1977 Türkiye’sinde halkın maneviyatından söz açmak çetin bir meseleyle hesaplaşmayı peşinen kabul etmek demektir. İşin kolay bir yanı var, o da gözlerini olup biten her şeye kapatıp “ey Müslüman Türk halkı” diye nutuk çekmektir. Bu kolaylık bizi kalabalığın mevcut kafa yapısını kabule, bu kafa yapısının sınırları içinde meseleleri halle zorlar ki yapabileceğimiz nihayet, hâl-i hazırda millet neyi nasıl kavrıyorsa ona göre rotamızı çizmek olacaktır. Her türlü bozucu etkinin millet hayatında kol gezdiği bir ortamda maneviyat birçok bozulmuş ruhi yapının nâkısalarını barındırır hâldedir.
Önce bakalım kalabalığın mânevî oluşumuna: Büyük bir şehirde yaşayan ahali nefes nefese bir yaşama kavgası içindedir. İşine, evine yetişmek için acele etmekte, bütçesini denkleştirmek için acele etmekte, çocuklarını acele olarak yaşanılan hayata intibak ettirmektedir. Bu acele içinde yaşadıkları sürekli olarak, günü birlik, saatlik ve dakikalıktır. Belli bir seçme, durup düşünme, düşüncesine çekidüzen verme imkânı elinden alınmıştır. Hızlı ve derinlikten uzak bir yaşama biçimi içinde manevî değerleri geçicilik, kolay değişebilirlik gibi özelliklerle malûldür. Saygı, sevgi, dürüstlük, haysiyet, vefa ve benzeri duygular anlık durumlarla yeni biçimler almak zorunda kaldıklarından sadece içinde bulunulan durumun süresi kadar dayanıklılığa sahiptirler.
Çalışan, çalıştıran, işçi, patron memur, amir kim olursa büyük şehir insanının maneviyat adına sahip olduğu şey yaşanılan hızlı (ama monoton) hayat içinde “durumu kurtarmak”tan ibarettir. Durumu kurtarmak idare edivermek neticede bir tek ahlakî tutum içinde bütünleşir: Çıkarcılık. Şehirli insanın sahip olduğu çıkarcı ruhi yapı onun manevi mülksüzleşmesinin vardığı bir noktadır. Çünkü manen mülk sahibi olmak hâl ve şartlara göre ve çıkarını korumak amacıyla davranmayı değil, malik olduğu mânevî değerlerin gerektirdiği şekilde davranmayı getirir.
Büyük şehrin güruhu içinde Müslüman olma imtiyazı bazı insanları verilmişse, bu, o insanların günübirlik endişeleri aşıp hakikate yönelme yolunda gösterdikleri cehdin bir mükâfatı olsa gerektir. Dolayısıyla bugünün büyük şehri içinde Müslüman kalabilmek, sunulmuş olan yaşama şartlarına devamlı eleştiri yöneltmekle mümkün olacaktır.
Hayatın hızlı akışı köylerimiz için bir mesele olmaktan uzaktır. Fakat büyük şehirlerin her türlü bozulması günümüz haberleşme ve ulaşım araçlarıyla kolayca köylere sokulmuş durumdadır. Elektriği olmayan birçok köy bugün jenaratörler veya otomobil akümülatörü yardımıyla televizyon izlemektedir.
Üstelik bunu hevesle ve bağlanarak yapmaktadırlar. Köylü kendinin yoksun olduğu maddî donatıma sahip şehirli hayatının özentisi ile birlikte ruhi yapısını şehirlininkine uydurma gayreti içindedir. Kapitalist hayat tarzının sunduğu eğitimden yeterince faydalanamama ve aynı hayat tarzının görgüsünden uzak kalış da köylünün özentisiyle ortaya çıkan asli yozlaşmaya yardım eder. Köylünün manevi hazırlığı geleneğinden sıyrılmaya, dünya nimetlerinden azami faydayı sağlamaya, çabalamaya yönelmiştir. Ruhen tabiata değil topluma eğilimi artmıştır. Dolayısıyla toprak adamı olmaktan çok ürünün akıbeti ile ilgilenen bir sosyal-ilişkiler insanı durumundadır. Görünüş itibarıyla şehirliden daha dine bağlı ise de çıkar gütme hesaplarında şehirliden aşağı kalmaz, onu geride bırakır. Köylünün manevî mülksüzleşmesi kendi hayatından koparılmış olmasının sonucudur.
Köylüler arasında Müslüman olma imtiyazı sanıyorum ki şahsiyetine sahip çıkma çabasını gösterenle mükâfat olarak verilmiştir. Dolayısıyla köyde Müslüman kalabilmek yozlaşmaya direnmekle mümkün olacaktır.
Hasıl-ı kelam, Müslüman Türk halkı diye söze başlayınca bütün menfi şartları hesaba katarak konuşmak, gerek şehirde gerekse köyde Müslüman nüfusun kalitelerini yükseltmenin, sayısını artırmanın peşinde olmak gereklidir. Hazır bir Müslüman kitlenin sağduyusuna sığınarak davranış koyma rahatlığına hem sahip değiliz, hem de mevcut durumun kabule şayan olduğunu zannetmek bize yasak.
30 Haziran 1977 – Yeni Devir
İsmet Özel