Kavimler Göçünün Başlangıcı

Bir

Üzerimde bir kavimler göçü yaşanmış gibi uyandım bu sabah. Moritanyalı, Normandiyalı, Fransız, Çekli ya da bir Macar olarak uyanacakken en çok kendim olarak uyandım, hiçbir milletle sürtüşme yaşamadan. Bu yüzden bugün farklı insan tipolojilerinin gösterdikleri davranışlara dair anlayış göstereceğimi sanmıyorum, sırf kendim olduğum için kendime dair olanı aktaracağım. Bu da bütün insanlığı kapsayacak bir anlamda olacaktır. Çünkü insanız ve acı çekmekle mutlu olmak arasında sürekli gidip gelen bir düzlemde nefes alıyoruz.

İnsanın, kendi acizliğinde savaşırken nasıl da masum durduğunu anlatmak gerek. Çünkü en büyük mücadelesini verirken yaralar içerisinde kalması onun en güzel yarasıdır. Aciz olduğunu unutmadan…

İki

Zaman üzerine düşündüğümde, kendimi abartılı cümlelerle sağlama alma çabası içerisinde buldum.

Elias, Zaman Üzerine isimli denemesinde abartılı olarak şunları söyler: “’Zaman’ dediğimiz şey, en başta, belli bir insan topluluğuna, giderek insanlığa, değişimlerin oluşturduğu sürekliliğin içinde söz konusu insan topluluğunca benimsenmiş nirengi noktaları koyma ya da böyle bir değişimler akışı içindeki belli bir evreyi, başka bir değişimler silsilesi içinden alınmış bir evre ile karşılaştırma imkânı veren bir ilintileme çerçevesidir.” Bu cümlenin nefes kesici bir biçimde insanlar için anlam barındırdığını düşünüyorum. Ya da öyle hayal ediyorum. Çünkü zaman dediğimiz şeyin en başta insanoğlunun dünyevileşme serüveninde bir ölçek. Yani hesabı yapılabilir bir çıkarım. Üzerimizdeki bu ağır yükün bedenlerimizi eskiten, zihinlerimizi körleştiren, gözlerimizi flulaştıran bir neden olarak durduğuna inanıyorum. En çok da muamma olarak belirginlik kazanıyor üzerimizde. Çünkü yaşlanıyoruz.

Her gün biraz daha ölmek için yaşıyoruz. Her gün biraz daha yontularak ertesi güne aktarılıyoruz. Azalan ve çoğalan yanlarımızla ne bir eksiğiz ne bir fazla. Kararında ilerliyoruz. Birikmenin suçluluk ile bir bağlantısı olmalı, çünkü yaşlanırken etrafımızda birikenleri mıknatısvari bir çekimle çekiyor ve gittikçe ağırlaşıyoruz. Çünkü burası dünya ve bu dünyada her insan etrafında olan biteni üzerine çekerek ilerler.

Üç

Dünyaya, o muhteşem yalnızlığı duymak için gelen insan, sesine değecek gürültülerin karşı yakasında bir şehirli, bir müflis, bir kararsız olarak boşlukta yankılanıp, debelenip büyüyor.

Büyüyüşü ısrarlı yenilgilerden başka bir şey değil. Düşünce hanesine eklediği gerçeklerle hayal hanesine eklediği düşler arasında bocalayıp dururken yıkılış gibi, bir varoluş imtihanına tâbi tutulurken eksikliklerinin farkına varacak.

Üzerimize sinen ve üzerimizde biriken savaş suçlarının hangi mahkemede yargılanması gerektiğine hiçbir insan karar veremiyor. Çünkü her gün ayrı bir savaşın ortasında buluyoruz kendimizi. Çünkü her insan, üzerindeki ağır yükün altında ezilirken bu yorgunluğunu unutmak için dünyanın gürültüsüne kanıyor ve bir savaşın ortasına atılıyor. Hangi milletten olursa olsa olsun bu savaştan vazgeçemiyor. Bu yüzden de dünya olup olacak en büyük savaşlara sahne oluyor her gün.

Dört

Her gün farklı biçimlerde savaşçılar meydanlara inerek modern dünyanın saldırıları karşısında ayakta durmaya çalışıyor. Ardından evlerine çekiliyor. Evlerine, o korunaklı hanelerine. O kapılarını sıkı sıkıya kapattıkları mevzilerine. Çocuklarına dönüyorlar her akşam, yorgun argın. Dışarda yenilmenin, kaybetmenin, ezilmenin bin bir türlüsünü tadarak, yaralanarak gözünden, kalbinden, beyninden evlerine dönüyorlar. Bu yorgunluk, kasavet ve nedamet onları yeni bir güne hazırlanana kadar devam ediyor. Sabah tekrardan mücadele sahasına girerken alınlarından öpecekleri çocukları için hanesinin bir kalebendi, bir neferi, olmanın haklı gururuyla atılacaklar er meydanına. Kentin varoluşlarından ana arterlere doğru taşınırken bileğinin hakkını alabilmek için yine büyük dövüşler arasında bulacak kendini. Çünkü modernizmin ona dikta ettiği alan vahşi kapitalist mantığına dayanıyor ve burada vicdana yer yok. Oysa savaşını verdiği yerde aynı savaşı veren binlerce, yüzbinlerce kişiyle hem bir yarış içerisinde hem de omuz omuza.

Bilal Can

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • zeynep k. , 15/01/2019

    Bilal Can yazıları, içimizde biriken, dışımızdan üzerimize sıçrayan hangi kaçınılmaz atık varsa onların üzerinden billur bir su gibi akıp gidiyor. O suyun akıntısına kapılıp gidiyor kalbimiz.
    Teşekkürler Bilal abi.

  • savaş mağduru , 15/01/2019

    Dışardaki savaş içimizdeki savaştan kaynaklanıyor. İçimizdeki savaşı görmeliyiz. Bomba seslerini duymalıyız. Bu zulme daha fazla sessiz kalamayız! İçimizdeki savaşı kazandığımız an dışardaki savaş kendiliğinden duracak.

zeynep k. için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir