Kar Kelebekleri

Künye: Nusret Özcan, Kar Kelebekleri, Eşik Yayınları, 2013, İstanbul.

***

Sarıkamış şimdi yıllar önce, askerlik göreviyle gittiği Ardahan yolu üzerinde hayalimi hep o şehitleriyle kanatan bir mekân olarak duruyor… (Sf. 5)

Gazi Emin Efendi kalın, siyah paltosuna iyice gömülmüş, gözlerini Eyüp Camii’nin duvarındaki serçe saraylara dikmiş, bugünkü vaazda, Ilgazlı Salih Efendi’nin namazın müminin miracı oluşundaki sırrı üzerine anlattıklarını kuruyor ve içten içe seviniyordu. Seviniyordu, çünkü o çok önceleri Ettahiyyatü’nün mânasını öğrenmiş ve kendi kendine namazlarında miracı yaşamaya çalışmıştı… (Sf. 7)

Hem onlarda hem de onları şevklendiren ahalide anlaşılmaz bir tedirginlik hüküm sürüyor, her iki tarafta sanki gizli bir anlaşmayla, bu tuhaf tedirginlikten birbirlerinin gözlerine bakamıyordu. Birbirlerinin gözlerine baksalar, bu sır ifşa olacakmış gibi geliyor, askerler ve ahali kendi arkadaşlarına çevirdikleri bakışlarıyla bu anlaşmayı bozmamaya çalışıyordu. (Sf. 15)

Bir süre, silâh arkadaşlığı, askerlik, ölüm ve şehitlik konuşuluyordu. Gözler dalıyor, bakışlar kederleniyor, ölüm hüznü her şeyi yumuşatıyordu.  (Sf. 22)

Hendek diplerine, ağaç altlarına, kaya kenarlarına, tümseklere yatıvermişler ve donmanın büyük bir hazla gelen aldatıcı tuzağına düşerek uyuyuvermişlerdi bir daha uyanmamak üzere… (Sf. 33)

Umutlarını, hayallerini, sılada bıraktıklarını düşündüler sonra… Anne ve babalarını en çok… Evliler, kadınlarını ve çocuklarını… Göz yaşlarını göstermemeye çalışarak ağladı bir kısmı… Onlarla şikâyetsiz, usulcacık vedalaştılar kendi kendilerine… (Sf. 46)

Bunca çileye rağmen gazâ edemeden ola ki can verecek olmak, bazılarını âhiret için de endişelendiriyordu. (Sf. 48)

Ah be Sürmeneli, insan dediğin aslında bir daha ölmemek için ölür. Ama biz, istesek de ölemeyiz artık. Niyetimizi bozmayalım yeter ki… (Sf. 49)

Düşünceli düşünceli yürürken yolunu kaybettiği vehmine kapıldı bir ara. Çevrede askerler vardı, fakat, “Ya onlar da yolunu kaybetmişse” diye düşündü… (Sf. 54)

Beş gün önce başlayıp bugün bitmişti işte her şey. Düşmanı mahvedeceklerdi ya, kendileri tükenmişti… (Sf. 58)

Onlar; nice karlı, buzlu yollarda, sarp kayalıklarda, yanında yöresinde arkadaşları birer birer düşerken direnenler, içleri kan ağlayarak bu müthiş geçidi yürüyerek tüketenler, Allahuekber dağlarında kar kelebekleri gibi düşen Mehmetçiklerden arta kalanlar soğuktan kavrulanlar, açlıktan karınları kaskatı kesilenler ve uykusuzluktan gözleri yananlar, öyle yorgun, öyle halsiz, süzgün gözleriyle, çatlamış dudaklarıyla, buruk gülümsemelerle baktılar Emin Çavuş’a; ve gıptayla el salladılar… (Sf.60)

Ağlama! Ağlarsan rahatlayacaksın, rahatladığında uçacak içindeki bu kahır… Oysa bu kahır beslemeli seni, o oldurmalı, demlenmeli ve sen onunla ermelisin kemâle… (Sf. 61)

Kaza bir ölüler şehrine dönmüştü ve kar sanki bir kefen gibi örtüyordu her şeyi… (Sf. 67)

 

Aktaran: Muhammet Emin Oyar

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • beyaz hüzün , 03/02/2015

    içimden ağlamak geliyor.

  • haddi muttasıl , 26/01/2015

    “Ah be Sürmeneli, insan dediğin aslında bir daha ölmemek için ölür. Ama biz, istesek de ölemeyiz artık. Niyetimizi bozmayalım yeter ki…”

    Kabrin nur ile dolsun Nusret hocam…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir