DOSYA: An’ın Sıkıcılığını Gelecek ile Yenmek

“2119 yılında dünya nasıl olacak?” dosyamızın beşinci yazısını Sulhi Ceylan yazdı: “An’ın Sıkıcılığını Gelecek ile Yenmek”

***

Önce İbn Arabî hazretlerine kulak verelim:

“Bir rüyaya benzer şekilde, Allah Teâlâ bana Kâbe’yi tavaf ederken bir hadise gösterdi. Kâbe’yi yüzlerini tanımadığım bir grup insanla birlikte tavaf ediyordum. Bize iki mısra okudular, biri aklımda diğerini unuttum. Aklımdaki mısra şöyleydi:

Biz de sizin gibi senelerce tavaf ettik
Kâbe’yi hep birlikte tavaf ettik.

Diğer mısraı unuttum. Bu hale şaşırdım. İçlerinden birisi bana bilmediğim bir isim söyledi ve şöyle dedi: ‘Ben senin atalarındanım.’ Ben de ona ‘Ne zaman öldün’ diye sordum. Şöyle cevap verdi: ‘Kırk bin küsur sene oldu.’ Ben de ‘Âdem’in bile bu kadar ömrü yoktur’ deyince, şöyle dedi: ‘Hangi Âdem’den söz ediyorsun: sana en yakın Âdem’den mi, başka bir Âdem’den mi?’ Bu söz üzerine Hz. Peygamberin (s.a.v.) ‘Allah yüz bin Âdem yaratmıştır’ hadisini hatırladım ve şöyle dedim: ‘Beni kendisine nispet eden bu atam o Âdemlerden olmalıdır.’” (Fütuhat-ı Mekkiyye, İbn Arabi, Ter: Ekrem Demirli, 14. Cilt, sayfa: 285)

***

An’ların an olmaktan çıkıp geçmişte birikmesiyle “tarih” dediğimiz kavram ortaya çıkıyor. Tarihten bahsetmek aslında yitirilmiş an’lardan bahsetmektir bir bakıma. Her yitirilen ise bir kayıp. Kayıpların artması gözlerimizi gelmemiş an’lara yani geleceğe yöneltiyor. Çünkü gelecek sadece gelecek olmasıyla bile bir ümit barındırır. Ümitse insanın hayat motoru değildir de nedir?

***

İki binli yıllarda yaşayan biri olarak âleme koskoca bir geçmişle bakıyorum her insan gibi. Çünkü insan geleceğe geçmiş insanların bilgilerini üst üste koyarak bakar. Buna da insanlık mirası deriz. Böylece yaptığımızı hem legal hale getirmiş hem de ölümden sonra bile bir şekilde yaşadığımızı düşünürüz. Çocuklar da geleceğe bırakılan umutlar değil midir? Elbette öyledir. Kayıplarımız, ulaşamadığımız hedeflerimiz için eğer elimizde ömür kalmadıysa çocuklarımız devreye girer. İnsan hem iyi hem de kötüdür diyorum, ama inanmak istemiyorlar nedense!

***

Geleceği merak etmek demek aslında, ölümü ve ölümden sonrasını merak etmek demek. Çünkü insan öncelikle kendini düşünür. Kendini sevmediğini söyleyen insanlara itibar etmeyin. Çünkü bu son derece doğal bir durumdur. İnsan öncelikle kendini sever ve hayat bütünlüğünü korumak ister. Burada iman devreye girer. İman hem bir emniyet hem de umuttur. Adeta insanoğluna şöyle seslenir: “Eğer kalbinde bana yer açtıysan korkma, Allah var, korkma ölüm bir yok oluş değil ve korkma, seni senden daha iyi tanıyan ve sana senden daha yakın olan Allah’ın bir ismi de el- Vedud. Yani çok seven ve hatta sevilendir.”

***

Geleceği düşünmek ve hatta gelecek ile ilgili plan yapmak aslında ölümü yadsımanın bir yolu. İnsan yadsımadan yaşayamaz. Gerçeğe, olduğu haliyle dayanamaz ve çeşitli yöntemlerle o gerçeği kabul edebileceği bir kişisel gerçeklik haline getirir. Zaten ilah tasavvurlarının farklı olması da burada doğar. Her insan inanabileceği bir forma sokar ilah anlayışını. Yani kişinin gelenek, ön yargı, idrak ve ilmi inancının öncüllerini belirler. Kendinin yani meyillerinin, karakterinin, zayıflıklarını ve hatta bağımlılıklarının farkında olmak ve bunları terbiye etmek hiç de kolay değildir. Çünkü insan, iptilaları ile maddeye kendini bağımlı kılar. Sonuç mu; sonuç hep gelecektedir. Gözlerimiz hep ileriye dönüktür. An’ı kurtaramadığımız için geleceği bir Mehdi gibi bekleriz.

***

Yarının insanını düşündüğümde nedense pek de iyimser değilim, hatta kötümserim. Ama umudum bitmiş de değil, çünkü umutsuzluk aslında imansızlıktır. Zaman geçtikçe insanlığın kurtuluşundan değil de tek tek insanın kurtuluşundan bahsedebileceğimizi düşünüyorum. Bu da elan dünyada gelen geçer sistemin bir sonucu. Sonuçta “coğrafya kaderdir” ilkesi bize “zamanın da kader” olduğu ilkesine götürüyor.

***

Yüz yıl sonra dünyada neler olacak, açıkçası çok da merak etmiyorum. Çünkü ölüm insanın kıyametidir. Kıyamet diyorum. Kelime olarak ayakta dikilmek anlamına gelen “kıyâm” kökünden gelen kıyamet Allah’ın huzurunda hesap vermenin başlamasını ifade eder. Yani ölümden sonra tekrar hayata kavuşmayı, mezarlardan çıkmayı. Bundan daha büyük ne olabilir? Bundan daha önemlisi sura üflenmeden insanın kendi içindeki sura üflemesidir. Ama ölmeden önce. Çünkü ölüm imkânların sona ermesi demek aynı zamanda.

***

Bilgelere göre geçmiş ve şimdi masaya yatırılır ve tek tek öğeleri incelenip çözümlenirse gelecek tahmin edilebilir. Bir nevi muhasebe yapmak gerekiyor: zaman muhasebesi. Çünkü gelecek, geçmişin çocuğudur. Gelecek hakkında tahmin yapmak bir bakıma geleceği an’a getirmek demek. An’ın sıkıcılığını gelecek ile yenmek de diyebilirim. Bu durum yine insanın ebedilik hissine tekabül ediyor. Evet ölmek istemiyoruz. Şeb-i arus sadece velilere has bir durum. Kim ölüm günü için düğün gecesi der ki!

***

Hareketi değerlendirmek için zamana muhtacız. O halde zaman bir ölçme birimidir bir bakıma. Mesela hızı zaman ile tanımlar yani ölçeriz. Yine zaman sürgit bir doğruya da benzetilir. Ucu bucağı gözükmese de sonlu bir doğru. Tabiî filozoflar bu sonluluk meselesine şerh düşerler. O halde zaman dediğimizde bir devamlılıktan bahsediyoruz. Gerçi bu devamlılık meselesine de şerh düşenler var ama o konuya girmeyeceğiz. İşte bu akıp giden zaman içinde 100 yıl sonrasından bahsetmek aslında insanın akıp gittiğinden ve bu akıp gidişin uğradığı değişimlerden bahsetmek demek. Daha Türkçesi: kibir, menfaat, savaş, yalan, ihanet ve aşk… Evet, evet aşk…

Sulhi Ceylan

Dosya Yazıları

Cüneyt Dal: “Orada Ruha Yer Var mı?”
Ayşe Sever: Bir Ağacın Gölgesine Sığınmak
Ömer Can Coşkun: Ölümsüzler
Yusuf Girayalp Atan: Hayal Edebiliyorsak Mümkün Demektir 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Tütünist , 16/06/2019

    Bu süreçte, kendimden büyük fikirlerin sahibi olabilme umudumu geleceğe, şuan akademik tanrıların egosuna yelpaze tutmakla bağlıyor oluşum, geleceğe dair karamsarlığımı artırmakta fakat inatla harekete de devam ettirmekte.

    Bir dokunuş istiyorum Rabbim.

  • Halil , 28/12/2018

    Züleyha Çok Zalim ne kadar iyi bir şiirse, bu da o kadar iyi bir yazı. Dünde, bugünde ve yarındaki insanı yazmış Sulhi Ceylan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir