Duruş ve İlke

Üniversitenin ilk yıllarında kendisinden İslam tarihi dersleri aldığımız ve birikimi sebebiyle kendisine hayran olduğumuz bir hocamız vardı. O derslere gelmeden evvel içimde büyük bir heyecan hisseder, zihnimi anlatacağı şeyleri unutmamak için olabildiğince berrak hale getirmeye çalışırdım.

Aslında beni heyecanlandıran şey, ders içeriği hakkında verdiği bilgiler değildi. Beni, bakış açısı heyecanlandırıyordu. İnsanların üzerinde durmadan kavga ettiği ve hiçbir zaman uzlaşmaya varamayacakları meseleler hakkında onun takındığı itidalli bakış açısıydı ilgimi çeken. O dönemlerde okuduğum kültürel kitaplarda gördüğüm duruş, hoca da tecessüm etmişti. Bazen sınıfı tahrik edecek cümleler kurar, tepkileri ölçerdi. Sonra da verilen tepkilerin karşısına bir ilke koyar ve tepkileri suskunluğa dönüştürürdü. Çünkü müdavimi olduğumuz medeniyetin zihin yapısı istisnasız her soru, merak, müşkül ve benzerlerini bir ilke çerçevesinde sınırlandırıyordu. İlkelerimiz gürültü çıkmasını engelleyen bir dayanak noktasıydı.

Hoca da yaşantısını bu bağlamda şekillendirmiş, hareket tarzını bu ilkelere dayanarak biçimlendirmişti. Bize ders aralarında güzel ahlaka, erdeme, okumaya ve anlamaya dair fıkralar sunar, değerlendirmelerde bulunurdu. “Mesnevi okumak yetmez, Hz. Mevlana’yı da okumak gerekiyor.” derdi.

Hoca, dersleri müfredata göre değil, ihtiyaca göre işlerdi. İslam tarihine paralel Türk/İslam devletleri tarihi derslerini de kendisinden alırdık. Süreç Selçuklu tarihine kadar gelmişti. Bize Selçukluların siyasi yönünü anlatmazdı. Selçukluların zihin yapısında ki temel noktaları vermeye çalışırdı. Biz de siyasi mekanizmayı, bu temel noktalara yerleştirerek anlamaya çalışırdık. Hoca Selçukluları ayrı bir yerde tutar, “geçmiş ve geleceğin kesiştiği dönüm noktası” olarak nitelerdi. “Onların hareket ve anlam dünyasını anlamak hem kendinden öncesine hem de sonrasına ışık tutacaktır” derdi. Bana da öyle geliyor ki, tarihin çok büyük bir dönüm noktasını teşkil ediyorlar. Ancak Selçuklu hâlâ keşfedilmeyi bekliyor.

Bir gün derste bize, “Bir fetihten sonra yapılması gereken ilk iş ne olabilir?” diye sordu ve ekledi: “Selçukluların fetihlerden sonra yaptığı ilk iş nedir?” Selçuklu gibi Türk-İslam devletlerinin yapacağı ilk işin, “Şehri, Müslümanın yaşayabileceği duruma getirmektir” olduğunu söyleyemedik. Çünkü o zamanlar pek düşünmüyorduk. Ne düşüneceğimizi bile bilmiyorduk. Biz cevap için onu bekliyoruz, o da bizi… Gözlerini pencereden dışarıya dikmişti. Bir süre cevap gelmeyince sorduğu soruyu da unutarak devam etti: “Selçukluların fethettikleri şehirlerde ilk iş, şehri bir Müslümanın yaşayabileceği vaziyete getirmekti. Selçuklular şehri insana benzeterek hareket ederdi. Önce şehri necasetten temizlemek için kanalizasyon çalışmaları yapılırdı. Sonra da insanı necasetten uzak tutmak için hamamlar… Böylece şehir ve insan temizlenmiş olurdu. Daha sonra ise ilim ve ibadetler için cami ve medreselerin inşâsına geçilirdi.”

Şehri insana benzetiyor olmaları çok hoşuma gitmişti. Burada hassas bir anlayış yatıyordu. Aklı doyurmak için kütüphaneler ve medreseler, bedeni temizlemek için hamamlar, şehri temizlemek için ise kanalizasyonlar inşâ ediyorlardı.

***

Hocanın anlattıklarının dışında yaptığımız okumalarda Selçukluların büyük meziyetleri yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Selçuklular genel olarak taze ve enerjik bir yapıya sahipti. Bu tazeliğin sayesinde ilkelerini daha güçlü ve şeffaf bir şekilde muhafaza etmişlerdi. Türklerin ilimle iç içe olmaya başlamasından sonra ilim ve fikir hareketlerinde de ciddi anlamda süreklilik ve gayret söz konusuydu. Burada ki en önemli hamle Selçukluların Nizamiye Medreseleri’ni kurmuş olmasıydı. Aynı zamanda Selçuklu topraklarında, âlimler âlim olmanın hakkını, sultanlar, beyler ve diğer devlet adamları da kendi makamının hakkını vermeye dikkat ediyordu. O dönemlerde mezhepler arası çatışmaların patlak vermesi bir sorun olarak gözükse de Selçuklular bunu itidalle çözme başarısını göstermişti. Bu da dönemin ne kadar parlak bir işleyişi olduğunu ispatlamaktadır. İstisna olarak Bâtıniler ve bazı Şii gruplara hiçbir şekilde taviz verilmemişti. Çünkü onların zararları dine ve devlete dokunuyordu. Ancak onun dışında Nizamiye Medreseleri’nde diğer farklı mezheplerden olanlar rahatlıkla ders görüp, ilmi münazaralarda bulunabiliyordu. Bunu yaparken de bir aşağılama çabası ya da taassup söz konusu değildi. Her şey doğal akış içerisinde ilerlerdi. Hatta bir zaman iki mezhebin ciddileşen ve huzursuzluk meydana getiren çatışmalarından dolayı Melikşah, Ebu İshak Şirazi’ye bir mektup göndermiş ve o mektupta, “Nizamiye Medreseleri’ni bir mezhebi korumak için değil ilmi himaye etmek ve yükseltmek gayesiyle kurduklarını, mezhepler arası bir tefrik siyaseti gütmediklerini” belirtmiştir. Bu anlayış neticesinde Sünni ve orta yolu gözetmeye çalışan Şiiler arasında dahi sorunların uç noktalara varması engellenmiştir.

Selçuklu sultanları âlimlere büyük önem verir, el üstünde tutardı. Makamının kendisine verdiği gücü ve zenginliği dini hassasiyetlerin önüne geçirmezdi. Tuğrul Bey’in “kendime bir köşk yaptırdığım halde yanına bir cami inşâ etmezsem Allah’tan utanırım” demiş olması da bu hassasiyetin varlığını gösterir. Aynı şekilde âlimlerin anlayışlarını göstermek için şu örneği vermek elzemdir.

Nişabur’lu âlim Ali bin Haşan al-Sandali, Tuğrul Bey’in Bağdat seferinden sonra, zâhidane bir hayata başlamıştır. Bir Cuma namazında onunla karşılaşan Melikşah, kendisini ziyaret etmediğini hatırlatır. Sandali, “Sizin hükümdarların en iyisi olmanız, benim de âlimlerin en kötüsü olmamaklığım içindir” cevabını verir ve bunu da: “Zira hükümdarların en iyisi âlimleri ziyaret eden, âlimlerin en kötüsü de hükümdarların ziyaretine koşandır” şeklinde izah eder.

 

İbrahim Orhun Kaplan

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Yeşilçam müdavimi , 24/04/2020

    Derdini anlatan, güzel bir yazı olmuş. Sizinle sohbet ediyormuş gibi bir havası olması, okunmasını daha kolay kılmış. Ben, beğendim, olmuş bu.

  • Cüneyt Dal , 22/04/2020

    “Zira hükümdarların en iyisi âlimleri ziyaret eden, âlimlerin en kötüsü de hükümdarların ziyaretine koşandır”

    Aklı doyurmak için kütüphaneler ve medreseler, bedeni temizlemek için hamamlar, şehri temizlemek için ise kanalizasyonlar inşâ ediyorlardı.

    Orta-çağ dedikleri dönemde tarihimizi anlamak, şimdiye dair bir görüş geliştirmek… Şu açık: onlar bizden çok daha ileri ve medeni idiler!

  • Gökhan , 22/04/2020

    Maşallah Üstad, medeniyetimizin ince dokunuşlarını ne güzel ele almışsın…

  • Güldeste , 22/04/2020

    Hoca… Hissettik, teşekkür ederim.

Yeşilçam müdavimi için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir