Kral II. Leopold ve Kongo Soykırımı

Hitler, Stalin, Lenin ve Mao gibi zalimlerin kafa yapısını anlamak mümkün değil, çok farklı çalışıyor. Ama anlayamadığım bir şey daha var, neden böyle üç, beş tane deli insanlığın başına bela oluyor?

Bu delilerin, katillerin üç, beş tane olduğunu kim söyledi? Dünya tarihini son bir ya da iki asra indirgesen bile Batı dünyasında çuvalla cani bulursun. Mesele istatistikî verilerse onu da açmak lâzım. Milyonlar öldürüldüğünde bu sadece istatistik oluyor, ama bir kişi öldürüldüğünde trajedi… Sen de böyle mi düşünüyorsun yoksa?

Yok, ben daha çok “Alay ölürse kötü bir gün, Albay ölürse katliam olur” diye düşünüyorum.

O zaman meseleyi getirip birkaç kişi üzerine bina etmeyelim. Mesela 1865-1909 yılları arasında Belçika kralı olan II. Leopold, Kongo’da dünyada eşine az rastlanır bir katliam yapmıştı. Ancak onun adı ne Hitler ne de Stalin gibi anılmaz. Mao kadar, Lenin kadar bile gündeme gelmeyen bu adamın yaptıklarını yazarken zorlanırız. Bize tanıdık gelen bir mesele de onun Kongo’yu sömürgeleştirmek için kullandığı argümanlardır. Yaptığı katliamlar ve o katliamların fikrî yönü bugün hiç de yabancısı olmadığımız, bize çok tanıdık gelen ifadeler.

O zaman şu Belçika kralını anlatır mısın? 

İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman en büyük soykırımları yapanların arasında ismine pek rastlamadığımız II. Leopold denen bu cani, milyonlarca Kongoluyu katletmiştir. Askerlerin kullandığı her kurşunun boşa gitmediğini ispatlamaları için vurdukları kişinin elini kesip getirmeleri istenirdi. Hitler, Stalin veya Mao kadar lanetlenmeyen, ismi dilden dile dolaşmayan, caniliği hakkında filmler yapılmayan, belgeseller çekilmeyen, kitaplar yazılmayan bu katilin Belçika’da, paraların üstüne resmi basıldı, sokaklara heykelleri dikildi.

Kral II. Leopold komşularını taklit edip fırsat çıktığı ilk anda denizlerin ötesine yayılmayı salık veren bir kraldı. Denizin ötesine geçtiğinde, ürünler için pazarlar bulacaklarını düşünüyordu. Bu amaç belirlenince ilk olarak hedefe Afrika’nın ortasında yer alan Kongo seçildi. II. Leopold, Afrika’nın ortasındaki bu bölgeyi işgal etmeye çalıştı ama parlamento onun bu arzusuna sıcak bakmadı. Bunun üzerine farklı bir formül geliştirdi. Hazinesinden borç alıp bir yardım cemiyeti gibi görünen Uluslararası Afrika Derneği’ni kurdu. Dönemin en ünlü kâşiflerinden birisini Kongo’ya göndererek kendi başına bir sömürge yönetimi kurdurdu ve 1885’te toplanan Berlin Konferansı’nda büyük güçler tarafından “Kongo’nun Hâkimi” olarak kabul edildi.

Aslında “Kongo’nun Büyük Canisi” olacak süreç de işlemeye başlamış oldu, değil mi? 

Hikâye her zamanki gibi aynıydı. Neden buraya geldikleri sorulduğunda “Biz medeniyet getirmek için geldik” dediler. Bu adamlar fakir bölgelere ve yer altı zenginliği olmayan hiçbir beldeye gitmez, semtine dahi uğramazlar. Kongo’ya giderken de eski senaryoyla yeni bir film çekiyorlardı aslında. Senaryo medeniyet götürmekti ama esas mesele Kongo’daki zenginliklerin sömürülebileceği koloniler kurmaktı. İlk fırsatta bu işe el atarak kolonilerini kurup lastik ve fildişi ticaretine giriştiler. Lastik ve fildişi ticareti Belçika için çok önemliydi. O nedenle bu ticaret için Kongo’daki milyonlarca insanı zorla çalıştırdılar. Ama işin asıl facia tarafı şu ki büyük bir insan gücüne ihtiyaç vardı ve bunun için yetişkinler yetmiyordu. Bu noktada çocuklar devreye girdi. Kongolu çocukları da çalıştırmak için üç ayrı koloni kurdu. Bu arada ordusunu güçlendirmeyi de ihmal etmedi. İnsanların baş edemeyeceği ve korkacağı bir güç her zaman olmalıydı. II. Leopold tarafından kurdurulan kauçuk ve fildişi şirketlerinin yöneticileri, köylüleri acımasızca çalıştırmaya başladılar. Arada çatlak ses çıkıyor, isyanlar oluyordu. İşte o zaman da silahlı gücü devreye sokuyorlardı. İsyan eden asilerin el ve ayakları kesiliyordu.

Bir insan, başka bir insana bunu nasıl yapar, bir türlü anlamıyorum!

Yetişkinler açısından anlayamadığın bu durumun küçük çocuklar için de uygulandığı gerçeğini öğrenince ne yapacaksın peki? Belçika kralı dediğin cani, kendi halkının ekonomik refahı için Kongolu çocukları en ağır şartlarda çalıştırıyor, istenilen randımanı veremeyen çocukların da el ve ayakları kesiliyordu. Hatta bazı babaların çalışma performansı düşük görüldüğünde çocuğunun el ya da ayağı kesiliyor ve önüne koyuluyordu. Biz, bugün, yapılan bu vahşi uygulamaların resmine dahi bakamıyoruz, sen bir de oradaki anne babayı düşün!

Bu dediğine inanmak çok zor!

Elbette zor. Normalde sağlıklı bir insanın, bir başka insana ya da bir çocuğa böyle bir şey yapması bir ruh hastalığının göstergesidir. Ama Kongo’da kesilen el ve ayakların ekseriyetinin küçük çocuklara ait olduğu daha sonra yapılan araştırmalarda ortaya çıktı.

Peki, bu adam Kongo’da nasıl kaldı? Oradaki hayatın acımasızlığı hiç mi etkilemedi kendisini, en azından çocuklara yapılan kısmı…

Birincisi, Kral II. Leopold, Afrika’ya hiç gitmedi ama buna rağmen Kongo’yu dev bir toplama kampına çevirdi. Doğal olarak gidip görmediği, şahit olmadığı bir dram ya da trajedi onun üzerinde her hangi bir etki bırakmış olamaz. İkincisi, burada konuştuğumuz kişi bir cani ve hiç gitmediği bir ülkede 10 milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuş. 

Dünya da Kongo’da olanlara göz yumdu, görmezden geldi.

Elbette öyle oldu. Çünkü diğer ülkeler de başkalarına aynı soykırımları, katliamları farklı senaryolarla uyguluyorlardı. Kim, kime kızacaktı? Birbirinin sahasına girmiyor ve etki alanını daraltmıyorlarsa sorun yoktu.

O dönemde medya, meseleleri kamuoyuna taşıma noktasında idealist değildi her halde?

Medya bir sektördür ve bu sektörün de bazı çalışma kuralları vardır. Yine de arada çatlak sesler çıkıyor, ölüm ve işkence olaylarıyla ilgili birkaç haber medyada yer buluyordu. Ama Kral II. Leopold bir şekilde bunların üstesinden gelmeyi başarıyordu. Gerçeği bozan, deforme eden haberler Kral’ın imdadına yetişiyordu. İstenmeyen gerçek bir bilgi medyaya yansımışsa hemen başka bir medya markası vasıtasıyla meseleyi manipüle ediyordu. Kongo’ya giden gazeteciler ve kâşifler de kendilerinden istenenleri gayet başarılı bir şekilde yerine getiriyorlardı. Sonuç olarak cinayet, işkence gibi iddiaların üstesinden başarıyla geliyordu.

Peki, bu caninin yaptığı katliamlar ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?

Aslında 10 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan bir caninin fark edilmesi için çok çaba harcamaya gerek duyulmaması lâzımdı. Ancak Batı dünyasında işler her zaman yavaş ilerler, hele konu siyahî insanlar olursa. Burada da aynı şey oldu ve Kongo’da yaşanan vahşet uzun süre sümen altı edildi. Ama kral, zaman ilerledikçe gücünü ve eski otoritesini kaybetmeye başlayınca, bir şekilde mesele duyuldu ve kamuoyuna yansıdı.

Bu cani, elindeki iktidarı nasıl kaybetti?

II. Leopold tarafından yapılan uygulamalar arada sırada da olsa medyada yer bulmaya başlamıştı. Büyük çoğunluk bu meselede taraf olmamayı seçse de o dönemde gazeteci Edmund Dene Morel meselenin üstüne kararlılıkla gitmişti. Hatta konu hakkında en çok yazıyı yazan da oydu.

Kralın başına bela oldu diyorsun yani…

Öyle de diyebiliriz. Kongo’daki işkenceleri araştırıyor, orada yaşanan dramı tüm dünyaya duyurmaya çalışıyordu. Morel bununla da yetinmedi ve II. Leopold’un yaptığı katliam ve işkenceleri protesto etmek amacıyla, dünyanın pek çok yerinde yürüyüşler düzenledi. Mark Twain ve Sir Arthur Canon Doyle gibi o zamanın tanınmış yazarlarının desteklerini sağlamıştı. Bu eli kanlı caninin yaptıklarını manşetlere taşıdı; yakılan köyler ve sakat edilen Kongoluların resimlerini yayımlattı.

Sonuçta ne oldu?

Kral II. Leopold, Edmund Dene Morel’in organize ettiği bu protestolar sayesinde 1908′de kanlı ellerini Kongo’dan çekmek zorunda kaldı ve bir yıl sonra da öldü. Geride bıraktığı şey ise tam bir enkazdı. Bir Belçika başbakanının da dediği gibi II. Leopold, “İnsanlara limon muamelesi yaptı, suları bitinceye kadar sıktı ve sonra bir kenara fırlattı.”

Davut Bayraklı

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • yasemin osmanoğlu , 28/12/2020

    evet. hepimizin bildiği, ancak dile getirilemeyen gerçekler.Medeniyet diye diye tüm dünya kendinden cahil ve yoksul insanları soydu, ve katletti. Bugün bu suçlarını kapatmak için ağız birliği ederek, güya halen bazı ülkelere medeniyet adı altında müdahale ediyorlar, etmeye devam edecekler. Ne zamana kadar ? milletlerin başına düzgün , ahlaklı, bilgili, güçlü, ülkesinin varlık ve menfaatini temsil edecek karaktere sahip bir lider gelene kadar.

yasemin osmanoğlu için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir