Gemileri Yakmak

Sevgili Elif;

Mektubuma bir itiraf ile başlamak istiyorum. Sana hayat hakkındaki gerçek görüşlerimi hiçbir zaman söyleyemedim. Söylemedim değil, söyleyemedim. Çünkü beni anlamak istediğine dair bir emare göremedim. Çünkü çok fazla kalen var. Düşüncelerini korumak için etrafına kaleler örmüş ve her türlü yeni fikre kendini kapatmışsın. Bunu ifade ettiğimde durumu anladığını hissediyorum ama yine de kendini savunuyor ve yaptığının doğru olduğunu iddia ediyorsun.  Eldekini kaybetmeyeyim derdindesin. Hâlbuki “düşüncem” dediğin şey geleneği tevarüs etmenden ibaret. Yani yıllarını verip, kafa patlatıp kendine özgü bir düşünce geliştirmiş değilsin. Evet bu bağlamda düşüncelerin bile taklidi. Sana bunları söylemek istemezdim ama yaşadığım bazı olaylar bu gerçeği yüzüne vurmamı gerektirdi. İnan bana, kimse kimsenin umurunda değil. Seni önemsediğimi, eleştirilerimden anlamalısın. İşte haykırıyorum, sonlu varlıkta sonsuzluğu yakalamak imkânsız değil. Ama gemilerini yakmayı göze almalısın.

Bu mektuba Sadık Hidayet’in “Hayatta, tıpkı cüzzam gibi, ruhu inzivada yavaş yavaş yiyen, kemiren öyle yaralar vardır ki.” cümlesi ile başlamak ve bu yaramı anlatmak isterdim. Ruhumun kemirildiğini yani… Ama bunu da farklı sebeplere bağlayıp beni değil, sendeki imajımı yargılayacağını biliyorum. O yüzden bu mektubumda birkaç tane kıssa ile sana derdimi anlatmayı deneyeceğim. Deneyeceğim diyorum ama inan umudum yok. Bana verilen bir hayat süresi var ve onu doldurmam gerekiyor, çünkü sıkılmak kelimesi canımda can bulmuş bir durumda.

Âriflerden biri, sürekli harabelerde oturup eski püskü elbiseler giyermiş. Dostlarından biri bu harabenin yakınından geçerken kulağına bir köpek havlaması sesi gelir. Kendi kendine “Allah Allah, burada salih bir derviş oturur, köpeğin ne işi var?” der ve içeriye girer. Her yana bakar ama bir türlü köpeği göremez. Bu sırada, ayak seslerini işiten ârif gelen zata şöyle der: “Ey gözümün nuru, burada köpek var sanma! Köpek gibi seslenen benim. Baktım ki yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah, ona karşı aczimizi anlayıp zaafımızı hissetmemizden hoşlanıyor. Ben de başımdan kibir ve gurur tacını attım. Köpekten daha mütevazı bir varlık da düşünemediğim için, Rabbimin kapısında köpek gibi havlamaya başladım!”

Bu kıssayı neden aktardığımı anladığını düşünüyorum. Benlik putunu kırmanın zamanı geldi de geçiyor. Kibrin hiçbir ontolojik gerçekliği yok. Tamamen bir sanıdan ibaret. Sanı; yani hakikati olmayan, eğreti bilgi. Sadece zan. Kinizmi duymuşsundur. Knik “kyon” kelimesinden türemiş olup köpek manasına geliyor. Rakipleri tarafından yaşayışları köpeklere benzetildiği için bu isimle anılmışlar. Kinikler de bu ismi beğenmiş ve böyle anılmaktan hiç çekinmemişler. ‘Başkaları ne der’ putunu kıran, gelenek ve önyargılara da karşı çıkan Kiniklerin en meşhurlarından biri ise Sinoplu Diogenes’dir. Hırpani bir yırtık elbise giymekten utanmayan, sokaklarda dilenerek yaşayan bu filozof, toplumsal statüye karşı da bir duruş geliştirmiş. Bir gün kendisine neden köpek dendiği sorulduğunda şu cevabı verir: “Çünkü ben hakikati kötü, yalancı insanların yüzüne vururum ve kendileri hakkında gerçeği söylerim, iyi insanlara kuyruk sallarım, kötülerin suratına hırlarım.” Şimdi kiniklerle ne ilgimiz olabilir diyeceksin ama bizim yapamadığımızı gerçekleştirmiş insanlardan bahsediyorum. Meseleyi, örnek verdiğin kinikler iman etmemiş kişiler diyerek geçiştiremezsin. Eğer böyle bir şey dersen ilk aktardığım ârifin halini tekrar hatırlamanı isterim. Ve tüm insanlara “kul” olarak bakmak gerektiğini: Abdullah. Ne zamana kadar sıfatlara takılıp, öze karşı kör olmaya devam edeceksin! Hâlbuki gerçek kâfir dışarıda değil içimizde! Kendi kâfirinle yüzleşmemekten bıkmış olmanı temenni etmekten başka bir şey gelmiyor elimden.

Sen bunları düşüne dur, benim söylemek istediğim başka bir mesele daha var. İmam Gazali hazretleri; “Şunu kesin olarak anladım ki bir ilme son haddine kadar vakıf olmayan kimse o ilimdeki bozukluğa vâkıf olamaz.” Bu kaide son derece açık olarak gösteriyor ki birinin uzman olmadığı bir alanda atıp tutmasının hiçbir manası yok. Kişinin bilmediği alanlarda top koşturması sadece cüretini gösterir ama bu cüret cehaletten kaynaklanır. Şimdi burayı okuyunca sana cahil dediğimi sanma. Ben sadece bir hatırlatma yapıyorum. Diyorum ki insan kendi kendisinin düşmanıdır. Ruhunu nefsine öldürtme! Seni sana göstermeyen ya da seni senden büyük gösteren aynaları kır artık.

Madem mektuba köpek kıssası ile başladım devam edeyim. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri bir gün sevenleriyle birlikte gayet dar bir sokaktan geçerken karşı taraftan bir köpeğin geldiğini görür ve hemen kenara çekilip köpeğe yol verir. Bu durumu gören müritlerinden biri kendi kendine; “İnsanoğlu hayvanlardan şereflidir. Hem bizim üstadımız âriflerin sultanıdır. Hem de etrafındakiler onun, her biri çok kıymetli, sadık talebeleridir. Bütün bunlara rağmen, üstadımızın bu köpeğe yol vermesinin hikmeti acaba nedir?” Bu durum üzerine Bâyezîd hazretleri şöyle der: “Şu köpek, hâl lisanı ile bana dedi ki: ‘Tâ ezelin ezelinde benim kusurum, senin meziyetin neydi ki, köpeklik postunu benim sırtıma geçirirken âriflerin sultanı cübbesini sana giydirdiler? (Bunun tersi de olabilirdi).’ Bunun üzerine ben ona yol verdim.”

Şimdi kıssadan hisse zamanı. Yol bu dünya hayatını, köpek ise diğer tüm varlıkları simgeliyor. Yani insanın hayatı boyunca Allah tarafından karşısına çıkarılan hiçbir varlığa kibir gözüyle bakmaması gerekir. Bilakis ilahi gözle bakılmalı. Yeni iyal gözüyle… Herkes olması gereken yerde. İnsana yakışan ise tevazu, ne olduğunu bilmek. Kibir kişinin kendini bilmeme halidir ki bunun sonucu Rabbini de bilmemektir. Tabii kıssayı daha farklı bir okumaya da tâbi tutabiliriz. O zaman köpeğin şeyh, yolun sırat olduğunu görürüz. Allah kuluyla sürekli konuşur ve bu bazen her hangi bir hayvanla mesaj gönderir. Çünkü rabbimiz, filozofların rabbi gibi bizi terk etmiş değildir. Bilakis şah damarımızdan daha yakındır. Kuluyla konuşur, inan konuşur. Yeter ki duymayı isteyelim. İşte yukarıda aktardığım üzere ârifler bize yol gösteriyor. Lafın çok uzattın, dilinin altındaki baklayı çıkar diyecek olursan, işte söylüyorum: Sana köpek olmayı teklif ediyorum. Havlamaya hazır mısın? Hav hav, hav hav…

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • Hasan , 01/01/2021

    isterdim gemileri yakıp tekkeye varam, vazgeçip puldan paradan..

    Marifet gemi yakmak değilmiş meğer yürütmekmiş karadan..

  • ruh-u revan , 18/12/2020

    Sevgili Elif, çok şanslı olduğunu bilmeni isterim.

  • kasım , 17/12/2020

    mademki sonlu varlıkta sonsuzluğu yakalamak imkansız değil, tamam haydi havlayalım o zaman! hav hav hav…

kasım için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir