Tarihin Bekleyen Yüzü: Girit

Cemal Süreya “iki kalp” şiirinde beklemeyi zamanın gövde gösterisi olarak açıklar;

merdivenlerin oraya koşuyorum,
beklemek gövde gösterisi zamanın;
çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
bir şeyin provası yapılıyor sanki.”

Beklemek insanın kaderidir desek, yanlış bir söz söylemiş olmayız. Çünkü her bebek, yaklaşık dokuz aylık bir bekleme süresinin sonunda dünyaya gelir. Ve bekleme serüvenimiz böylece başlamış olur. Gün olur sevgiliyi, gün olur sırayı bekleriz. Aybaşını da bekleriz, emekli olacağımız günü de. Hatta ölümü bile… Kısacası sürekli bir şeyleri, birilerini bekleriz. Bu sebeple sizler için “Beklemek” dosyası hazırladık. Her bir yazarımız kendi açısından konuyu değerlendirdi. Dosyamızın ilk yazısını Ömer Ertürk yazdı.

***

İnsanın, eylemleri içerisinde dinamizm barındırmamasına rağmen kendisini en çok yoran şey beklemektir. İnsan zihni, korkuyu, sevinci, gideni, bir daha gelmeyecek olanı beklerken hep umutla koyun koyuna uyur. Beklemek bu yönüyle hem umuttur hem yorgunluk. Olmasını çok istediğimizle, olmamasını istediğimiz şeyler beklemenin koynunda büyüyen umutla anlam kazanır.

Beklemek, umut gibi insana dairdir. Tarih içerisinde insan eliyle gerçekleştirilen ancak öznesi insan olmayan bekleyişler de vardır. Bunun en güzel örneği şahsî kanaatime göre Girit Ada’sının Osmanlı tarafından fethedilme hikâyesidir. Devlet donanması 24 yıl Akdeniz’de bir adayı almak için uğraşmıştır. Ada’yı almak için gidenlerin de, alınsın diye asker gönderenlerin de duçar oldukları hal beklemenin çilesidir.

Girit Adası, Akdeniz’e hâkim olmak isteyen devletlerin ele geçirmek istedikleri daha doğrusu bu hâkimiyeti sağlamak için mecbur oldukları bir adadır. Daha önce Barbaros Hayreddin Paşa’nın adayı alma girişimleri olmuşsa da bunlar başarısızlıkla sonuçlanır. 1645 yılına gelindiğinde Mısır’a gitmek için yola çıkan Sümbül Ağa ile Mekke kadılığına atanan Mehmet Efendi, Malta korsanlarının saldırısına uğrar. Gemide bulunan 600 kişiden beş yüz küsuru öldürülür, malları yağma edilir, alınan ganimetler Girit’te satılır.

Osmanlı Devleti, gerek bu olayın intikamını almak gerek Venediklerin elinde bulunan Girit’i fethetmek ve Akdeniz’deki güvenliğini sağlamak için Yusuf Paşa komutasında, 60 bin asker, 350’ye yakın gemi, 50 bin demir gülleden müteşekkil bir orduyu adaya gönderir.

Okurlarımız burada, tarihî bir dizinin iki-üç bölümünde zafere ulaşan bir sefer umabilirler. Fakat mesele hiç beklediğiniz gibi olmamıştır. Yusuf Paşa komutasındaki ordu elli beş günlük bir kuşatmadan sonra Hanya Kalesi’ni ele geçirince Osmanlı Devleti ümitlenmişse de Venedik’in Çanakkale Boğazını ablukaya almasıyla birlikte Girit’teki donanmaya yardım yolu kesilir. Girit’e yardım gitmemesi ve kuşatmanın uzaması tarih kaynaklarına “Girit, Devlet-i Aliyye’nin harp talim meydanı haline gelmiştir” diye geçer.

Beklemekte saklı olan umut, Osmanlı Devleti’nin adadaki kuşatmayı kaldırmamasını sağlar. Yusuf Paşa’dan sonra başa geçen Deli Hüseyin Paşa bazı önemli kaleleri fetheder, Venedik de bir yıl önce işgal ettiği Limni ve Bozca’yı terk etmek zorunda kalır.

Osmanlı kuvvetleri kısmen başarılı olmuşsa da Girit Adası’nın merkezi olan Kandiye Kalesi beklemenin kalesi haline gelir. Sevgilinin kapısını bekleyen âşık gibi Kandiye’yi beklemek üzere Osmanlı Devleti kalenin karşısına İnâdiye kalesini inşâ ettirir.

Kuşatma 21 yıl sürdükten sonra Osmanlı Devleti, Girit meselesini artık çözmek ister. Çünkü beklemenin ıstırabı, bir çakıl taşından bir kaya ağırlığı doğurmaya başlar. Bunun üzerine Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa bizzat Ada’nın alınması için 1666 yılında Ada’ya gönderilir.

Fazıl Ahmet Paşa, bunca yıllık beklemenin özeti diyebileceğimiz yeni bir kuşatmanın içine girer. Kandiye kalesini iki buçuk yıl şiddetli bir muhasara altında tutan Paşa, en nihayetinde Venedik’in kaleyi teslim etmeyi kabul etmesi üzerine 6 Eylül 1669’da Kandiye’yi ele geçirir. Osmanlı Devleti’nin eline geçen Girit Adası adeta beklemenin nişanesi olarak imtiyazlı eyaletler sınıfına dâhil edilir.

XIX. yüzyıldan itibaren sorunların baş gösterdiği Girit, zaman zaman isyanlara ve savaşlara sahne olur. Özellikle Yunanistan’ın Girit’teki Hıristiyan ahaliyi sık sık kışkırtması Osmanlı’nın zaferle sonuçlanan son meydan muharebesi Dömeke’nin burada meydana gelmesine yol açar. Beklemenin sabrıyla elde edilen ada,  Balkan Savaşının beklenmedik bir anda patlak vermesiyle Osmanlı’nın elinden çıkar. Ancak şu bir gerçektir ki, beklemek bir kez sökün etti mi, ölünceye kadar var ile yok olmak kuşkusu arasında gidip gelir. Girit’in bundan sonraki varlığı, Yunanlar için kuşkuyu, bizim için umudu beklemenin adası olarak devam edecektir.

Ömer Ertürk

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir