Modern Toplumlarda Savaş ve Barış

cemil oktay

Künye: Cemil Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış,  İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,  1. Baskı, İstanbul, 2012.

***

Toplumda ve toplumlar arasında olup bitenler, yine bunların içerdiği değişkenlerle açıklanmalıdır. (s. 2)

Sanayi toplumlarına her alanda olumlu özellikler atfetmede bir hayli coşkulu pozitivist düşünürümüz, bu toplumların bizatihi üretime yönelik toplumlar olmaları nedeniyle, yapısal olarak barışçı olacaklarını, savaş vasıtasıyla sorunları çözmeye itibar etmeyeceklerini vurgular. (s. 2)

İnsanlığın önemli bir bölümü, Kant’ı okumadan, onun gibi bir filozof olmadan da kalıcı bir barışın koşullarını talep edebiliyor. (s. 15)

Gün, çoğu şıkta, başka güçleri dengeleyerek, dengelerin ürünü bir barış kurulmasına da vesile olabilir. (s. 19)

Şiddetle taraflardan birinin tümüyle imha edilmesi aranmaz; aranan sadece iradenin geriletilmesidir. Savaşta zafere ulamak demek, karşıdaki orduyu imha etmek demek değildir. Bir bakıma, savaş demek, denetimli şiddet kullanımı demektir. Denetim de esas itibariyle siyaset alanın yetkileri içindedir. (s. 23)

Kim ki, bir eyleme başlamıştır; salt yeni başlatılmış bu eylemle bile bireylerin değişmiş olması dolayısıyla, o eylemin sonucunu asla önceden bilemez. (s. 29)

Bu savaş, artık bir dayanma, hasımdan önce yıpranmama, hasmı olabildiğince kanatma savaşına dönüştü. (s. 31)

Modern dönemlerde uzun sürdüğü bilinen tek savaş, Amerika Birleşik Devletleri iç savaşıdır. (s. 31)

Ameli yaşamın değerleri, nazari ve spekülatif yaşamın paylaşılan ortak değerlerini silip süpürmüşe benzemektedir. (s. 33)

İşte siyaset en genel anlamıyla, bu karmaşaya belirli ve sınırlı bir düzen getirme faaliyetinin adıdır. (s. 37)

Spinoza’nın uyardığı gibi, “savaşa tek bir taraf karar verebilir”; ancak barış hali için en az iki tarafa ihtiyaç vardır. (s. 39)

Savaşın denetimini askere bırakmak, eylemi düşüncenin, tasarlamanın ve idrakin önüne koşmak anlamına gelir. (s. 41)

Siyasetin yapabileceği en önemli yanlış, alandaki askere belirsiz amaçlar dayatması olur. Askerin doğasına en ters düşen şey, kendisine açık seçik hedefler gösterilmemesidir. (s. 42)

Toplumları, ileri-geri, gelişmiş-gelişmemiş nitelemelerinden yola çıkarak sınıflandırmak, yapılabilecek en vahim yanlışlardan biridir. Buram buram kültürel benmerkezcilik kokan bir anlayıştır. Bir toplum, yapısal özellikleriyle bir diğerinden ne daha ileri ne daha geridir; sadece farklıdır. (s. 57)

Daha vahimi, sanayi toplumu da savaşır; üstelik sanayi toplumu olarak savaşır. (s. 59)

Atom başlıklarıyla donatılmış silahlar, günümüzde stratejiyi tamamen altüst etmiştir. (s. 66)

Ne var ki, atom silahının ortaya çıkmasıyla yıkma-yapma dengesi tümüyle bozulmuş; “savaş da, siyasetin bir aracı olmaktan tümüyle çıkmıştır.” (s. 67)

Barışı oluşturan taraflar, uzunca bir süredir birbirlerini tanıyan, birbirlerinin farkında, aralarında iletişim olan taraflardır. (s. 73)

Roma’nın egemen olmadığı yerde, Romalının anlayışına göre barış da yoktur. (s. 76)

Müzakereci barış, sözcüğün tam anlamıyla siyasetin başarısı olan bir sonuçtur. (s. 79)

Güvenliğini sağlam temellere oturtmak amacıyla hareket eden, bunun için sürekli silahlanan Almanya, giderek bir çelişkinin içine düşmüş görünüyor. Güvenlik için güçlenmiş, güçlendikçe komşuları ve hasımları, bu güçlenmeden rahatsız olmuşlar, denge sağlamak adına koalisyonlara gitmişleridir. Sonuçta Almanya, güvenlik arayışı içinde güvensizlik ortamına düşmüştür. (s. 83)

Örneğin, mülk devlet anlayışı terk edilmeli, yönetimde ülkenin yurttaşları söz sahibi olabilmelidir. (s. 89)

Kendi halklarını tahammül edilebilir yasalar çerçevesinde yöneten otoriteler, yine kendilerine benzer ülkelerde tahammül edilebilir esaslar üzerinden ilişkiler geliştirecektir. (s. 90)

General Moltke de, savaşı sınırlayacak en etkili kuralın veya savaşı insani değerlere çekecek en etkili yaklaşımın, savaşın bir an önce sonuçlandırılması olduğunu ifade eder. (s. 105)

Savaş hukukunda bugünkü aşamaya oldukça zahmetli ve güçlükler içeren yollardan geçilerek gelinebildi. İtiraf edelim; gelinen nokta pek tatmin edici sayılmaz. (s. 107)

Bir kez ele silah alınınca da, Tanrı ya da insan yapısı her türlü hukuk ayaklar altında çiğnenmektedir. (s. 110)

Tüm haklı savaşlar sadece savunmaya yönelik savaşlardır. (s. 111)

Kurallar toplumun ve toplumu oluşturan güçlerin ürünüdür; dayanışma ve bütünlük gereksinimlerini karşılarlar. Dolayısıyla, toplumdaki değişmelere koşut olarak değişirler. Bu durum, uluslararası hukuk açısından da geçerlidir. (s. 115)

Birleşmiş Milletler Şartı çerçevesinde düşünülecek olursa, tüm üye devletler, aralarında hukuk açısından eşit olmalarına karşın, İkinci Dünya Savaşı galibi beş devlet, daha eşit statüdedir. (s. 117)

Savaş dışı zorlamalarla Irak rejimi değiştirilememiş ise, bunda Avrupa devletlerinin payı vardır. (s. 121)

Bir Yunanlı’nın “harp, yok ettiğinden daha fazla kötü insan yetiştirdiği için, bir afettir” dediğini unutarak, harbi insanlığın asil bir imtiyazı olarak öven filozoflar da görülmüştür. (s. 128)

Marx, sınıfsız toplumla sonuçlanacak bir tarih sürecinde son bir savaşın beklentisi içindedir. (s. 131)

Apaçık görünür ki; savaş eğer bir ebelik yaptığı doğru ise, İspanya’da acının ve direnişin ebesi olabilmiştir. (s. 131)

İnsanlık ve toplumlar, asıl ilerlemelerini savaşlar sayesinde değil, barış sayesinde gerçekleştirmişlerdir. (s. 133)

Toplumların yeniden daha gürleşmesi için de savaş bir vasıtadır. (s. 134)

İslam’ın cihat kavramı bir savaş ululaması olarak anlaşılamaz, bireyin iç dünyasına yönelik iradi bir mücadele ve disiplin anlayışı daha hâkim bir unsurdur. (s. 135)

“Barışı, yeni savaşların bir vasıtası olarak sevmelisiniz.” Friedrich Nietzche  (s. 139)

Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’da kısa zamanda zengin oluverenler, sadece bir efsane değil, aynı zamanda gerçeğin kendisidir. (s. 142)

İşini bilen, ucuz yoldan servet yapmanın peşinde koşan bazı fırsatçı tacirler için savaş, oldum olası ve hemen hemen her coğrafyada “Yaşasın savaş!” olarak tarihe geçmiştir. (s. 142)

Dolayısıyla asıl tehlike, ileri teknolojiye sahip güçlerin defin törenlerini gerçekleştirecek insan varlığını bile ayakta bırakmayacak derecede karşılıklı yıkabilme becerisine ulaşmış olmasıdır. (s. 147)

Demek oluyor ki toplumlar, taşıdıkları özelliklerin dışında, bir de aşırılıklar yaşayarak, aşırılık örsünde biçimlenerek, ünlü kadim kalemin anlatımıyla “vahşi öğretmen”in öğretiminden geçerek itidali bulabiliyorlar. (s. 154)

 

Aktaran: Ahmet Karakaya

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir