Edebiyat Nedir?

Edebiyat kelimesi, Batı dillerine Latince “harflerden meydana getirilmiş şey” anlamındaki “literatüre” kelimesinden geçmiş. Türkçeye edebiyat anlamından ziyade “kültürel birikim” ve “belli bir bilimsel alanda ortaya konan eserler bütünü” gibi yan anlamlarla geçer. Türkçede literatürün “harf” ve “yazmak” ilişkisine dayanan anlam, kökünün tesiriyle sonradan “yazım” anlamını da edinir. Kelimenin Türkçedeki asıl kökeni ise Eski Arapçadaki “ahlak, davet, terbiye, güzel huy, nezaket” gibi anlamlara dayanır. Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğü (2005) edebiyatı, “olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı” olarak tanımlar.

Edebiyatın hakkında birçok tanım mevcut. Bu konuda öne çıkan düşünürlerden biri olan Antik Yunan Filozofu Aristoteles’in, Poetika adlı eserinde dram ve yazınsal ürünlerin genel anlamda bir taklit olarak tanımladığını görüyoruz. Hüseyin Uysal, “Edebiyat Nedir ve Edebiyatın İngilizce Öğretimindeki Önemi Nedir?” başlıklı makalesinde şu bilgiyi vermektedir. “Aristo der ki: ‘Taklit etme içgüdüsü insanoğlunda en eski zamanlardan beri mevcuttur ve yaratıkların en taklitçisi olduğumuz ve ilk derslerimizi taklitle öğrendiğimiz için hayvanlardan ayrılırız.’”

Aslında hangi tanım olursa olsun gerçek manada edebiyatın ve onun nesnesi olan edebî eserin ayırıcı kimliğini betimleyemez. Edebiyatın tanımı, edebî akımlara, topluluklara, eleştiri anlayışlarına veya edebiyat kuramlarına göre değişiklik gösteren bir konudur. Örneğin, Amerikan Yeni Eleştiri geleneğine yakın duran Rene Wellek ve Austin Warren’ın beraber yürüttükleri “Theory Of Lıterature” (Edebiyat ve Edebiyat İncelemesi) isimli çalışmaya göre, bir eseri edebî kılan şey; parçaların uyumlu bütünlüğü dâhil olmayanları dışarıda bırakabilme; ideolojik ve düşünsel angajmanlara (taahhütlere) karşı belli bir mesafe; eser itibariyle yazar gerçekliği arasındaki bir estetik mesafe; dilden muhtevaya parçadan bütüne buluşçu ve yaratıcı olabilme ve revnaklı (göz alıcı) bir hayâl gücüdür.

Edebiyat, malzeme olarak dili kullanan bir güzel sanat şubesidir. Hayatı ve düşünceyi sarmalayan düşsel ve imgesel betimlemelerin dilin yapısına dönüşmesidir. Veya estetik amaçlı oldukları kabul edilen yazılı eserler bütünüdür. Bir başka tanıma göre olayları somut hâle sokmakla felsefenin soyutluğunu giderir. Daha önce fark edemediğimiz duyguların, düşüncelerin, yaşam biçimlerinin düşünür kılmasıyla kültür ve geleneğimize dair farkındalığı arttırır. Bu bağlamda üretilen eserler sayesinde insanlar, toplumsal, tarihsel ve kültürel atmosfere nüfuz edebilme, kendi kültür, gelenek ve tarihi ile bütünleşebilme imkanı bulur.

İnsanın ortaya koyduğu en eski sanatlardan olan edebiyatın diğer sanatlara nazaran farklı tezahürleri var. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu tezahürlerden biri dildir. İnsanî duygular sözler ile şekillenir. Edebî eser, insan eliyle işlenen dille inşa edilir. İnsanı anlatan, dış realiteye yönelik eser sahibinin ya da muhatabının beklentisine yönelik şekillenir. Estetik bir nizam, ahenkli bir bütündür. İnsanın duygu ve düşünce dünyasını yansıtır.

Edebiyat, duyguları açığa çıkaran, ortaya koyan, onları irdeleyen, insan duygularını derinden betimleyen bir etkinlik olarak insan varoluşunu aydınlatabilecek önemli ipuçları vererek bir bakıma insanları birbirine daha yakından tanıtma görevi üstlenir. Bu sebeple edebî ürünler hem farklı kültürdeki hem de aynı kültür ve geleneğe bağlı olan bireylerin, birbirlerinin varoluşuna tanıklık etme ve varoluşsal deneyimlerini paylaşabilme imkânı buldukları ürünlerdir. Sevgi, nefret, umut, umutsuzluk, aşk, ıstırap gibi insan varoluşunun farklı yönleri edebiyat yoluyla daha anlaşılır ve tanıdık hâle gelir. İnsan edebî eser yoluyla duygulanırken ya da düşünürken kendi kendisiyle ve insanla yüzleşerek varoluşa katılabilme ve diğerlerinin tecrübelerini paylaşabilme imkânı bulur.

Diğer bütün güzel sanatlar gibi farklı zaman ve mekânlarda farklı görünüşlerde meydana çıkan edebiyat, başlangıçta sözlü yolla muhatabına ulaşmıştır. İlerleyen zamanlarda yazının keşfedilmesi ile edebî ürünler müthiş bir gelişme gösterir. Günümüzde bu serüven teknolojik imkânlarla devam etmekte. Yeni bir etkileşim platformunu önümüze sunan teknoloji, pek çok kültürün edebî faaliyetlerini, eserlerini, eğer olmuşsa bu kültürlerin geçirmiş olduğu köklü değişimleri, gelişmişlik düzeylerini, estetik ve entelektüel düzeylerini daha hızlı bir şekilde muhatabına aktarabiliyor.

Orhan Okay, edebiyata, güzel sanatlar çerçevesinde oluşturulan başka bir sistem olarak bakar. Ona göre Hegel’in disiplinli bir program haline getirdiği güzel sanatları, plastik (mimari, heykel, resim ve dekoratif sanatlar), fonetik (mûsiki) ve söz sanatı (edebiyat) olmak üzere üç grupta beş sanat olarak sistemleştirdiğini aktarır. Bu beş sanat basitten karmaşığa, müşahhastan mücerrede, maddeden mânaya, faydalıdan güzele doğru sıralandığı takdirde edebiyat her zaman zirvede görülür. Edebiyat hiçbir maddî malzemeye, alete, mekâna bağlı olmayan, tamamıyla zihnî bir sanattır. Duygu, düşünce ve hayalleri diğer sanatların ancak yoruma bağlı sembollerle ifade etmesine karşılık edebiyat maddî dünya izlenimlerinden şuur, şuur altı, mistik ve metafizik boyutlara kadar insanî olan her şeyi apaçık veya alegorik-sembolik şekilde ifade edilebilir.

Prof. Dr. Vefa Taşdelen, 2006 yılında Millî Eğitim Dergisi’nde yayımladığı “Edebiyat Eğitimi: Hermeneutik Bir Yaklaşım” adlı makalesinde edebiyata dair şunları aktarıyor: “Edebiyat, insana insandan haber verir, hep bir yaşantının tanıklığını yapar. Bir öyküde, bir romanda, bir biyografide, bir seyahat eserinde, bir anı yazısında, varoluşun tanıklığını yapan bir bakışla karşılaşırız. Bu, edebiyat eserlerini aynı zamanda, tarihsel ve toplumsal belgeler haline getiren bir özelliktir. Edebiyat eğitiminin öncelikli amaçlarından biri, öğrencinin, içindeki empati gücü ile, edebiyat ürününün tanıklığını yaptığı yaşantının dünyasına girmesine imkân tanımasıdır. (…) Nietszche’nin deyişiyle kendisini ‘gerçeğin elinde ölmekten kurtaracak’ üst bir yaşam sunar. Bu anlamda edebiyat eğitiminin işlevsel yönü, sadece estetik haz ve güzellik duygusunun geliştirilmesi ile sınırlı değildir. Varoluşa giren edebiyat, yalnızca hoşça vakit geçirme aracı olarak değil, bir yaşam öğretisi, bir varoluş duygusu, bir sorumluk bilinci olarak hayata yansır. Bu durumda, salt söylemek için söylemenin, yazmak için yazmanın, bir bakıma sıradan anlamıyla ‘edebiyatın’ ötesine geçer ve insanlık ideali uğruna konuşur. Dildeki güzellik amacını, insancıl yönelimlerde ve insanın tinsel gelişiminde bulur.”

 

Adem Suvağcı

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir