Sanat, Sanat İçin midir?

 

Adını söyleyip de merak cezbetmesini arzulamadığım bir sanat galerisine yolum düştü geçenlerde. Öyle utana sıkıla girdim mekândan içeri ki, anlatamam. Sanat toplum için midir? Yoksa; sanat sanat için midir? Çapraz teoreminin niçin ortaya atıldığını kavradığım anlardan biriydi bu galeri ziyareti. Ahmet,  sen İstanbul çocuğusun, bu mekânlardan ayağının tersiyle girersin, dedim. Amma velâkin anladım ki; sanat bizde ya sanatçı için veyahut sanatçıyı satın alabilen bir tebaa için. İçeri girdiğimde boyumun birden kısaldığını fark ettim, etrafımda salınan, yürüyen, parmak ucuyla dönebilen farklı bir evren güruhuyla karşılaştım. Yapılan sanat yorumlarının hangi boyutta takılıp kaldığını anlatmayacağım bile.  Bunu daha önce söylemiş olsam da tekrar yinelemek zorundayım: sanat denilen objelerin artık anlaşılmazlığı para ediyor ve hiç kimse yaptıklarının ne anlama geldiğini ifade dahi edemiyorlar.

İtalya’da Rönesans’ın ilk dönemlerinde belli aileler (Medici Ailesi) sanatçılara destek olurlardı, 19.yüzyıla doğru saray erkânı bilimsel metotla kurgulanan sanata kıymet verdikçe bu misyon, şimdiki tabirle devlet eline aktarılmış. (bkz. Salvador Dali.)

Yukarıda anlattığım kalıp, sanatçıyı satın alabilen bizde ki kesime örnek değil kesinlikle. En büyük nedeni de o dönem Rönesans akımına büyük destek veren Medici Ailesi gerçek bir Aristokrat. Bizde ise satın alınabilen bütün sanat eserleri ( özellikle tablolar ) birer “ifade edilemezlik hezeyanı.”

Birkaç ay önce Murat Bardakçı’nın bir röportajını okumuştum. Orada Bardakçı’nın şöyle bir tespiti vardı: Osmanlı dönemi sosyetesi parayla ölçülemez; bu kültürdür, aristokrasidir” demişti. İşte ben de tam bu esnada kavradım: sanat asla paraya dönüşmez, onun için parayla harmanlanan hiçbir estetik öğe gerçek bir değer yansıtmaz.

Gelelim galeri izlenimlerime; çini ile herhangi bir tabloyu kıyasladığımda etrafımdakiler bana çok sinirlenir ama emin olun, Strozzi gibi 17. Yüzyıl ressamlarıyla değil karşılaştırmam. Galerilerde gördüğüm hiçbir örnek ne simetri ne estetik ne de güzellik kavramından çok fazla emare barındırmayan eserler. Onun içinde çok fazla anlatacak detay göremiyorum.

Diğer taraftan; böyle canı sanat eseri görmek isteyen dostlara tavsiyem şu ki; çok uzağa gitmeden İstanbul’da ikamet edenler için en iyi örnek Topkapı Sarayı içinde yer alan Çinili Köşk.

Çinili Köşk; Topkapı Sarayının dış surlarından yer alan 1472 tarihli bir eser. İçerisinde firuze, lacivert, yeşil renkte; geometrik ve bitkisel desenli harikulade çiniler mevcut. Üstelik mekânın içine de öyle savruk yerleştirilmemiş. Mukarnas denile en ince mimari unsurların içinde dahi enfes örnekler var. Tam bir göz banyosu, renk cümbüşü, muhteşem bir kurgu. En ince detay dahi olağanüstü renk seçimiyle büyük bir simetrinin kusursuz parçası. Şöyle bir “efsane” kurgum var; bence çini, o eski masal diyarlarının birinden kopup düşmüş. Düşerken renk canlılığını kaybetmiş biraz ama o masalsı tarafı ve gizemi hâlâ aynı. Mısır Piramitlerinin sahibi nasıl uzaylılar ise çininin sahibi yine başkaları.

Ben de göz zevkime can çekiştiren galeri ziyareti sonrasında Çinili Köşk’e uğradım. İşin nihayetinde de şunu söyleyebilirim; sanat ne sanat, ne sanatçı ne de koca bir kitle için değil; sanat birey için, bireyin algısını geliştirmek için; ufkunu yükseltmek için. Gerisi sadece hikâye.

 

 

 

 

Edebifikir

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir