İBB Kütüphaneler ve Müzeler Müdürü Ramazan Minder’le Söyleşi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kütüphaneler ve Müzeler Müdürü Ramazan Minder’le 7/24 hizmet veren Atatürk Kitaplığı’nı ve kütüphanelerimizi konuştuk.

***

Öncelikle sizi tanımak isteriz.

Edebifikir web sayfasına teşekkür ediyoruz, hoş geldiniz. 1967 Rize doğumluyum. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 1991 yılında mezun oldum. 4 yıl kadar Rize’de ve Çankırı’da öğretmenlik yaptım. 1995 yılından itibaren de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne naklen atanmak suretiyle Atatürk Kitaplığı’nda göreve başladım. 22 yıldır Atatürk Kitaplığı’nda çalışıyorum. Öncelikle şef daha sonra müdür yardımcısı en son olarak da müdür olarak görevlerimi yerine getiriyorum. Biz İBB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü olarak şu anda Taksim’de bulunan Atatürk Kitaplığı Müdürlüğümüzün idari merkezi olmak üzere buraya bağlı 22 tane halk ve çocuk kütüphanesi ile 6 tane müzeden oluşan bir yapı olarak İBB bünyesi altında hizmete devam ediyoruz.

Neden kütüphanecilik? Bu mesleği seçmenizdeki etkenler nedir? 

Zaten benim öğretmenlikten İBB’ye geçmekteki temel amacım kütüphanede çalışmaktı. Yani ben sadece İBB’ye geçmek için değil Atatürk Kitaplığı’nda çalışmak için nakil geldim. Çünkü burayı gelip görmüş ve gördükten sonra ise kütüphanede çalışmak istemiştim.

22 seneyi aştı, buradayız. Hem kütüphanecilik hem de müzecilik faaliyetlerimiz oldu. Dolayısıyla ben mektepten yetişme bir kütüphaneci ve müzeci değilim. Burada, alaylı dediğimiz tabirle bizzat görerek, işin mutfağında olarak, hem okumalarımız hem iş tecrübelerimiz hem de diyaloglarımız oldu. Bu süre zarfında kendimizi yetiştirmeye çalışarak bu mesleğe hizmet etmeye çalışıyoruz.

Cumhuriyet Dönemi’nin ilk kütüphanelerinden olan Atatürk Kitaplığı’nın sizin nezdinizde diğer kütüphanelerden farkı nedir? 

Biraz Atatürk Kitaplığı’nın tarihinden bahsedelim. Aslında 1980’den sonra buranın adı Atatürk Kitaplığı olarak bilinmeye başlıyor. Buranın orijinal adı Belediye Kütüphanesi’dir. Eski büyük kütüphanecilerimizin hepsi -kataloglarımızda da var- burayı Belediye Kütüphanesi olarak bilirler. 1929 yılında belediye tarafından bir komisyon kuruluyor. Bu komisyonda Süheyl Ünver, Osman Nuri Ergin, Fuat Köprülü, Halil Ethem gibi dönemin önemli kültür ve bilim insanları bulunuyor. Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ başkanlığında toplanan komisyon faaliyetleri sonucu kütüphane ve müze kurma çalışmaları başlıyor. Bu çalışmalar sonucunda 1939 yılında Belediye Kütüphanesi Beyazıt’ta bir medrese binasında açılıyor. 1939-1981 yılları arasında Belediye Kütüphanesi bahsettiğimiz medrese binasında faaliyet gösteriyor. 1981 yılı itibariyle de koleksiyon taşınarak bugün içerisinde bulunduğumuz Taksim Atatürk Kitaplığı’na geliyor. 1929 yılında komisyonlar toplanmaya başlandığı zaman gazete ve dergi koleksiyonları, el yazmaları, nadir eserler toplanıyor. Ama aynı zamanda bağışçıların kendi kütüphanelerinden bağışladıkları kitaplar kabul ediliyor ve bu bağışlar ilk kurulduğu dönemde kütüphanemizin ana çekirdeğini oluşturuyor. Mesela Muallim Cevdet’in Kütüphanesi bizim ilk koleksiyonlarımızdandır. Tarık Zafer Tuna, Behçet Kemal Çağlar, Talat Albayrak gibi çok sayıda bağışçımız olmuş. Bu bağışlarla ve daha sonra satın almalarla birlikte koleksiyonumuz zenginleşiyor. Belediye Kütüphanesi’nin ana özelliği özellikle Osmanlı Dönemi süreli yayınları açısından gayet zengin olması. Gazete ve dergi koleksiyonlarından bahsediyoruz. Takvim-i Vekayi’den başlayarak Osmanlı dönemine ait gazete ve dergi koleksiyonumuz meşhurdur. Salnamaler, haritalar, kartpostallar, albümler, atlaslar gibi değişik eser gruplarına sahip olmamız bu kütüphanenin zenginliğini ortaya çıkarıyor. Kütüphanemiz derme ve koleksiyon açısından zengin bir kütüphane. 1939 yılından beri halkımıza bu minvalde hizmet veriyor.

Şimdi bizi cezbeden noktaya geldik. 7/24 açık kütüphane, mükemmel bir şey. Muazzam bir olay. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Atatürk Kitaplığı Taksim’de bulunan bir kütüphane. Taksim İstanbul’un en rahat ulaşabilen ve 24 saat yaşayan bir mekânı. Ve gençlerin çok rağbet ettiği bir yer. 1995 yılında göreve başladığım zaman kütüphane önünde kuyruklar oluşurdu. Fakat o dönemlerde, kütüphane, cumartesi günü açık olsa dahi pazar günü kapalı oluyordu. Akşam beşten sonra kapatılıyordu. Zaman içinde okuyucu talepleri artınca biz bu çalışma sürelerini akşam yediye, sekize kadar uzattık. Cumartesi ve pazar günleri de açmaya başladık. Artık öyle bir zaman geldi ki akşam sekize dokuza kadar uzayan çalışma süreleri de yetersiz gelmeye başladı ve biz bu süreleri uzatma konusunda birkaç yıl kararsızlık süreci yaşadık. Bir kurumu yirmi dört saat açmaktaki mesele sadece kapıları 24 saat açık tutmak değil. Onu işletebilmek, yaşanılabilir bir hale getirmekti önemli olan. Burayı yirmi dört saat açmaktaki asıl mesele okuyucu isteklerine cevap verebilecek insan kaynaklarını oluşturmak. Tüm bu gelişmelerin sonucunda biz 2014 yılının Eylül ayında kütüphanemizi 7/24 çalışır hale getirdik. Kütüphanemizde memur ve yardımcı personel olmak üzere klasik sistemde çalışan arkadaşlarımız vardı. Biz bu sistemi vardiyalı bir sisteme çevirdik. Akşam saat 5’ten sabah 8’e kadar görev yapacak, üç ayrı grup oluşturduk. Bir grup akşam beşten sabah kadar vazifesini yerine getirdikten sonra ertesi gün başka bir grup, yine akşam saat 5’ten sabah 8’e kadar görevini yerine getiriyor. Okuyucu ihtiyaçları için de akşam yedi-sekize kadar açık olan bir kantinimiz mevcut. Akşam sekizden sonra okuyucuların yeme, içme, çay ve su ihtiyaçlarını gidermek için kütüphane içine otomat sistemini kurdurduk.

Kütüphanemizi, sadece dini, resmi bayramlarda ve seçim dönemlerinde kapatıyoruz. Seçim dönemlerinde kapatmamızın sebebi ise kütüphanemizde seçim sandığı kurulmasıdır. Kütüphanemiz bu saydığımız zaman dilimleri dışında 7/24 çalışır vaziyette halka hizmet sunuyor. Kütüphanemizin şu anki fiziki yapısı talebi karşılayacak seviyede değil. Yaklaşık 300 sandalyemiz var. 300 değil, 500 sandalyemiz olsa dahi yine dolar ve kütüphanenin önünde kuyruklar oluşur. Sabah 8-9 gibi, kütüphanemiz doluyor. Artık ertesi sabah yine aynı saatlere kadar kütüphanemizin yoğunluğu bu şekilde devam ediyor. Kütüphanemize yoğun olarak üniversite sınavlarına hazırlanan gençler,  KPSS’ye hazırlananlar ve kendi branşlarıyla alakalı sınavlara hazırlanan kişiler rağbet etmekte. Tüm bunların yanında üniversitede okuyan arkadaşlarımız da kütüphaneden yararlanmaktadır. Atatürk Kitaplığı aslında ülkemizin en önemli araştırma kütüphanesi.

Atatürk Kitaplığı ilköğretimden üniversite öğrencisine, akademisyenlerden uluslararası araştırmacılara kadar çok geniş kitlelere hizmet veren bir kütüphane. Peki bu kadar fonksiyonel bir kütüphaneye okurların ilgisi ne durumda?

Kütüphaneler, son zamanlarda etüt merkezi olarak kullanılmaya da başlandı. Bizim araştırmacılarımız yine geliyor. Halk kütüphanesi olduğumuz için ödünç kitap almak için gelen okuyucularımız oluyor. Ama ağırlıklı olarak etüt merkezi olarak kullanılmaya başlandı. Biz buna hayır demedik. Bu alanlarda bir eksiklik var ülkemizde. Gençlerimiz, üniversite okuyan insanlar ve üniversite sınavına hazırlanan öğrenciler evinde, müstakil odası veya çalışma ortamı olsa bile kütüphane ortamında çalışmayı tercih ediyor. Öğrenciler burada, 3-4 saat ara vermeden ders çalışabiliyor. Aynı şeyi evde yapamadıklarını ifade ediyorlar. Veya yurtta kalan öğrenciler, yurtta bu imkânı bulamıyor ve yine kütüphanemizi tercih ediyorlar. Ayrıca arkadaşlarıyla buluşuyor ve kütüphanede grup çalışması yapabiliyorlar. Burada aynı zamanda gençlerimiz sosyalleşiyor. Birbirleriyle tanışıyorlar, muhabbet ediyorlar. Bu da onlar için motive edici bir durum.

Kütüphanelerimizin bu tarz taleplere karşılık vermesi gerekiyor. Fakat şu an İstanbul’daki kütüphanelerin sandalye sayıları, yani kapasiteleri bu ihtiyaca cevap vermek konusunda yeterli değil. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı 22 tane kütüphane var. İlçe belediyelerimizin çok sayıda kütüphanesi var. Kültür Bakanlığı’mızın, üniversitelerimizin kütüphaneleri var. İstanbul civarında yaklaşık 500 kütüphane var. Sayı olarak bunlar çok fazla gözükebilir ama kapasite olarak yeterli olmadığını ifade etmeliyim.

Bu 500 kütüphanenin tabiî ki incisi, Atatürk Kitaplığı. Size diğer kütüphanelerden bize yol gösterin tarzında talepler geliyor mu? 

İlçe belediyeleri ile ağırlıklı olarak görüşüyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı olarak çalıştığımız için ve tecrübelerimizin biraz daha fazla olması hasebiyle ilçe belediyelerimize tecrübelerimizi aktarıyoruz. Onlarla toplantılarımız da oluyor. En son Marmara Belediyeler Birliği çatısı altında bir toplantı yapmıştık. Bu toplantıda, İstanbul’daki belediyelere bağlı kütüphanelerin sayılarını ve adres bilgilerini oluşturduk. Hatta 9 Mart da Taksim Atatürk Kitaplığı’nda ilçe belediyelerinden gelen arkadaşlarımızla tekrar bir toplantı yaptık. İstanbul’daki mahalli idarelere bağlı kütüphaneler arasındaki diyaloğun ve işbirliğinin güçlendirilmesi konusunda temaslarımız devam edecek. Yayın tespit etmek, yayın satın almak, yayın takip etmek, kütüphane kurmak konusunda bugüne kadar yaşadığımız tecrübelere kendileriyle paylaşıyoruz.

Atatürk Kitaplığı ile alakalı aklınızdan hiç çıkmayan, ilginç bir hatıranız var mı? 

22 yıl boyunca yaşadığım bir çok hatıra var. Özellikle biz nadir eser alımları yapıyoruz. Sahaflardan, müzayedelerden çok çeşitli dostluklarımız gelişiyor. Çok özel koleksiyonlar alıyoruz. Bazıları kamuoyunda çok ses getirecek işler de oluyor. İstanbul Üniversitesi’nin Kemal Alemdaroğlu döneminde seminer kütüphaneleri kapatılınca maalesef kitaplar atılıyor. Bu kitaplar içerisinde Yıldız Abdülhamid Kütüphanesi’nden giden kitaplar da vardı. Nitelikli kitaplardı bunlar. Bu kitaplar sahaflara ve müzayedelere düşmüştü. Bu kitaplardan beş binden fazlasını satın almış ve koleksiyonumuza katmıştık. Murat Bardakçı bunu Habertürk Gazetesi’nde yazmıştı ve televizyonda da haber olmuştu.

Kütüphanede 50.000’e yakın çeşitli yazma, albüm, atlas, harita, takvim, salname, kartpostal, gazete ve dergi koleksiyonları bulunmakta. Bir yandan da bunların dijital ortama aktarımı sürmekte. Elektronik ortama aktarım işlemlerinden bahsedebilir misiniz? 

Biz öncelikle 1928 Harf İnkılabına kadar olan dönemde Osmanlı’da basılmış ve elimizde bulunan  gazete dergi ve yazmaları dijital ortama aktarmış bulunmaktayız. Yani biz şuan altı buçuk milyon görüntüyü okuyucuların hizmetine sunmak için dijital ortama aktardık. Bu hizmet tamamen ücretsiz. Şu anda bu hizmet sistemimizden yararlanan yerli ve yabancı 15.000’den fazla okuyucumuz ve araştırmacımız mevcut. Atatürk Kitaplığı’nın elindeki gazete ve dergiler, Osmanlıca matbu kitaplar -şuan 25.000’den fazla Osmanlıca kitap var- haritalar, kartpostallar, salnameler, takvimler dijital ortamdan yerli ve yabancı araştırmacılarımızın erişimine açık.

Farsça ve Arapça eserlerle ilgili araştırma yapmaya da gelen araştırmacılar oluyor mu? 

Bizim Arap harfiyle yazılmış Türkçe eserlerimizin yanında Arapça ve Farsça  nadir eserlerimiz de mevcut. Bu eserler üzerine İslam Dünyası’ndan olduğu gibi Batı Dünyası’ndan ve Uzakdoğu’dan gelip araştırmalar yapan araştırmacılar oluyor. Alman, Amerikalı, Japon akademisyenler gibi yabancı akademisyenler de gelip kütüphanemizde araştırma yapabiliyor. Dijital kütüphaneyi açtıktan sonraki süreçte insanların bir kitap için uzaklardan buralara gelmelerine gerek kalmadı. Artık oturdukları yerlerden bu nadir eserlere ulaşabiliyorlar çünkü biz dijital kütüphanecilik sayesinde bütün kütüphaneyi araştırmacıların bilgisayarlarına ulaştırmış olduk.  Bu hizmet yokken araştırmacılar Erzurum’dan Konya’dan kalkıp araştırma için İstanbul’a Atatürk Kitaplığı’na  geliyordu. Osmanlıca bir metnin fotokopisini alıyordu. Bir gün, iki gün İstanbul’da konaklıyor ve araştırmasını bitirdikten sonra memleketine dönüyordu. Zamanı düşünün, emeği düşünün, ekonomik giderleri düşünün. Artık bunlara gerek yok, oturduğu yerden 25.000 Osmanlıca eseri inceleme imkânına sahip. Artı bütün süreli yayınlarımızı da bilgisayarından görme imkânı var. Dolayısıyla zaman ve para harcamasına gerek yok, bütün bunlara kendi bilgisayarından ulaşabiliyor. Bizim Osmanlı dönemine ait nadir eserler alımımız devam ediyor. Gazeteler ve dergiler de alıyoruz. Aldığımız her şeyi katalogladıktan sonra dijital kütüphanemize aktarmak suretiyle kütüphane kullanıcılarımızın hizmetine sunuyoruz. Bu şekilde araştırmacılarımız ve okurlarımız istedikleri eserlere kolayca ulaşabiliyorlar.

Kitap okuyucularını bir araya getirecek faaliyetleriniz oluyor mu?

Bu sene pek yapmadık ama geçen sene I. Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılı dolayısıyla aylık konferanslarımız oluyordu. Sahasında uzman, bu alanda yayın yapmış, kitap yazmış akademisyenlerimizi burada ağırlıyorduk. Onlarla I. Dünya Savaşı’nın çeşitli safhalarıyla ilgili sohbet toplantıları yapılıyordu. Veya bir kitap basıldıysa o kitabın tanıtım toplantıları yapılıyordu. Bunlar bizim müdürlük olarak yaptığımız faaliyetler. Onun haricinde Atatürk Kitaplığı’nın sergi salonu ve konferans salonu İBB Kültür ve Daire Başkanlığı tarafından kullanılan mekânlar. Burada zaten kütüphane bünyesinde sürekli söyleşiler ve sergiler yapılıyor. Her hafta birkaç tane söyleşi ve sergi salonumuzda da sergi oluyor. Kütüphanecilik hizmetinin yanında söyleşiler ve sergilerle kültür merkezi olarak da hizmet veriyoruz.

Atatürk Kitaplığı’nın gelişimi nasıl oldu?

1995 yılında burada çalışmaya başladığım zaman Atatürk Kitaplığı bir kitaplıktı ve buraya bağlı Kadın Eserleri Bilgi Merkezi Vakfı ile ortak işletilen bir kütüphane vardı. Başka bir kütüphane buraya bağlı değildi. Zaman zarfında biz buraya bağlı kütüphane sayısını 22’ye çıkardık. İlçe belediyelerine bağlı hiç kütüphane yoktu. Bugün ilçelerde birçok belediye öncü çalışmalar yapıyor. Birçok ilçede çocuk ve halk kütüphaneleri çalışmaları Bilgi Evleri faaliyetleri adı altında yapılıyor. Halkımızın da kütüphanecilik faaliyetlerine karşı ilgisi arttı. Yerel yöneticilerden, mahallelerine, semtlerine kütüphane kurmalarını isteyen vatandaşlarımızın sayısı arttı. Eskiden bu tarz talepler pek yoktu.

Atatürk Kitaplığı her yaştan okurun ilgisini çeken bir yer. Bunda kitaplığının mimarisinin, içeriğinin özel olmasının yanında personelimizin her gelen araştırmacıya özel davranması da çok etkili. Bizim kütüphanemize gelen insanlar toplumumuzun çok kıymetli insanları. Çünkü bu gençler, kütüphaneye geliyor. Buraya gelen bir insan hiç kitap okumasa dahi etrafına baktığı zaman göreceği tek şey kitaptır. Gördüğümüz şeylerin bizim psikolojimiz üzerindeki etkisi malumunuz. Şimdi evinde babasından kalan bir kütüphane olan bir çocuğu düşünün yani sabah kalktığı zaman, salona geldiği zaman kitap ve kütüphane gören bir çocuğu düşünün. Bir de evinde hiç kitap ve kütüphane olmayan bir çocuğu… Bu iki çocuğun ileriki yaşantılarına baktığımızda muhtemelen birisinin hayatında kitap çok önemli bir yer tutacak ama diğerinin hayatında kitabın hiçbir önemi olmayacak. Dolayısıyla bir şeyi görmenin kişinin psikolojik ve zihinsel dönüşümü üzerinde mutlaka etkisi olacaktır. Kütüphaneye gelen kişilerle çok iyi ilgilenmek ve onları en iyi şekilde ağırlamak gerekiyor. Açtığımız kütüphanelerde mümkün mertebe çocuk bölümleri kurmaya çalışıyoruz. Yetişkin bölümleri kurmaya çalışıyoruz. Onlara hitap edecek kitapları da koleksiyonlara katmaya uğraşıyoruz. Özellikle benim ilgilendiğim kesim okul öncesi çocuklarımız. Biz eğer okul öncesi çocuklarımıza kitap okuma alışkanlığı kazandırabilirsek bir daha hayat boyunca onları kitap alıp kitap okumaya teşvik etmek zorunda kalmayız. Zaten o çocuklar yollarını çizmiş olurlar. Biz kütüphanelerimizde masal saatleri uygulamasını başlattık. Bu saatlerde kütüphaneci arkadaşlarımız çocuklarımıza masal okuyor, çocuklarla yüz boyama çalışmaları yapılıyor. Çocuklarımız resim yapıyor ve onları duvarlara asıyorlar. Böylece bu çocukların kitapla irtibatlarını kurmuş oluyoruz.

İlköğretimde okumayı söken çocuklara kütüphane görevlileri gitse, onların kütüphane üyeliklerini yapsa ve üyelik kartlarını o çocuklara verse bu çalışma da bir pilot okulda yapılsa..? 

Türkiye’de Milli Eğitim’in yapacağı en büyük işlerden bir tanesi her okulun kadrosuna bir kütüphane görevlisi istihdam etmesidir. Bu durumun ise öncelikle yönetmelikle yapılması gerekiyor. Her okulda kesinlikle bir kütüphanecinin istihdam edilmesi gerek. Sadece kütüphaneci istihdam etmek yetmiyor. Her okulda az da olsa bir kütüphanenin kurulması gerekiyor. İlkokuldan itibaren ortaokul ve liseye kadar çocukların yaşlarına göre o kütüphanede kitapların bulundurulması lâzım. Kütüphanecinin ise öğrencilere kendi yaş grubuna uygun kitapları sevdirmesi ve okutması gerekiyor. Bu durumun da bir kurala bir kaideye bağlanması gerekiyor. Eğer biz çocuklarımıza kitap okuma alışkanlığını kazandırabilirsek onlara verebileceğimiz en büyük hediyeyi, en büyük sermayeyi vermişiz demektir. Dolayısıyla okul kütüphanelerine önem vermemiz gerekiyor.

Güncel dergi ve kitap alımlarını nasıl yapıyorsunuz?  

Atatürk Kitaplığı’nda ulusal bütün dergi ve gazeteleri takip ediyoruz. Yani ülkemizde yayınlanan ulusal gazetelerin tamamına aboneyiz. Gazeteleri alıyor, aylık olarak ciltliyor ve arşivleyip okuyucuların hizmetine sunuyoruz. Bunun yanında 150’den fazla dergi aboneliğimiz var. Şube kütüphanelerimize ise ortalama olarak ayda 20 dergi gitmekte. Bu dergiler çeşitli kategorilerde edebiyat, tarih bilim-teknik, çocuk… Kütüphanelerimize gazeteler ve dergiler muntazam şekilde geliyor. Aynı zamanda güncel yayınları da takip ediyoruz. Yeni çıkan kitapların çoğunu da Atatürk Kitaplığı için satın alıyoruz. Şube kütüphanelerimiz için ise yerleri daha dar olduğu için seçerek alıyoruz. Okuyucu taleplerine de burada ön planda tutuyoruz. O ay yayınlanmış bir kitabı okuyucular sürekli talep ediyorsa, bize soruyorsa biz de o kitap satın alıyor ve okuyucuyla kütüphanede buluşturuyoruz.

Yeni projeleriniz nelerdir? Bu projeleri öğrenmek isteriz. 

Türkiye’de, kütüphaneler genel olarak kitap ve dergi satın alırlar ama birkaç istisna dışında nadir eserler konusunda bizim kadar istekli olan ve nadir eser alan bir kütüphane yok. Biz İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı olduğumuz için bütçe konusunda imkânlarımız biraz daha iyi ve bu sayede çok sayıda nadir eser alımları yapıyoruz. Alımlarımız yurtdışında da devam ediyor. Geçen sene  Lübnan’dan 60.000’den fazla kartpostal satın aldık. Toplamda yaklaşık 160.000 civarında nadir eser alımı yaptık. Bunların içerisinde el yazması kitaplar, mahalli basınla ilgili gazete ve dergiler, Osmanlıca matbu kitaplar, haritalar, kartpostallar gibi çeşitli türden nadir eserler var. Dolayısıyla Atatürk Kitaplığı arşivini devamlı olarak yenilemeye çalışıyoruz. İlaveten özel arşivler almaya başladık. Yaklaşık 2-3 yıldır özel arşivler de alıyoruz. Mesela Medine Müdafii Fahrettin Paşa’nın bütün özel arşivini satın aldık torunundan. Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Cebesoy, Safiye Elbi, Hüsrev Taylan gibi önemli isimlerin arşivlerini satın alıyoruz. Özellikle Cumhuriyet Tarihi açısından çok kıymetli hatıratlar, defterler, özel arşivler, fotoğraf koleksiyonları gibi nitelikli eserleri alarak kütüphane dermemizi  zenginleştiriyoruz. Bir taraftan bu eserleri kataloglarken diğer taraftan da dijital ortama aktararak okuyucunun hizmetine sunuyoruz. Bizim İstanbul’la ilgili en önemli projemiz; büyük bir Şehir Kütüphanesi kurmak…

Şehir kütüphanesi? 

Yeni bir yerde, 50 milyon kitap kapasiteli büyük bir şehir kütüphanesi kurmak. Yani dünya ölçeğinde bir kütüphane. Türkiye’de bugün, Milli Kütüphane’mizin dermesi 3 milyon civarında. Oysa Avrupa’da birçok üniversitenin kütüphanelerinin kapasitesi  5 milyon  üzerinde. Harvard’ın 20 milyon üzerinde dermesi var. İngiltere, Amerika, Fransa gibi ülkelerin milli kütüphane kapasiteleri 100 milyonun üzerinde. Kalkınmışlıkla kitap, kültür, bilim arasındaki ilişkinin alakasını buradan görebiliyoruz. Eğer bir ülke kalkınmışsa arkasında muazzam bir fikir gücü olduğunu görüyoruz.

Bizim de ülke olarak 2023 ve 2071 hedeflerimize ulaşabilmemiz için bu arşivlerimizi, kütüphanelerimizi zenginleştirmemiz, güçlendirmemiz için büyük kütüphaneler kurmamız gerekiyor. Halkımızın bu kütüphanelerden yararlanmalarını sağlamamız gerekiyor. Öncelikle kütüphanesi olmayan bir mahallemizin kalmaması lâzım. İstanbul örneğini düşünürsek, İstanbul’un 1000’e yakın mahallesi var. Her mahalleye bir çocuk ve halk kütüphanesi kurmamız gerek. İlçe bazında en az 300-500 bin kapasiteyle ilçe kütüphaneleri kurmalıyız. Onların üzerine de İstanbul’a 50 milyon kapasiteli bir şehir kütüphanesi gerek. Biz bununla ilgili bir çalıştay yaptık. Sahasında uzman sahaflarımızı, yazarlarımızı, kitapçılarımızı, yayıncılarımızı, kütüphanecilerimizi çalıştaya davet ettik. Herkes fikirlerini söyledi. Onları bir rapor olarak da yayınladık. Bizim şuandaki yoğunlaştığımız en büyük hedefimiz bu kütüphaneyi İstanbul’a ve Türkiye’ye armağan etmek.

Biliyorsunuz, toplumsal hafıza diye bir gerçek var. Toplumsal hafızamıza eklenmesi gereken bir 15 Temmuz gerçeği var. Taksim Atatürk Kitaplığı 15 Temmuz’u ve 15 Temmuz bilincini daha iyi anlatabilmek için neler yaptı?

15 Temmuz olaylarından sonra bir kütüphane yöneticisi olarak aklıma gelen ilk şey şu oldu; 15 Temmuz ve sonrasındaki bütün gazete ve dergi haberlerine televizyondaki röportajları, haberleri, görselleri, mobese kayıtlarına varıncaya kadar toplamak ve bir dijital kütüphane ortamında halka sunmak istedim. Bu konuyla ilgili ben bütün televizyon kanallarına, gazete yönetimlerine, ilgili kamu kurumlarına yazılar da yazdım. Fakat bu verileri paylaşma konusunda olumlu cevaplar alamadım. Dolayısıyla bu dijital kütüphaneyi oluşturma teşebbüsümün sonuçsuz kaldığını söyleyebilirim. Fakat sonradan Anadolu Ajansı 15 Temmuz’la alakalı bütün görselleri, haberleri bir dijital kütüphane olarak oluşturdu ve halkın hizmetine sunduğunu öğrendim.

Kütüphanelerin en önemli fonksiyonları dediğiniz gibi hafıza merkezleri olmasıdır. Unutulabilen şeylerin unutulmadığı mekânlar kütüphanelerdir. Kütüphaneler  hakkında bir de şöyle bir şey de söylemek gerekiyor. En azından bazı kütüphanelerin bu işi muhakkak yapmalı. Sevdiğimiz veya sevmediğimiz  veyahut benimsediğimiz veya benimsemediğimiz diye ayrıma girmeden ülkede yayınlanan ne kadar dergi, gazete ve kitap varsa bu kütüphanelerde muhakkak muhafaza altına alınması gerekiyor. Bazen bize mahkemelerden yazılar geliyor. Şu tarihli, şu gazetenin, şu nüshasını bize gönderin. Biz de dijital ortamdan aktarıp, tasdik edip gönderiyoruz. Bu yayınların bazen de mahkemelerde bir davanın görülmesi için gerekli olabilecek belgeler olmaları hasebiyle de muhafaza altına alınması gerekli. En azından derleme kütüphanelerin bu işi muhakkak yapması gerekiyor. Biz de mümkün mertebe ülkemizde yayınlanan her neşriyatı eski ve yeni demeden takip etmeye çalışıyoruz. Fikirlerine katılalım veya katılmayalım bunları muhafaza altına almaya çalışıyoruz. Çünkü bunlara ileride herkesin ihtiyacı olacak.

Kitap alımlarında belli bir türe öncelik veriyor musunuz? Şiir kitaplarını bilhassa soruyorum…

Atatürk Kitaplığı’nın ağırlıklı tarafı sosyal bilimlerdir. Matematik, tıp veya mühendisliklerle alakalı kitapları satın alma politikamız gereğince pek tercih etmeyiz. Çünkü o kitapları daha çok üniversitelerin ilgili departmanları takip eder ve alır. Şiir kitapları noktasında kütüphanemizin zengin olduğunu düşünüyorum. Geçen sene özel bir şiir koleksiyonu satın almıştık. İçinde yaklaşık iki bin küsur kitap olan bir şiir koleksiyonundan bahsediyorum. Herhalde şiirle ilgili bir çalışma için gelen birisine karşı yüzümüz kızarmayacak özel bir arşivimiz vardır.

İstanbul’la ilgili çok özel kitaplığımız var. Yerli ve yabancı seyahatnamelerden tutun çok sayıda İstanbul’la ilgili kitaplarımız, görsellerimiz ve haritalarımız mevcut. Özel koleksiyonlarımızın önemli bir kısmını da sadece İstanbul oluşturur. Osmanlı coğrafyası oluşturur. Osmanlı coğrafyasındaki bütün haritalar, kartpostallar, salnameler gibi çok nitelikli koleksiyonlarımız var. Bir de ilk müteferrika matbaası 1727’de kuruluyor ve 1928’e kadar yaklaşık 200 yıllık bir zaman dilimi geçiyor. Bu 200 yıllık dönemde Osmanlı’da yaklaşık 40.000 civarında kitap basılmış. Bu Avrupa ile kıyaslandığında düşük bir rakam. Bu 40.000 kitabın yaklaşık olarak 25.000’i bizde mevcut. Bizim hedefimiz, Atatürk Kitaplığı olarak bunların tamamına sahip olmak. Dolayısıyla biz şimdi koleksiyonlardan, sahaflardan, müzayedelerden kitaplar satın alıyoruz. Bizde olmayan her Osmanlı matbu eseri muhakkak satın alıyoruz. Ana hedeflerimizden birisi de bu. Bunları satın almak ve bu satın aldığımız eserleri de dijital ortama aktarmak. Birde 1727’de kurulan müteferrika matbaası Türklerin ilk matbaası. Oysa İspanya’dan göç eden Yahudiler, 1492’de İstanbul’a geliyorlar. Bu gelen Yahudiler 1493’te İstanbul’da matbaa kurmuşlar. Yahudilerin kurmuş olduğu matbaadaki basılan ilk sekiz kitabı biz geçen sene satın aldık. İbranice basılmış. Bunları hatta yurtdışından getirttik. Dolayısıyla bizim matbaacılık tarihimiz Gutenberg’ten  yaklaşık 40 yıl sonra İstanbul’da başlıyor. Yani Osmanlı matbaayı bilmeyen bir devlet değildi. Fakat Türkler ve Müslümanlar matbaayı kullanmak konusunda bir takım tereddütler yaşadılar. Bunun iktisadi sebepleri olduğu gibi bir takım dini, fikri, ahlaki bazı toplumsal sebepleri olmuş olabilir. Çünkü Osmanlı’da ve İslam kültüründe el yazması kitap hem daha kıymetli hem daha estetik hem de daha ucuzdur. Onun cildi özeldir. Hattı özeldir. Tezhibi özeldir. Ebrusu özeldir. Yani kısaca el yazması bir kitap, özel bir kitaptır.

Çok teşekkür ediyoruz.

Biz teşekkür ederiz.

 

Söyleşiyi gerçekleştiren: Muhammed Furkan Kâhya

 

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Selahattin Öztürk , 06/11/2017

    Bu tür bilgilendirme ve tanıtım yazılarının yetkili ağızlar dinlenerek yapılması hem kullanıcılar hem de benzer çalışmalar yürütecek kurumlar için ufuk açıcı olacaktır.

  • can varol , 20/03/2017

    Güzel bir söyleşi olmuş. cevaplar doyurucu nitelikteydi.Şahsım adına istifade ettim.

can varol için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir