Hüzün, Görmek İstemediğine Dua Etmektir!

 

Bakın bayım; hüzün ne yaşamaktan vazgeçmek ne de doyasıya acı çekmektir, yanılmayın!

Hüzün, bunalımlı bir halde gezinip yüze ağlamaklı bir ifade yerleştirmek hiç değildir.

Bakın bayım, başkasının acısını küçümseyerek kendi acınızı büyütemezsiniz ki zaten böyle yaparak acılar denizi içinde benliğinizi kaybetmişsiniz. Benlik derken bencilliği de getirmeyin aklınıza sakın. Bencilliktir ki asıl acıların temeli, banisi.

Beni çokça gülümserken görüyorsunuz. Gezmeyi, giyinmeyi seviyorum ya hani; ah be bayım nereden bileceksiniz ki giyindiklerime özendiğini düşündüğüm onca insana karşı ne kadar mahcup olduğumu. Geçelim bu kadın meselelerini mi diyorsunuz? Haklısınız. O zaman şöyle diyeyim size; nereden bileceksiniz ki cepleri dolu olduğundan emin olsam da yabancılara el açan, küçücük çocukları bu soğukta kucağında aç bırakan annelere bile kötü bir nazarla bakamadığımı.

Mesela, düşünsenize yolda karşılaştığınız bir insan, sadece herhangi bir insan… Onun gözünden hüznü okuyabilirsiniz mesela.  Ama siz değil, hayır siz anlayamazsınız!

Bakın size biraz daha açık anlatayım; gerçi beni ciddiye alarak dinleyeceğinizi hiç sanmıyorum. Belki bir süre ruh kılığıma girip beni anlamak için sahte bir anlayış haline bürüneceksiniz ama nafile ben sizi tanıyorum. Neyse… Artık beni anlayacağınızdan da ümidim yok. “Niye benim seni anlamamı önemsiyorsun?” sorusunu mu soracaktınız yoksa? Hiç şaşırmadım.

Bakın bayım, sizin derdiniz nedir mesela? Asıl dert sahipleri kimdir, asıl dertler nedir biliyor musunuz?

Bu soru aklınızın bir köşesinde dursun. Bir sorum daha var.

Niye kabul etmiyorsunuz? Durun acele etmeyin, devamı var. Sizin dertlerinizin aslında dünya kadar büyük olmadığını, Rabbe vardıran acizliğin ne kadar güzel bir acziyet hali olduğunu ya da insan acılarını küçültüp unufak ettiğinizde bunun size iyi gelmediğini…?

Biliyor musunuz, geçen yolda küçük bir çocuk gördüm. Eminim o, ne tek sıkıntısı yarınki sınavı olan ne de sahip olmayı istediği pahalı oyuncaklar için büyümeyi bekleyen mutlu bir çocuktu.  Sorma kim diye, maalesef onunla sohbet etme imkânı bulamadım. Hem zaten şehir insanlarının şaşırtıcı bakışlarına maruz kalırdım eminim. O değil de küçük bir çocuğun hayal kırıklığı olmak istemedim. Neyse…

Biraz düşündüğünüzde anlayacaksınız; gülümsemeler arasında saklanan hüznü, kalplerin nefret barındıramayacak kadar güzel yaratıldığını ve hüznün, çoğu zaman kavuşulamayan fâni bir sevgilinin sebep olduğundan çok önce kalbe misafir olabileceğini…

Bakın sizi yargılamıyorum!

Sadece üzülüyorum, doğru anladınız size. Niye şaşırdınız ki? Ben insanlara çoğu zaman üzülürüm, bakın işte onca şey yazdım ama eğer okumak istemezsiniz tek cümlede özetliyorum şimdi: Hüzün tanımadığına, öfkelendiğine, görmek istemediğine dua etmektir!

“Peki ya neymiş senin adına hüzün dediğin” mi diyorsunuz hâlâ?
Artık size diyecek tek lafım var; hüznü hak etmiyorsunuz!

Hüzün hak edene ait olmalı…

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir