Günaha Son Çağrı

Yirminci yüzyılın başarılı yazarlarından Nikos Kazancakis’in aynı adlı romanından uyarlanan Günaha Son Çağrı (1988), tarihin ve insanın değişmezliğini en sert şekilde gözler önüne seren bir yapıt. Martin Scorsese, yönetmenliğini üstlendiği filmin kurgusunu, her ne kadar romandan uyarlamış olsa da kendi peygamber İsa’sını konu edinerek geliştirmiştir: İncil’deki bilinen kurgunun aksine yaşayan ve yaşatan bir İsa söz konusudur. Peki, nedir bu bilinen kurgunun aksi? İsa, kendi zamanının koşullarında değil, modern çağın insanıyla beraber modern çağın koşullarında yaşar. Yani İsa, modern zamanda çarmıha gerilir. Bu da şunu bizlere öğretir, insan doğasının değişmezliğini…

Dücane Cünidoğlu, bu filmle ilgili şöyle yorum yapar: “Kazancakis’in İsa yorumunu önemsiyordum. Çünkü Batı’da bilhassa Ernest Renan’ın La vie de Jésus (1863) kitabıyla başlayan ve oradan bize de sirayet eden peygamber imagosunu dünyevileştirme çabalarına ilişkin seçkin bir örnekti. Kilise’nin resmî yorumları tam tersine çevriliyordu. Bu İsa, bambaşka bir İsa’ydı. Beşer İsa. Tanrı gibi değil, insan gibi. Ecce Homo! İsa filmleri arasında hermeneutik açıdan en iddialısı. Doğrusu, Scorsese de en önemli işlerinden birini çıkarmış, sinema tarihine ikinci büyük imzasını atmıştı.”[1] Dücane Hoca hâlâ aynı düşüncede mi bilmiyorum fakat onun da belirttiği üzere filmdeki kendi çağının dışındaki bir İsa işleniyor. Kendi çağının dışındaki İsa ise bir nevi inkâr ve günah sarmalına sürükleniyor. Korku, şüphe ve şehvet gibi duygularla şeytana uyma formlarının mücadelesi yaşatılıyor:

“— Ya Tanrı hakkında yanlış bir şey söylersem?

— Korkma, Tanrı seninle! O senin yanlış bir şey söylemene izin vermez!

— Peki ya Tanrı hakkında doğruyu söylersem?

— ! ! !”

Korkuyla sarmalanmış insanın tabiatında değişikliğe çok rastlanmaz. Nitekim korku, insanı bir kalıba sokar. Bu durum günümüzde de, bundan binlerce yıl önce de böyleydi. Açlıktan, tehlikeden, evsiz kalmaktan, sevmekten, sevilmemekten, kaybetmekten, kazanamamaktan, yaşamdan ve ölümden korkar; hatta korkunun kendisinden de korkar. Bu sebepledir ki, insanı günahtan alıkoyan şey dâhi korkudur. Bu korkular, insan hayatının ve idrakinin önüne bir set çeker. Peygamber, bu setlerin yıkılmasını, korkunun yerine huzurun ve esenliğin hâkim olmasını sağlayandır; insanların seçilmiş kişilerden beklentisi budur. Peygamber bunları yaparken kullanacağı kudret yeni bir korkuya yer vermemelidir, sevgiyi koymalıdır korkunun yerine.

İsa, İncil’de anlatılandan farklı olarak Tanrı’ya seslenir: “Ölmek zorundayım? Bana bir kâse uzatıyorsun ancak ben içindekini içmek istemiyorum!” Tanrı, bu serzenişten sonra İsa’ya kâseyi ters çevirmesini söyler; gidip hayatını yaşamasına, çoluk çocuğa karışmasına, insan olarak ölmesine müsaade eder. İsa, kendisine bahşedilen lütfu anlamaz, “Tanrı’yı yanlış yerde aramışım.” der ve hayatını yeniden inşâ etmeye başlar. İnşâ etmek istediği hayat, bilmediği bir hayattır. Zaman ilerler, İsa yaşlanmaya başlar. İnsanları yanlış tanıyan bu yaşlı adam insanların günahlara boğuluşunu, şeytana kulluk etmelerini, fütursuzca, hiç ölmeyeceklermiş gibi yaşantılarının dehşetine şahit olur: “Benim yerim çarmıhtı!”

Film, bize, arafta kalmış bir İsa’yı anlatır, karakter iki İsa’dır. Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmek için hareket eden Peygamber İsa var bir tarafta; öbür tarafta bu buyruğu gerçekleştirirken insan olmanın payelerini sergileyen İsa var. “İçimde, Kötü Olan’ın, insansı, insan-öncesi, ta ilkten var olan, karanlık güçleri var; içimde, Tanrı’nın, insansı, insan-ön­cesi o nurlu güçleri de var; ruhumsa bu iki ordunun karşılaşıp çarpıştığı savaş alanı. İçimi kemirip durmuştur bu kaygı. Bedenimi seviyor, yok olmasını istemiyordum; ruhumu seviyor, bozulmasını istemi­yordum. Birbirlerine alabildiğine karşıt, ta ilkten var olan bu iki gücü uzlaştırmak, onlara, birbirlerinin düşmanı değil, elbirliğiyle çalışan işçi kardeşler olduklarını anlatmak için çırpınıp durdum, bir uyum içinde kıvanç bulsunlar, ben de onlarla bir­likte kıvanç duyayım diye.” Yahudi tapınağını ve dönemin zorba düzenini yıkmak için havarileriyle tapınak etrafındaki sahte düzene saldırır. Fakat tapınağın önüne geldiğinde duraksar ve daha fazla devam edemez. Havarilerinin ve bilhassa Yahuda’nın ısrarlarına rağmen tapınağın girişinde kıpırdamadan avuçlarının ortasından kanlar akmaya başlar, bitkin düşerek bir şekilde oradan ayrılır. Yıllarca hazırladığı çarmıhlardan birine gerileceği ve Tanrı’nın bunu istediğini düşünerek, Yahuda’dan kendisini yakalatmasını ister. Ancak bu sayede mesajının insanlara yayılacağını ve isyanının başarılı olacağına Yahuda’yı ikna eder. Yahuda, “önce sevgi dedin sonra eline balta almaktan bahsettin, şimdi beni ihbar et diyorsun!” diyerek tepkisini gösterir ve böylece maruz kalınan içsel mücadeleyi de açığa çıkarır.

İsa’yı, bazen Tanrı’ya sitem eden ve isyankâr bazen de direkt inkâr eden bir kul olarak görürüz. İçinde yaşadığı insansı Tanrı / Tanrı insan savaşının bunalımlarını hissettiren bir sahnede çocukları ile sıradan bir gün yaşarken meydanda birinin İsa’nın öğütlerini ve mucizelerini anlattığı duyulur. İsa, hemen yanına vararak; “Sen bir yalancısın, sahtekarasın, Yüzüme bak! Ben buradayım; normal bir insan olarak yaşıyorum, çocuklarım var…” diyerek konuşmacıya tepki gösterir. Benzer ruh hâlinin yaşandığı bir sahneyi de yukarıda bahsettiğim Yahuda diyaloglarından birinde görebiliriz. İsa yatağında hasta bir şekilde istirahat ederken kapıda Yahuda ve birkaç havarisi belirir. Yahuda, kendisini kandırmakla ve ihanet etmekle suçlar. “Ben seni ihbar edecektim, sen de çarmıha gerilecektin. Oysa sen korktun ve buraya sığındın” der. İsa, o an kız suretinde yanlarında beliren meleğin kendisini kurtardığını ve tanrının böyle dilediğini ifade eder. Yahuda ise kıza dönerek eliyle işaret ederek haykırır: “O bir şeytan!”

İnsanoğlu, kederli tarihinde iki sorunun cevabını bilemediği için hep acı çeker: “Her şey daha farklı olabilir miydi? Peki, şimdi ne olacak?” Anlam arayışlarını bu iki soru arasında mekik dokuyarak öğrenme çabası insanın acı içerisinde kıvranışını ortaya çıkarır. İlk soru mümkün dünyalar teorisine göre değerlendirildiğinde, Tanrı seçimi ile karşılaşırız. Tanrı’nın seçimi, günah işleyen Âdem’den yanadır. Bu yüzden insanın değişmezliği Âdem’den başlar, günaha son çağrıyı yapan İsa’yı da kapsar, bu yazıyı yazan Âdem’den de taşar gider… İkinci sorunun cevabı ise…

Adem Suvağcı


[1] https://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com/2012/12/gunaha-son-cagri.html

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • sevensamurai , 17/02/2024

    filmi izledim willem dafoe başrolde ve hakkını vermiş gerçekten. filmin bir kısmında isa kudüse varıyor ve hahamlara bağırıyor kendinizi seçilmiş mi sanıyorsunuz tanrı yahudi değildir diye harika bir filmmiş inceleme için teşekkürler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir