“2119 yılında dünya nasıl olacak?” dosyamızın ikinci yazısını Ayşe Sever yazdı: “Bir Ağacın Gölgesine Sığınmak”
***
Dersten, işten, trafikten, kuyruklardan, hızdan kaçamayız. Bir kaç kez kaçmaya yeltenenlerimiz olmuştur. Kaçıp sığınılan şeylerin zamanın getirilerinden ne kadar bağımsız olabileceği ise ortada. Köylerinizi hatırlayın. İnternetin uğramadığı tek bir ev kaldı mı? Televizyonun, faturaların, kredi kartlarının… Kovalamaktan bahsetmiyorum bile. İçimde bir şeyler bu dosyayı okuyan hiç kimsenin kovalamak gibi bir derdi olmadığını söylüyor. “Öyle düşünmek istiyor da olabilirim.” İnsan bu cümle değil midir zaten, biraz? Ve insan, anladığı, korktuğu, kaçtığı, arzuladığı, inandığı değil midir? Hangi zamanda hangi mekânda olursanız olun, zaman hangi sırrı taşıyor olursa olsun, siz en çok kendi yüklendikleriniz değil misinizdir?
Değişim ve ayniliğin iç içe olduğuna inanıyorum. Hatta ikisinin de, akıp giden şeylerin akıp gitmeye devam etmesi için birlikte ve olmazsa olmaz olduğunu söyleyebilir miyim bir cüretle? Size aklımı kullanarak bu fikrime deliller de getirebilirim. Yapmıyorum, çünkü korkuyorum.
Bir itiraf; ben de en çok “korkma” hissi var biliyorum. Yüz yıl sonra bana benzeyen biri de korkarak yaşayacak. Huzuru terketmekten, kedere yakalanmaktan korkacak mesela. Ona çoğu zaman yufka yürekli denilecek. Ama o bilecek kalbindeki siyah noktaları. Siyahlıklarından gözlerine, diline, eline durmadan bıçaklar saplanacak daha çok korkacak. Şu da var ki, yakalayıp içine kattığı her güzelliği korkularından çıkaracak.
Hadi diyelim dersler, artık zihin okunarak işleniyor olsun. Kaçacak yer yok gibi gözüksün diyelim. Gözlerimizde tam da at gözlüğüne benzeyen, şatafatlı bilmem kaç özellikli bir gözlük takılı olsun. Öğretmen olmasın. Kullanabildiğimiz tüm aklımız alınması istenenlerle doluyor olsun. Kim, kimin ruhuna, kalbine ulaşabilir ki? Hangi gözlük kalbe takılabilir? Ruhundan bir yol bulur da, zamansız yaşayan, bir ağacın gölgesine sığınır. Kendi okumak istediklerini okur da durur. İnsanı yaratan, izin vermedikçe kim neyi ne kadar değiştirebilir? Bakın işte tam da şu anda korkmuyorum. Büyütüyorum bir güzelliği ne olduğunu anlamadan…
Zamanın getirdiğiyle kaç kilitli kapı açılır da kimler giremez oradan? Gökdelenler göğü delerken gökyüzünün sırrına kim, neden ulaşamaz? Yaşayan insan kadar cevap. Hatta ölenler, hepsi, herkes kadar. Bir o kadar sebep. Bir o kadar yol, bir o kadar yolsuzluk. Size yüz yıl sonra nelerin değişebileceğini söyleyemem. Söyleyebilen, sebepleri anlamlandırmakta usta, keramet sahibi kimseler olmuştur. Ben onlardan değilim. Nelerin değişmeyeceğini ise anlatılagelen hikâyelerden, menkıbelerden, deneyimlerden yola çıkarak gördüğüm oluyor.
Ben ki belirsizlikler içinde yaşayan biriyim. -Şikayetçi değilim şimdilik. Belirsizlik zaman zaman güzel ve kucaklayıcı olabiliyor.- Öte yandan her zaman netliğe, daha doğrusu hakikate kâh farkında olarak kâh olmadan hasretim. Ve zamanın, mekânın değişmesiyle hakikat yolu değişmez buna eminim. Hazreti İbrahim’i (a.s.) hatırlayın. Güneşi kim yerinden oynatabilir? Onun doğmasına kim engel olabilir? Ya da kim batıdan doğurabilir?
Şimdi; gökyüzüne doğru bakışlarınızı kısın. Geniş bir açıdasınız. Zamanın, ışık hızının, yerçekiminin, çarpıştığı bir yerden geçtiniz. Karadelik belki. Uzak yerlerin, uzak zamanlarındasınız. Değişiklik yok. Güneş yerinde. Dünya misket gibi dönüyor. Üstelik her şey planlanan o çizginin sınırlarını aşmadan, istikametinde ilerliyor. Görünenden öte bir gerçeği tutun aklınızda. Bir salise öncesinin aynı değil hiçbiri. Yaklaşın dünyaya. Gökdelenleri, uçuşan son teknoloji araçları hayal edin. Yer çekimini ve yerçekiminin etkisi azaldıkça zamanın hızlandığı bilgisini hatırlayın, hissedin. Elinize o aleti alın, merceği, sokakta yürüyen adama ayarlayın. Ayakkabıları elinde, binaların çatısından kurtulabilen yağmur damlalarını kovalıyor. Mutlu adam, bir garip zaman. Etraf hıphızlı. Adam görünürde yavaş. Adam herkese göre, herkes adama göre yavaş. Mutluluktan paylı bir hız, hüzünden geçmiş, kalabalıktan yorulmuş bir yavaşlık ondaki. Vay be! Hadi şimdi selam çakın Einstein’a. Sonra Tanpınar’a kulak verin. “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında…”
Ayşe Sever
Dosya Yazıları