Ankara Seni Bulsun!

Yazıyı Allah’a vasıl olmak adına bir araç olarak gören ve görmeyen insanlar için iletişim iki yönlüdür. İlki, “iyi hissetmek” için kurulan iletişimdir ki, bu yönde kurgulanan eylem planında iletişime geçen insan, muhatabını bir tuzluk mesabesinde değerlendirir. Karşısındakini asla dinlemez, sadece anlatır, personası kendine dönük ve yatay yönlüdür. Anlatılanın ne olduğunun arpa tanesi kadar kıymeti yoktur. Çünkü diğerleri objedir. İletişim, kişinin kendi benine tapınma ihtiyacını karşılayan zihinsel bir uğraştan ibarettir. Eylem sonunda kişi, kibri zemmedip methi tevazu ile perdelese de asıl amacı varlığını onamak ve övülme arzusunu itminana erdirmektir. Bu kişiler, aradığını bulamaz ve kendi gerçekliğiyle yüzleşemezse ya olan biteni reddeder yahut gerçekliği büker. Gerçekliğe tahammülsüzlük de genelde küskünlük ve öfke ile sonuçlanır.

İkinci kişinin iletişimi “iyileşmeye” yöneliktir. Söz konusu iletişim, edebiyat saikiyle gerçekleştiği zaman dilin araçları da bu zaviyeden değerlenir. Hayatın kırılganlığı karşısında metaforlar erir… Harfler latif, acılar kavi, kurgu sahicidir. İletişime geçen kişi muhatabına, alter egosunu şişirdiği ucuz bir bisiklet pompası nazarıyla bakmaz, bakamaz. Kesret mezarlığından çıkar ve tüm okurları yekvücut olarak temaşa eder. İki sınıf insana da çalıştığının karşılığı eksiksiz verilir. İki sınıf insana da kullar tarafından methiyeler düzülür. Büyük veli Ataullah İskenderî Hazretleri, ikinci tabakada yer alan sınıfın methi Allah’tan bildiklerini ve hakikat yolculuğunda gayretlerinin arttığını söyler. Onların, övgüyü bir ikram olarak gördüklerini, gönüllerinin her daim sürur ve sükûn içinde olduğunu veciz hikmetlerinde açıklar.

İşbu metni bir ibret vesikası olarak yayınlıyoruz. Yeryüzünden bütün alfabeler silinse de Tahir Tarık Balıkçı kardeşimizi seviyor ve kendisine Yüce Mevla’dan şifa diliyoruz. :)

Edebifikir

 

Ankara Seni Bulsun!

Yaklaşık bir sene önce, Edebifikir’e gönderdiğim her yazı, çeşitli sebeplerle reddediliyordu. İş öyle bir noktaya vardı ki içinde, bu ret cevaplarını da barındıran imalı bir hikâye yazdım. Sulhi abi bunu şahsına yapılmış bir hakaret addedebilirdi. Fakat o, editörlüğün hakkını vererek soğukkanlı bir yorumda bulundu: “Metnin dili soğuk!”  Dananın kuyruğu kopmuştu. Bu yoruma vereceğim cevabı düşünürken ortaya “Ankara Beni Bulsun” yazısı çıkmıştı.  Yazı yayımlandığı gün Edebifikir’e kabul edildiğimi anlamıştım. Gerçekten de peşinden gönderdiğim hemen her yazım yayımlandı. Çok geçmeden adımı yazarlar arasında gördüm. Artık ret yiyenler arasından çıkmıştım! Hatta dosya konuları ile ilgili yazı göndermemeye bile başlamıştım. Şımarmış mıydım? Belki de!

Bugünlerde; Edebifikir’deki birinci seneyi devriyemi yaşarken, aynı musibet yine baş gösterdi. Şarkı, şiir, resim, roman, ne göndersem… yok, yayımlanmıyor! Editörün beğenmediği hikâyeyi düzeltiyorum. Yine yok! Amuda kaldırıyorum. Yok! Takla attırıyorum yine yok! “Bu olmamış!”, “Bu hiç olmamış!”, “Bu hiç olmuş!”

Vecihi gibi oldum.

Ne yapacağımı bilemedim. Aslında Sulhi abinin kabul edeceği tarzda dört beş hikâye -diyaloglarına varana kadar- zihnimde bitmiş halde duruyor. Ama yazıya geçiremiyorum. Çünkü beni boğuyor.  Açıkçası bilindik tarzda hikâyeleri okumaya da yazmaya da  hiç tahammülüm yok. Kendi hikâyelerim içinde de asla okumaya tahammül edemediklerim var. Mesela “Ölüm Var” hikâyesi. Belki, ömrüm boyunca bir kere daha dönüp okumayacağım bir hikâye. Fakat  bir duygu taşması, bir ruh cereyanıyla, yazdığım kimi yazılarımı o kadar çok okumuşumdur ki neredeyse ezberlemişimdir:  “Arayış” ve “Göç” gibi.

Bu tarzı seviyorum. Fakat Sulhi abi beni hikâye yazmaya yönlendirdi ve alıştırdı. Bende ruh coşkunluğu halinde yazılmış dualarımı, serzenişlerimi, haykırışlarımı hikâyelere yedirmeye çalışıyorum. Yine de uzun bir kurgunun içinde bunu işlemek artık bana cazip gelmiyor ve canımı sıkıyor. Daha çok; kısa, detaysız, didaktik olmayan fakat ruhu olan şeyler yazmak istiyorum. Yayımlanan veya reddedilen yazılarımın çoğunun dahi, böyle olduğunu iddia edemem. Fakat  Şamil Basayev’in şehadeti ve eşi Elina’nın kaçırılışı üzerine yazdığım hikâyenin reddedilmesi hâlâ içime sindirebilmiş değilim. Bana göre -benim için- en iyi hikâyelerimden biri. Gerçi Çeçen müziklerine ve Basayev’in hayat hikâyesine aşina olmayanların bu hikâyeyi  tam olarak anlamayacakları büyük bir ihtimal. Hikâyeyi yazarken “Deghasta Mokhk” parçasını dinliyordum. (Ensemble Aznach’ın Zoura albümü Çeçen bacıların efsane şarkılarıyla dolu. Babamın memuriyet sebebiyle çocukluğum Türkiye’nin Kafkasya’da kalan topraklarında geçti. Bazen kar sularıyla berraklaşıp soğuyan ırmaklarında yıkandım. Bazen gelinciklerle süslenen vadilerinde dolaştım. Gün oldu, daha şafak sökmeden traktör römorklarında battaniyelere sarılmış bir vaziyette kasaba hastanesine götürülürken, ufukta güneşin doğmasını bekleye durdum. Ruhumu derinleştiren şeylerden biri çocukluğumsa çocukluğumun en önemli yerleri de Kafkas coğrafyasıdır. Bu yüzden olsa gerek müziklerine kayıtsız kalamıyorum.) Hikâyeyi yazıp bitirdikten sonra da her okuyuşumda yine “Deghasta”yı açıp dinliyordum. O zaman bu müzik parçasıyla hikâyem arasında bir bağ olduğunu düşünmeye başladım. Hatta gecenin dördünde parçanın linkini (https://youtu.be/EPZRVj_ki-k) Sulhi abiye atmak bile aklıma geldi. Belki merhamete gelip hikâyemi yayımlar diye. Fakat onda bu numaraları yiyecek göz olmadığı besbelli.

(Za-lım Li-li)

Her editörün yumuşak karnı, yeni bir yazıdır. Fakat ne yazacaktım? İşte, geçen sene bu badireyi Kennedy Cihangir sayesinde atlattığımı hatırlayınca ortaya böyle bir yazı çıktı.

Belki Sulhi abi bu yazıyı da yayımlamayacak. (Abi rica ediyorum. Lütfen. Bazı şeyleri de okurun takdirine bırak. Ya da Edebifikir’in eski yazarlarından  reylerine başvuracağın bir ihtiyar heyeti kur. İtiraf et ki artık yaşlandın. Ve Her şeye tek başına karar vermen doğru değil!)

(Editörün Notu: Zaten gelen yazılar yayın kurulumuzdaki görevli arkadaşlara gönderilip fikri alınıyor, yani Tahir’in yazılarını sadece ben geri çevirmedim. Bilakis oy birliği ile geri çevrildi ama yazarımız bunu bilmediği için atıp tutuyor!)

Hoş yayımlanmasa ne olur ki! Altı üstü bir yazı. Önemli olan arkadaşlık, dostluk, kardeşlik. Öyle değil mi Sulhi abi?

Dilerim Allah’tan, Ankara seni bulsun!

Tahir Tarık Balıkçı

 

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • hasna , 15/03/2023

    arkadaşlarım, tahir tarık balıkçı’nın öykülerini sevdiklerini, keyifle okuduklarını söylediler. insan dostunun öykülerini över önce! :)) ben de keyifle okuyorum tahir tarık bey’in öykülerini. ne zamandır göremiyoruz ama. umarım iyi bir öyküyle karşılar bizleri..

  • Erkan b. , 16/01/2023

    Edebifikir yazarlarının okudukları kitapları izledikleri filmleri dinledikleri müzikleri çeşitli vesilelerle paylaşmaları biz okurlar için çok faydalı oluyor. Ensemble aznach gurubunu daha önce tanımıyordum, tahir tarık vesilesiyle tanıdım. Özeliklle Gürcistan konserine ait videoyu izlerken tüylerim diken diken oldu.

  • T. Tarık , 10/01/2023

    Sulhi abi beni aradığında, kış sporlarından biriyle meşguldüm! Yani odun kırıyordum. “Yazını yayımlayacağız ama bir giriş yazısı ekleyeceğiz.” dedi.
    “Tamam abi”
    “Biraz çakacağız ama..
    ” Olur abi.. ”
    ” Sert olacak biraz ama ”
    ” Sıkıntı yok, abi.. ”

    Ben garip, ben yetim ‘saf çocuğu masum Anadolu’nun..’
    ‘Çakacağız ‘ derken, bizim Rizeli arkadaşların” Ha koyayım o kafaya bi odun… ” tarzında tatlı sert bir üslup bekliyordum. Nerdeee!
    Çakmış, çakmışta; çarmağa gerip avucumun içine mıh çakmış..
    Ve ‘gövdem açık bir hedef kılındı belâlara..’ fakat ‘bilmemişler hıncımın yaban otlar suladığını çalakalem sevebilmek elimden gelmiyor…’

    Bahadır Dadak abiye tavsiyesi için teşekkür ediyorum. İnşallah en kısa zamanda tecrübe edeceğim :) Her ne kadar, çıkınında bir kaç hurmayla cihada giden aziz zatların ahfadı olsak da..

    Feyyaz Kandemir abiye de daveti için teşekkür ediyorum. Sulhi abi de birkaç kere davet etti. Fakat gönlüm henüz buna müsaade etmiyor. İstanbul’a her gelişimde ziyaretimi erteleyecek bahanelerim oluyor. İnşallah yakın bir zamanda..

  • Bahadır Dadak , 09/01/2023

    Tahir’e tavsiyem, Ballı Hardallı Party çerezleri var BİM’de, onlardan stoklasın. Müthiş bir lezzet. Herifler tüm sorunlara iyi gelen bir cips üretmişler. Ballı Hardallı Party yediğinizde aynı anda birden farklı yerde olabiliyorsunuz. Despotik kültürün ürettiği tuzlu şark cipsine alışkın biz doğulular için, ilk anda damağa şekerliymiş gibi gelen bal peteğinin rayihası, birkaç saniye sonra yerini hardal tohumunun filizlendiği o killi toprağın hamuruna bırakıyor. Ballı Hardallı Party yediğinizde kendinizi doğuyu ve batıyı cem eden, kıtalar aşıp imparatorluklar deviren Büyük İskender gibi hissediyorsunuz.

  • Feyyaz Kandemir , 09/01/2023

    Racona göre Edebifikir; “Sanallığı sevmez, bilgisayar ekranında bulunmayı geçici görür. Bilgisayar ekranı yerine kâğıdı, kâğıt yerine dünyanın bütün çay ocaklarını yeğler.”
    Tahir Tarık, İstanbul’a gelmeden, çayımızı çorbamızı içmeden müsterih olamazsın kardeşim. Davetimize icabet etme vaktin geldi.

T. Tarık için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir