Daha önce Edebifikir’e, Nihat İlhan’ın yazdığı bir yazı hakkında bazı mülahazaları içeren bir metin kaleme almıştım. O yazıda da vurguladığım gibi bundan muradım, Edebifikir içinde bir fikir sirkülasyonu yapılabilir mi sorusuna olumlu cevap üretmek isteyenler için delil üretmiş olmaktı. O yazı başarısız oldu, çünkü Nihat İlhan’dan beklemediğim bir cevap aldım. Edebifikir editörünün bana ilettiği, Nihat İlhan’ın özel mesajında, Nihat İlhan, yazdıklarının tamamen şahsî şeyler olduğunu ve benim bir tür mahremiyet ihlali yaptığı söylüyordu bana. Bu hem tuhaf hem beklemediğim bir karşılıktı.
Şimdi tekrar, aynı niyetle birkaç satır yazmak istiyorum. Mücahit Emin Türk, 28 Kasım 2012 Çarşamba günü Edebifikir’de “Ben Kendim için Bakmıyorum” başlıklı bir yazı yayınladı. (https://www.edebifikir.com/yazilar/elestiri/ben-kendim-icin-bakmiyorum/1363) Bu yazı, kadınların, modern İbranî-Hıristiyan medeniyetinin tesiriyle büründüğü hâle dair eleştirilerde bulunuyordu. Tabiatıyla, modern batı medeniyetinin ebeliğini yapan düşünce adamlarına atıf yapılmasıbeklenebilecek bir şeydi. Esasında yazarın yaptığı bir atıftan ziyade, bir çeşit dokundurmaydı. Nihayetinde kadının yeni sosyal durumu, batı Avrupa’da neşet eden düşüncelerin bir sonucuydu.
Mücahit Emin Türk’e, neredeyse bir yazı çapında bir cevap, Rıza Can isimli okuyucudan gelmiş. Marks’a haksızlık edildiği düşüncesinde Rıza Can. Okuyucunun/yorumcunun görüşlerini değerlendirerek yazının başında bahsettiğim niyete istinat eden bir metin ortaya çıkarmayı ümit ediyorum.
Kadının durumunu değerlendirirken, İslamiyet’le bir tarih çizgisi çekmiş yorumcu. Burada İslâm demek yerine Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in risaleti demeyi tercih edelim. Çünkü İslâm, Hazret-i Adem’den (a.s) beri vaz edilen, Allah indinde tek din olan ve bizim için kurtuluş sebebi olan Allah’ın rahmetinin bir tecellisidir.
Allah Rasulünün (s.a.v) risaletine kadar, kadının sosyal durumu Mezopotamya-Afrika bölgesiyle Avrupa’da hemen hemen benzer durumda olduğunu söylemek büyük bir yanlış. Fakat ben esas bu konu üzerinde durmak niyetinde değilim.
Rıza Can’a göre, kadınların giyim tarzıyla ilgili bir yazıda araya Marks eleştirisi sıkıştırmak hakkaniyetli değil. Doğru, bence de değil. Fakat Mücahit Emin Türk’ün yazısı böyle bir şey yapmıyor! Rene Descartes, David Humeve Karl Marks’ın ismi arka arkaya anılıyor. Kadının sosyal durumunun evrilmesi anlatılırken, bugünün dünyasının kurulmasında tesiri olan düşünürlere ironik göndermelerde bulunuluyor. Bu isimler, doğrudan doğruya eleştirilmiyor. Zikredilen düşünürlerin en meşhur, en yaygın, ağza sakız olmuş fikirleri üzerinden; değişimin zihnî temellerine küçük birer işaret çakılıyor. Bu sebeple ben, Rıza Can’ın buradan hareket etmesini doğru bulmuyorum.
Öte yandan, Rıza Can’ın Marks hakkında öne sürdüğü iddialarda katıldığım, hak verdiğim yönler var. Sanayileşmenin bariz bir tesir kaynağı olduğu anlaşılınca, Avrupa’da şekil bulmakta olan medeniyetin ne yöne gideceği konusunda kaygılar belirdi ve insanlığın selameti için fikir serdedenler oldu. Avrupa’nın vahşî ve gayr-ı insanî bir tabiata büründürdüğü sisteme, bizzat Avrupa içerisinden itiraz edenler arasında Marks da vardı. Fakat bunu, Rıza Can tavsif ettiği gibi “karşı devrim” olarak anlamak, mübalağa olur kanaatindeyim. Çünkü bir Alman Yahudisi olan Karl Marks, diyalektik düşünce ile çizgisi çekilmiş Avrupa düşüncesinin içinden konuşuyordu. Ufkunu genişletecek zamanı olmadı. Arapça, Farsça ve Türkçe öğrenmeye niyet etti fakat biraz Farsça öğrenecek kadar ömrü kalabilmişti.
Karl Marks’ı ezber bozan, hudayinabit bir adam olarak kahramanlaştırmak da mümkün değil. Hegel’i çekerseniz, Marks ayağını nereye basacak, değil mi? Kafirler içerisinde, Avrupa’ya bir vicdan azabı duyuracak kadar mesafe kat etmiş olanlar arasında sayalım Marks’ı, daha öteye gitmeyelim bence.
Liberallerin namussuzluğu konusunda ise Rıza Can’a iştirak etmemek mümkün değil.