Yazarın Kanı, Okurun Teri

Müstesna Deyimler Defteri – İki

dile göre kulak, kulağa göre dil bulmak: Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün Edebifikir’de yayımlanmış olan “söyle bunları hep sana demedim mi?” başlıklı yazısında geçer: “telefon rehberindeki isim sayısı kabarıyor ama diline göre kulak, kulağına göre dil bulmakta günden güne fakirleşiyorsun.

İnsanın muhatap arayışını özlü ve ideal bir şekilde belirttiğinden bu deyimi çok beğendim. Her insan diline göre kulak, kulağına göre dil bulmak ister.

Küçükkürtül’e deyimin kaynağını sordum, “tam hatırlamıyorum, ‘dilimize göre kimse yok, dildaşım yok, dilimize göre gönül yok’ gibi işittiğim sözlerden ötürü ben de uydurmuş olabilirim” dedi. Başka bir kaynak, kayıt bulunana kadar bu deyimi Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün buluşu olarak kaydetmek gerekir.

yelmek yüğürmek: Fuzûlî’nin bir şiirinde geçer:

isteyip bir çâre çok yeldim yüğürdüm her yanı
rahm edip bir kimse imdâd etmedi mutlak bana

Yelmek, ‘koşmak’ demek, eski metinlerde yilmek şeklinde yazılır. Yüğürmek ise ‘daha hızlı koşmak’ demektir. Yöğrük, yörük, yürümek hep aynı kökten oluşmuş kelimelerdir.

canı ağzına gelmek: Genelde ‘çok korkmak’ anlamında kullanılan bir deyimdir. Bazen ‘çok heyecanlanmak’ anlamında kullanıldığı da görülür, Nedim’in bir şiirinde görüldüğü gibi:

yine tenha elime girdi hele cânânım
bûs edince lebini ağzıma geldi cânım

dövsen safa sövsen dua: Hasbî’nin bir şiirinde geçer:

her ne cevr etsen cefâ kılsan kulun ferman-berüm
öldürürsen hoş vefâ, döğsen safâ, söğsen dua

Kahrın bile lütuf anlamında bir tabir. Celâldeki cemâli görebilme kemâli. Ahenkli ve güzel duruyor fakat oldukça iddialı. Hasbî, mahlasının hakkını veren bir şair miydi bilmiyoruz.

yazarın kanı, okurun teri: Bu tabirin aslı “Yazarın kanı akmışsa, okurun da en azından teri akmalı” gibi bir söze dayanıyor. Ancak söz kime ait, sözü nerede okudum hatırlamıyorum. Beğendiğimden “yazarın kanı, okurun teri” olarak zihnime kodlamışım. İlaveten Necip Fazıl da “İdeolocya Örgüsü” adlı kitabında kendini ve fikir işçilerini ifade etmek için ‘kan terlemek’ tabirini kullanır, konuyla ilgisi olduğundan bu tabiri de zikretmiş olayım.

Okumanın iyi bir şey olduğu telkin ediliyor sürekli. Okuma listeleri hazırlanıyor. Bu telkinler ve listeler sonuç da veriyor açıkçası, gün geçtikçe kitap okuyan insan sayısı artıyor.

Okuduğumuz kitaplar, metinler farkında olalım yahut olmayalım bizi dönüştürürler. Bu sebepten bizim kültürümüzde belli bir seviyeye kadar kitapları bir hoca veya aile büyüğü eşliğinde okuma âdeti mevcuttu; artık bu âdete riayet eden pek kimse kalmadı.

Nasıl okuyoruz peki? Okurken terliyor muyuz? Okurken terlemek ne demektir? Bu sorular üzerine kafa yormamız faydalı olacaktır; böylece okumak konusunda hangi aşamada olduğumuzu görebiliriz.

Okuma alışkanlığı kazanabilmiş okurlardan başlayalım. Bu aşamada, okur için yazarın ne dediği kadar nasıl dediği de önemlidir. Yazarın üslubuna, kitabın akıcılığına bakarak okuduğumuz metni beğenir veya beğenmeyiz. Fakat yolun başında üslup ve akıcılık hakkındaki değerlendirmelerimiz son derece sığ olur. Sırf akıcı yazmış diye bir yazarı gerçekten üslup sahibi sanabiliriz veya bir metin oldukça basit yazıldığı için bize akıcı geliyor olabilir. Kitap okumayı sadece roman okumaya indirgeyen okurlar bu aşamada çakılı kalırlar. Kişisel gelişim kitaplarına takıntılı okurlar da öyle. Bunlar kitap okumaktan hoşlanır, bunu hobi edinirler. Kimisi “benim de bir kitabım olsa keşke” diye iç geçirir, kopyala yapıştır yöntemiyle kitap yazma teşebbüsünde bile bulunabilir. Hatta günümüzde yayımlanan kitapların ciddi bir kısmı böyle kifayetsiz muhterisler tarafından yazılmaktadır.

Belli başlı edebiyat klasiklerini, ilmî ve fikrî eserleri okumaya yönelmişsek bir üst aşamaya geçmişiz demektir. Edebî eserlerin tadını alan bir okur bu aşamada fazla oyalanabilir. Edebiyatın zevkine varmıştır bir kere; hayalî ve kurgusal olanın cazibesinden kurtulamaz kolay kolay. Muhtemelen yazmaya teşebbüs eder. Arada bir sözlüklere bakar. Ne zaman bir Kur’an-ı Kerim görse vicdanı sızlar, onu ihmal ettiğinden ağlamaklı olur. Okudukları tarafından dönüştürüldüğünün farkına varır; hayreti, tedirginliği ve duruma göre öfkesi artabilir. Yalnızlığı sevmeye başlar. Mutfaktaki doğalgaz borusuyla konuşabilir; benim gibi… Kendini diğer insanlardan farklı veya üstün görebilir. Bu aşamada nefis muhasebesini daha sık yapmak ve kemâlât sahibi insanlarla bir araya gelmek hayat kurtarır.

Sonra mukayeseli okuma aşamasına geçeriz. Bu aşamada okuma eylemi artık bir vazife şuuruyla gerçekleştirilir. Veya bir ihtiyaç saikı ile. Okur; dikkatli ve şüpheci bir özneye dönüşür. Okuduğu kitaba, ilgilendiği konuya hâkim olmak ister. Yazarlarla, kitaplarla kavga edebilir. Sık sık sözlüklere bakar. Notlar alır, başka kaynaklara başvurur. Önceden okuduğu kitaplara yeniden dönebilir. Yorumlamaya başlar. Yorumlamak yorucudur. Okuduğu metni dönüştürebilir. Terler. Yazma ihtiyacı hisseder.

Sonraki aşamadaysa okur metni rahatlıkla dönüştürür hatta kendine mâl eder; eleştirir, anlamlandırır, sentezler ve yeniden üretir. Eskilerin tabiriyle “imâl-i fikr” eder. Dert sahibi biriyse terlemekle kalmayıp kanayabilir. Yazmaktan kaçamaz çünkü dolmuştur, taşması kaçınılmaz olur. Taşmak yazmaktır.

Bir de az okuyan, çok dinleyen, öğrendiklerini ve dinlediklerini amele çeviren müstesna bir zümre vardır ki onlar bildikleriyle amel ettikçe bilmediklerini de öğrenirler. Yazamazlar ama yaşarlar. Zaten kimisi yalnızca Kur’an-ı Kerim okumayı bilir, kimisi okumayı hiç bilmez. Güzel insanlardır. Sezgileri, ferasetleri, imanları kuvvetlidir. Nedense çoğu zaman haklı çıkarlar.

Son olarak kitapları yakma veya nehre atma aşaması var. Okurken terlemeyen veya bildiklerini yaşamayan biri bu aşamaya yükselebilir mi? Sulhi Ceylan günlüğünde buna bir cevap verecektir.

adı güzel kendi güzel muhammed (s.a.v): Âşık Yunus’un meşhur ilahisinde geçen bu mısraı bilmeyenimiz yoktur. Sezai Karakoç, ‘Yunus Emre’ adlı kitabında bu mısra üzerine şöyle bir yorumda bulunuyor:  “adı güzel kendi güzel muhammed mısraı, bir nevi salâvatın Türkçe karşılığıdır. Yani o fonksiyondadır. Yalnız kelimeleriyle değil, ritmiyle, sesiyle de.” (19. baskı, s: 53)

Bu yorumla birlikte “adı güzel kendi güzel muhammed” mısraı, artık mısra olmanın ötesinde yepyeni bir tabire dönüşüyor ve müstesna bir hâl alıyor. Bir önceki deyime atıf yaparak bitirecek olursak; Sezai Karakoç okuduğu metni dönüştürmüş ve yeniden üretmiştir diyebiliriz.

Feyyaz Kandemir

Resim: Hoca Ali Rıza Bey – Sokakta Yeniçeriler

Müstesna Deyimler Defteri – Bir: Birader-i can-beraberim

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Ömer , 31/10/2018

    Faydalı oldu evet. Devamı gelmeli.

Ömer için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir