Mezar Saati – VIII

Felsefe tarihinin vurucu cümleleri var. Bunlardan biri de “Dil varlığın evidir” sözü olup Martin Heidegger’e ait. Filozofun neyi kastettiğini bilmek için öncelikle dil, varlık ve ev kelimelerinin anlamını bilmek gerek. Ama kısa yoldan anlama ulaşmak istiyorsan Wittgenstein’ın “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” cümlesini Heidegger’e bir şerh olarak okuyabilirsin.

Varlık, felsefenin ana konusu. Hakkında o kadar çok konuşulmuş, tanım yapılmış ki şaşarsın. Ama ben seni yormayacağım. Varlık, hem zihni hem de fiziki şeyler olabilir. Yani sadece gördüğümüz, dokunduğumuz şeyler varlıktan ibaret değildir. Düşündüklerimiz de bu kümeye dâhil. İbn Sina varlığı dörde ayırır: Düşüncede, dilde, dış dünyada ve yazıda varlık. Mesela bir insanı zihnimde düşünebilirim ki bu düşüncede varlık olur. İnsan hakkında konuşabilirim ve bu dilde varlık olur. Dünyada gördüğümüz cisimlerin tamamı dış dünyada varlık kategorisine girer. Bu kategoriye sen de giriyorsun, ben de. Bu yazdıklarım ise yazıda varlıktır. O halde varlığın dışında hiçbir şey yok diyebilirim.

Dil ise fikirlerimizi açıkladığımız seslerden ibaret. Dile, düşüncenin dışa vuruluşu da diyebilirim. Sesler ise birer simge olan harflerin telaffuzu. Biz harf denen simgeleri yanyana getirerek kelime denen anlamlı bütüne varırız ki kelime de aslında bir simgeden ibaret olup ana görevi anlamı taşımaktır. Yani kelimeler anlamlara evdir. Her bir kelime evinin içinde en az bir anlam saklıdır. Bu sebeple kelimeyi, anlamları taşıyan hamallar olarak da görebilirsin. Dili de iç ve dış olmak üzere ikiye ayırabiliriz. İç dil düşünme iken dış dil ise düşünülenleri ifade etmektir yani konuşmak.

Dünyaya gözünü açan her bebek aslında bir dile doğmuştur. İnsan dilini seçemez bilakis dilin içine doğar. Burası önemli bence. Çünkü insanın ana dilini seçmek gibi bir özgürlüğü yok.

Heidegger’in “ev” kelimesini tesadüfen kullandığını sanmıyorum. Ev yani barınak, güvenli alanımız, içine doğduğumuz mesken, aynı dil gibi.

Sanırım filozofun cümlesini anlayabiliriz artık. İnsan, bir dil dünyası içine doğar ve o dili ister istemez öğrenir. Her dil içinde bir zihniyet barındırır. Biz, dil öğrenirken içinde bulunduğumuz toplumun zihniyetini de öğrenir ve benimseriz. Ve âleme bu gözle bakıp değerlendirmelerde bulunuruz. O halde dil ile varlık arasında zorunlu bir ilişki var. Varlığa ne kadar hâkimsek dile de o kadar hâkimiz. Bu önerme, tersinden de doğru. Kavramına sahip olamadığımız bir şeyi düşünemediğimiz gibi kendisinden bahsedemeyiz. Hatta kendisi hakkında konuşamadığımızı bile bilemeyiz. Çünkü dilin sınırları aslında zihnin de sınırlarıdır. Dil ne kadar kuvvetli ve derinlikli olursa zihin de o oranda gelişir. İnsan kendini nasıl görünür kılar diye sorulacak bir soruya verilecek ilk cevap dil iledir. Duygu ve düşüncelerimiz, dilde kendini gösterir. Dil adeta insanın ve de toplumun aynasıdır. Bu sebeple insanın zihni dili kadardır desek sanırım yanlış bir şey söylemiş olmayız. Okumak, düşünmek dilimizi geliştiren faaliyetlerdir. Okumanın önemini anlamak için bu sözü düşünmek bence kâfi. Toplumların hafızasının dilde saklandığını ve dil ile yeni nesle aktarıldığını anlamak dilin öneminin farkına varmaktır. Daha açacak olursak, insan hayatı dilin içinde anlar. Varlığı dilin içinde kavrar ve kendi kılar. Yine varlığı dilin içinde fark eder. Bir dilin üstünlüğü ise içinde taşıdığı ideal ve kurduğu medeniyet ile anlaşılabilir. Ve her birimiz dünyayı, içine doğduğumuz dilin imkânları ya da imkânsızlıkları ile anlarız. Tarihini reddeden bir dil dünyayı anlama yetisini de kaybeder. Çünkü gücünü kaybeder. Dilin özelliği sürdürülür olmaktır demek istiyorum. Eğer dilde bir kesinti olursa, bu kesinti topluma yansır. O toplumun bireyleri, tarihsel süreçleri içinde kendini ifade edemez olur ki burada da ister istemez taklit devreye girer. Ama bu konuya girersem mektup uzar. Canını sıkmak istemiyorum.

Durup dururken neden bana bunları anlattın, ya da felsefe dersi istemiyorum diyebilirsin, belki de haklısın. Derdim felsefe dersi vermek değil. Bir Alman filozofunu övmek ise hiç değil. Sadece şunu söylemek istedim: Sen benim evimdin.

Sulhi Ceylan

Mezar Saati – I
Mezar Saati – II
Mezar Saati – III
Mezar Saati – IV
Mezar Saati – V
Mezar Saati – VI
Mezar Saati – VII

 

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • okur , 19/09/2022

    kâinat lisanla çerçevelendi ve varlık insanla mühürlendi, demiş necip fazıl da. meseleye böyle bakabilmek ne güzel fakat bence çok zor. bana dil, en çok *ulüm ile ilgi içerisinde görünür. ne zaman canlı biri ile dil ile ses ile harfler ile konuşsa vicdan azabı çekiyor insan.
    dilin hakiki işlevi nedir acaba, niçin verilmiş bu dil insana – allah da kitab ile dil ile insana seslenmiş, o halde aslı iyilik olmalı ama -ne yazık- deneyimde hep acı benzeri bir şey ağır basıyor.

  • rotasız , 18/09/2022

    Peki ya dilsiz insan kendini nasıl görünür kılar?

  • Katre-i Matem , 18/09/2022

    Balı tatmadan, sana ne kadar balı anlatsam da sen onun tadını, tatlılığını kavrayamazsın.. Yani deme o ki: Bal olmak ya da olmamak! İşte bütün mesele bu…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir