şahsi kanaatimize göre bu işlere hiç bulaşmamalısınız. Yoksa yazdıklarınız bir takım kirli duygu ve düşüncelerin ifrazatından öteye gitmez. Zaten küçük İskender de bu işin adamı değildir. Bunun da en büyük nedeni küçük İskender’in böyle bir uğraşısı, böyle bir kaygısı olmaması, hatta böyle bir ahlaki ilkeye inanmaması. Onun ahlak anlayışı ile bizim anladığımız anlamdaki ahlak kavramı bir birine zıt iki durumu resmediyor yani.

“Bir Delinin Ot Defteri” isimli kitabında da ahlaka, topluma ve kendi dünyasından bakıldığında gördüğü“ötekileştirmeye” karşı çıkıyor yazar. Bunu yaparken de her zamanki gibi o sivri üslubunu kullanıyor. Yine de ahlaka karşı olmadığını savunan yazar “ahlaksızlığı mı öğütlüyorsunuz?” sorusunun kendisine yöneltileceğini sezerek peşin peşin cevabını veriyor. Küçük İskender bu konudaki tavrını “ahlakın dayatılmadığı bireylerin olgunluğuna sığınmak” olarak izah ediyor. Küçük’e göre ahlak dediğiniz şey neticede bir algı, bir yorumlamadır.“Trafik kuralı gibi ahlak kuralı” olmasına karşı çıkıyor yani.

Bizce bu düşünce tarzının en önemli nedeni yazarın bireysel yaşamındaki farklılıklarından kaynaklanıyor. Kişisel olarak cinsel tercihinde yaşadığı sapma, onu halkın içindeki bir yazar olmaktan çıkarmakla kalmıyor, kendisini anlayacak bir kitleyi bulmasını da zorlaştırıyor. Nihayetinde küçük İskender için bu tercih, bir sorun ya da ahlaksızlık değilse de, bizim için iğrenç ve lanetlenmiş bir vasıftır. Doğal olarak böyle sıfatlara haiz birisinin “topluma, ahlaka ve ötekileştirmeye” karşı yaptığı başkaldırı ya da isyan bizim tarafımızda hiçbir aks-i seda bulmaz/bulamaz. Çünkü burada yazarın “ötekileştirme”mizden yakındığı şeyle ilgili bizim ciddi tereddütlerimiz oluşmaktadır.“Acaba neyi kastediyor” noktasında yazara karşı güvensizliğimiz nedeniyle sıkıntılı ve temkinliyiz yani.

“Bir Delinin Ot Defteri” küçük İskender’in ilk kitabı değil. Netice olarak da yazarı tanımak için okunması gereken en son eser olmalıdır. O yüzden yazarı tanımak için değil de, onun fikir dünyasıyla, hatta eserini oluştururken kullandığı kelime dünyasıyla karşılaşmak için okunması gerekir. Tabiî, “okunması gereken bir eser mi?” diye sorarsanız, vereceğimiz cevap belli. Hiç kendinizi bu zahmete sokmayın.

Ancak yazarlık hayatında, adı dahi anılmayacak derecede çirkef olan bazı dergilerde erotik hikâyeler yazarak geçinen bir yazarın, dil ve üslup olarak böyle bir yola çıkması çok da yadırganacak bir durum değil. Eskilerin dediği gibi “küpün içinde ne varsa, dışına da o sızar.”

Şimdi biz, buraya kadar belli bir üslup ve çizgiyle getirdiğimiz yazımızı, bu satırlardan sonra küçük bir başlık açıp, bir soru sorarak farklı ve düşük seviyeli bir noktaya çeksek, yazımızı okuyan okuyucu/kari bizim için ne düşünür acaba?

Yazının iki farklı dil ve üslupla yazıldığından başlayarak ikinci tarzın bize yakışmadığından, hatta ikinci kısmın birinci kısmı gölgede bıraktığından bahsedebilir. Bu tespitte de çok haklı olurdu. Ancak yine de biz yazımızı bu ikinci tarzla noktalayalım ve okuyucuyu bu ikileme sokalım. Belki bu vesileyle neden küçük İskender eleştirisi yaptığımız, yazıları ve şiirleriyle bizi kendisine ısıtamadığı gibi soğutan bir adam olduğu sorusuna el altından bir cevap vermiş oluruz.“Arif olan anlar” kabilinden bir gönderme olur bu da.

Neden küçük İskender?

Kitaba konu olan bu deli kimdir diye düşünmeden edemeyen bir adam olarak, bu delinin aynı zamanda ot obur bir“küçükbaş hayvan” olduğuna kanaat getirdim. Zira şair kullandığı başlıkta bize, buradaki gizli özne hakkında ufak da olsa bir ipucu vermiş.

Kitabın isminden yazarın ismine çok ilmi bir yaklaşım yapmak istiyorum şimdi. Neden küçük ve neden İskender? Bu zor iki soruyu çok felsefe yaparak cevaplandırmayacağım zira ortamın ilmi seviyesini yükseltip, bu eşsiz yazımızın anlaşılma oranını düşürmek istemiyorum. (Tevazu akıyor!)

“küçük İskender” çünkü aynı mahallede ya da apartmanda bunun bir de büyüğü varmış bir ihtimale göre. O yüzden karakter olarak ve boy, pos gibi diğer etkenlerle de küçük ve alçak olan bu olduğu için kendisine böyle seslenilmiş. “Büyüğünden ne hayır gördük ki, küçüğünden bir hayır görelim” diye bilirsiniz tabiî! Yine konuyu eski bir atasözüyle tamamlaya biliriz: “Ne tükürdün elime, ne sıvıyayım yüzüne?”

“küçük İskender” çünkü büyük porsiyon İskender istemiyorsanız “az” ya da “küçük” tabirini kullanacaksınız. Küçüğü, yani ucuz olanı!

Mahalledeki dedikodulara bakarsanız, hayatı boyunca büyük bir iş, büyük bir orta yapamamış, hep küçük ve ezik kalmış, o yüzden hayata karşı duruşundaki becerisizlik ve küçüklük namı olarak kendisine kalmış.

Hiç kimsenin çocuğu olmasını istemeyeceği bir adam olduğuna dair rivayetler de bulunmaktadır. Böyle bir rivayete göre annesi “sakın onu benim yanıma gömmeyin” demiş. Yani, “evladın olsa sevilmez!” cümlesinin esin kaynağı olduğu da söylenir.

Şiirlerinde annesine ve doğmamış çocuğuna küfretmesiyle küçük sıfatını dahi hak etmeyen ve hakkında “Eğer böyle olacağını bilseydik kürtaj yaptırırdık” cümlelerinin kurulduğu adamdır.

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir