Gözlerimi açtığımda hafif aralanmış perdenin arasından, buğulanan camı aşarak, cılızca günaydın diyordu gün ışığı. Cumartesi sabahı, saat dokuza geliyor. Kalkıp çayı koyuyorum ocağa, kahvaltımı yapıyorum. Dün gece yatmadan önce internette bir haber sayfasında dolaşırken yarın Balkanlar’dan gelecek soğuk havanın kar getireceği yazıyordu. Kahvaltıdan sonra dışarıya çıkıp hafifçe yağmakta olan karın altında yüremenin iyi olacağını düşünüyorum. Ortalık henüz sakin, on beş dakika yürüdükten sonra, ana caddeye varıyorum. Yolun karşısında üç bloktan oluşan, duvarında dev bir LCD ekranı olan, büyük alış veriş merkezi karşılıyor beni. Nezamandır aklımda olan bir kaç ihtiyacım için giriyorum içeri.
İnsanların ihtiyaçları vardır; karınlarını doyurma, insan olmanın verdiği kıyafet ve ayakkabı giyme zorunluluğu, sosyal ortamda bulunma ihtiyacı ve bunun gibi temel birçok gereksinim. Bunların dışında bir de özel ihtiyaçlarımız vardır; telefon için yeni bir kılıf, buluşacağı sevgilisi için takılacak olan yeni bir kolye, patateslerin daha hızlı ve kolay pişmesi için yeni bir fritöz, ayakkabılıkta fazlaca yer olduğu için yeni bir ayakkabı. Bunun gibi sayfalarca sıralayabileceğimiz birçok ihtiyaç.
Kapana yakalanış…
Dışarının soğuk olmasından dolayı hızlıca kendimi içeri attım. Üzerinde sucuk reklamı yapılmış olan, güvenlik kontrolü için konulmuş kapıdan geçtikten sonra, X-ray cihazından çantamı aldım. İnsanlar bir bir bırakıyor çantalarını kontrol cihazına ve sırayla güvenlik kapısından geçiyorlar. Geniş koridorları olan Avm’nin içerisinde, patenli genç bir kız insanları karşılıyor ve ellerine bir ayakkabı markasının broşürünü sıkıştırıyor. Kimisi yüzüne bile bakmıyor broşürün, kimisi de buruşturup en yakındaki çöp tenekesine atıyor kâğıdı. Sabahın erken saati olmasına rağmen avm düşündüğümden daha kalabalık.
İlk katta bulunan ayakkabı mağazaları oldukça hareketli gözüküyor. Bir kadın ayakkabı deniyor, yanındaki diğer kadın: “Bence bu daha iyi oldu, hem diğerinin rengi de pekiyi değildi” diyor. Yanımda bekleyen bir kişi telefonda yerini tarif ettiği arkadaşını görünce el sallıyor ona ve selamlaşıp, ayaküstü biraz konuştuktan sonra “ilk önce bir şeyler atıştırma” kararı alıp, üst kata çıkan yürüyen merdivenlere doğru gidiyorlar. Az sonra bir anons duyuluyor “…mağazasındaki indirim fırsatını kaçırmayın”. Bir kaç kişi anonsu yapılan mağazaya doğru yöneliyor.
Neden geldiğimi unutup yürümeye başlıyorum AVM’nin içerisinde. Bir çocuk çarpıyor gözüme, babasının omuzunda uyuyup kalmış, annesinin arkasından gidiyorlar vitrinler boyunca . Onların arkasında da yaşlı bir teyze ve orta yaşlarda bir kadın, ellerinde özel bir hastanenin poşeti var. Sabahın erken saatlerinde hastaneye gitmişler, sonra da buraya uğramışlar gibi. Bir üst kata çıkıyorum, pahalı markaların ürünlerini satan mağazalar çoğunlukta burada. Bu mağazalardan çıkan insanlar genellikle tavanda bir şeyler arıyorlarmış gibi kafaları genelde hafif yukarıya meyilli yürüyorlar.
Kanıksayış
Zamanın nasıl geçtiğini unutmuşum, tam iki saattir geziniyorum vitrinlerin önünde. Sabah yağan karın altında yürüyebilmek için hızlıca yapmıştım kahvaltımı. Acıktığımı hissettim, bir şeyler atıştırabilmek için bir üst kata yöneldim. Fast food, döner, lahmacun ve bunun gibi ayaküstü, hızlıca yiyebileceğimiz yiyecekler çoğunlukta bu katta. Ünlü bir hamburger zinciri olan fast foodcunun önünde sıraya girdim. Tezgahın öbür tarafında bir hareketlilik var. Diğerlerinden farklı giyinmiş beyaz gömlekli, kravatlı bir adam onlara: “ Daha hızlı, daha hızlı, hey sağ taraf daha hareketli haydi!” deyip zaten dakikada üç müşteriye bakan çalışanlara moral veriyor. Sırada ki kadın muhtemelle ağlamaması için eline verdiği cep telefonunu tutan çocuğu için: “Çocuk menüsünün oyuncağını vermeyi unutmayın lütfen” diyor. Yan sıradaki diğer bir adamsa, ufak kutucuklar halinde verilen ketçap ve mayonezden bir kaç tane fazla istediği için ondan para isteyen kasadaki görevliyle tartışıyor. Hamburger ve patateslerimi aldıktan sonra masaya oturuyorum. Karşı masada iki çocuk, üzerinde parfüm markasının amblemi olan balonla oynarken, babası da zorla elindeki hamburgeri yedirmeye çalışıyor çocuklarına. Masaların arasında elinde bir çöp arabasıyla dolaşan görevli, masalardaki yarısı yenmemiş hamburgerleri, içerisindeki patateslerin silip süpürüldüğü patates kaplarını ve hüpürdememesi için dibinde biraz kola bırakılmış karton bardakları topluyor. Çaprazımdaki masada yalnız oturan yaşlı amca, hamburgerin içindeki kabuğu soyulmamış, mayoneze bulanmış domatesin kabuğunu sıyırmaya çalışıyor. Yan masaya yeni oturmuş olan bir çift, yemeğe başlamadan önce chicken menünün yanında verilmiş kuponu kazıyor. Fast foodumu hızlıca yedikten sonra üst kata çıkıp bir de oraya göz atma isteği geliyor içime.
Üst kata çıkarken yanlarından geçtiğim bir grup yaşlı amca, oldukça gürültü konuşuyor. Yürüyen merdivenler yukarı kata yaklaştırdıkça beni, çatal ve bıçağın bir birine tokuşmasından meydana gelen metal ses arttırıyor şiddetini. Aşağı kattaki rengârenk plastik sandalyeler yerini burada deri koltuklara, kaliteli kumaşla kaplı olan sandalyelere bırakıyor. Bu kat göze daha düzenli geliyor. Kalabalıktan oluşan karmaşa yok burada, dinginliği delen çatal-bıçak sesleri ve gazete, dergi okuyan beyefendilerin sayfasını çevirirken oluşturduğu havanın soğukluğu var. I-phone’unun ekranına dokunurken önemli bir konu araştırdığı yüzünden okunan kadife ceketli arkadaş, bir yandan karşısındaki kız arkadaşına bir şeyler söylüyor. Metal korkuluklara yaklaşıp, aşağıya baktığımda anlıyorum ne kadar yukarıya çıktığımı. Korkuluklardan aşağıya bakınca daha net gözüküyor insanlar. Yürüyen, bekleyen, konuşan, bakınan insanlar. Çocuk arabasının çıkıntısına torbalarını asmış anneler, ellerindeki poşetleri ayağında topuklu ayakkabısı varken taşımakta zorlananlar, sağa sola koşuşan, annelerinin susturmaya çalıştığı çocuklar ve hepsinin toplamı koca bir uğultu.
Uyanış
Aklıma geliyor o an ne için içeride olduğum. Asgari maaş alan görevliye soruyorum gitmek istediğim mağazayı. En alt katta bir yeri tarif ediyor. Aşağıya inmek için bindiğim asansörden inince, sinema bileti almak için altı farklı gişe önünde uzun kuyruklar oluşturmuş insanlarla karşılaşıyorum. Sinema gişesinin karşısındaki tiyatro bileti satan görevli ise telefonla konuşuyor. Piyango bileti satan gişe önünde sıra oluşturmuş insanların yanından geçerek aradığım mağazaya varıyorum, on dakika sonra işimi bitirip çıkıyorum.
AVM’ler ve insanlar, yani biz. Büyük bir uyum içerisindeyiz. İnsanları içeride tutabilmek için her şart oluşturulmuş ve kimse de bu durumdan rahatsız değil. İçerideki havanın sıcaklığı gayet uygun, etraftaki rengârenk ışıklar, vitrinler ve indirim fırsatları zamanı saklıyor. Yorulunca hızlıca bir yemek, dolaşacak bir enerji ve devam. Hafta sonunu aileleriyle burada geçirenler, zamanı çok bulup burada ziyan edenler, ihtiyacını on dakikada görebileceğini unutanlar, eski kıyafetlerini Van’daki depremzedelere vermek için yeni kıyafet almaya gelenler, bunun gibi birçok kişi ve sebeple dolup taşıyor AVM’ler.
Dışarıya çıktığımda sabah hafifçe yağan kar durmuş, etraf kalabalıklaşmış ve korna sesleri birbirleriyle yarışıyordu. Eve doğru yürürken hala içeride bu kadar saat ne yaptığımı anlamaya çalışıyordum.
1 Yorum