Dua, Kişinin Rabbiyle Konuşmasıdır

 

Garipti belki Allah rızası için sevemediğim, maalesef daha çok kendi nefsim için çok sevdiğim dostlarım ve dualarımda aklımda çıkmayan, ötelerde onları görememe endişesini taşıdığım onca insanla muhabbetimin başı, sonu, ortası hep O’na varıyordu.

Bizi mutlulukla, hastalıkla, birbirimize duyduğumuz muhabbetle imtihan eden Rabbim, düşününce hastalıktan bile nasip veriyordu. Hiç böyle düşünmemiştim çünkü acı çekmekten korkan bedenim ve ruhum her seferinde ya ağrı kesicilere ya da fâni bir kulun nasihatlerine muhtaç oluyordu. Acizdik evet, neden can sıkkınlığında ilk sıkıntımı O’na anlatmıyordum, neden elinden bir şey gelmeyeceğini bildiğim halde, beni yine O’nun rızası için sevdiğinden emin olduğum dostlarıma sarılıyordum. Anlamam mümkün olmayacaktı ve sadece O anlamamı sağlayacaktı.

Sebepsizce ve düşüncesizce üzdüğüm ruhum, hasta ettiğim bedenimin ‘artık yeter’ dediğini bile duyamamış, adeta sağır olmuştum. O günlerden bir gündü ki, tüm bunları idrak etmeden önce defalarca acizliğimi hissettirdi, yine O. Aciz bir kuldum herkes gibi, belki herkesten en çok ben acizdim. Ama bunu gerçekten bilmiyor olmalıydım ki hep benim gibi aciz kullara sırt dayamaya çalışıyordum. Öyle yapıyordum, çünkü dedim ya herkesten daha acizim ben! İşte o günlerde içten içe dua etmenin nasıl bir şey olduğunu fark ettim. Otobüste, özellikle o uzun denilebilecek otobüs yolculuklarında… Bu vakitler ruhumun sıkıntısını giderdiğim değerli dakikalardı benim için artık. Gözümden süzülen yaşlar yüzüme değecek kadar biriktiğinde kalabalığı fark ediyordum. Bir de o amca vardı, onla göz göze geldiğimde ettiğim duaları duyduğunu, Rabbim ile aramda olan irtibatı hissettiğini sanıp, sanırım biraz çekinmiştim.

Şimdi öyle hatırlıyorum. Rabbimle -tabiri uygun mu bilemiyorum ama- konuşuyordum, evet böyle söyleyeceğim. Hiç kimsenin duyamadığı bu muhabbet hissi içimde o kadar büyümüştü ki, O’nu ne kadar sevdiğimi anlamıştım. Her seferinde aynı hâleti-i ruhiye: ben aynı koltukta, cam kenarındayım kalabalıklar ise benimle, ama sanki onlar beni görüyordu da ben onları tam inerken fark ediyordum. Sanki birisi sorsa dese ki; filanca yere mi gidiyor? Çok sevdiğim o yeri bile tarif etmekten kaçınacaktım, muhabbetim bölünecek korkusuyla. Bir de kendimce bu konuşmaların başında ve sonunda getirdiğim salavatlarla Rabbimin çok sevdiği Efendimizi de anmanın mutluluğuyla muhabbetim kat be kat artıyordu, en azından böyle hissediyordum.

Bu zamanlarda, ya o süreçte aldığım her nefese kendimi şükrederken buluyordum ya da bir bakıyordum ki yaşamıma son zamanlarda dâhil olan her güzellik aslında bu hastalığın vesile olduğu mucizelerden bazılarıydı sadece. ‘Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz’ âyeti aklıma geldikçe bir bir anladım ve sonrasında düşündüm,  sevdiğim insanlar da bilmeliydi, ama geriye dönüp baktığımda anladım ki; bu benim imtihanım, belki de bana gelen bir şefkat tokadıydı. O halde yapabileceğim tek şey onlara, aileme, arkadaşlarıma, Filistin’e, Afganistan’a herkese ama herkese dua ederek, bu duaların O’nun sevdiği kulların hatırına kabul olmasını beklemekti.

1 Ay Sonra

O’nu çok seviyordum, O’nu görme fırsatını bulamadığım, sesini bile duymadığımı hatırladığım her an bu muhabbetin ilahi bir şekilde kalbime yerleştirildiğini anlayıp, evet diyordum; bu muhabbet, dualarımın en güzel karşılığıydı.

 

 

 

 

Betül Edip

DİĞER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir