Yenmek(!) = Yenilmek(?)

Yeni bir dosya konusuna başlıyoruz: “Yenilgi Nedir?”
Her gün bir yazarımız “yenilgi” konusuna farklı bir bakış açısı getirecek. Dosyamızın ilk yazısını Cüneyt Dal yazdı.
***

“Yenilgi”, “yenilmek”, “yenmek” kelimeleri doğal olarak “yemek” fiilini düşündürüyor. Dolayısıyla bununla bağlantılı kelimeleri: çiğnenmek, sindirilmek, hazmedilmek, tüketilmek, hatta en nihayetinde dışkılanmak… Başka bir bedene besin, kan, can olmak durumu… Buradaki “beden” kelimesi yerine birçok şey konabilir: nefs, şeytan, aşk, şiir, para, hırs, dünya, şehvet, ordu; velhâsıl düşman.

Mesele “yemek” fiilinden çıkıp da söz konusu anlama bürününce konunun rengi de kapsamı da değişiyor. Zemin, bir savaş alanına; durum, bir mücadele görünümüne evriliyor. Demek iki veya daha fazla unsurun didişmesi sonucu ortaya çıkıyor bu yenilgi veya zafer hâlleri. Bu, kelimeler düzleminde okuduklarım. İyi de düşman bellediklerimizden daha çok ünsiyet beslediklerimize karşı aldığımız yenilgileri nasıl anlamalı?

İyi bir öykücü ağabeyim şöyle bir cümle kurmuştu: “Şiir yazmamamın nedeni, şiire karşı yenik düşmemdir.” Tersi mümkün olabilir mi? Şiiri yenmek! Ve ardından “veni, vidi, vici” edasıyla asırlara haykırmak… “Şiirdir Şehriyâr’ın şiiri elinde şemşîr / Kim deyer men bele bir şiirle da’vaya gelim,” üslubunda bir meydan okuma ile şairin diğer şairleri er meydanına davetindeki niyet aslında ne olabilir? Yenmek de yenilmek de zafer de hezimet de kişinin kendisinde gördüğü “var olmak” çukurunun dibi mi yoksa? Hüdayî bir iniltiyle kanatlanan, “Alan sensin, veren sensin, kılan sen / Ne verdinse odur, gayri nemiz var,” sözlerindeki duru mânâ, Ahmedî’nin, “Âmil ü ma‘kūl ü akl ü âşık u ma‘şûk u aşk / Cümle sensin pes nereden geldi bunca kīl ü kāl” beytindeki letâfet, yenme ve yenilmeyi büsbütün “akl-ı maaş”ın konusu kılmıyor mu? Bize çerçevemizin ve havuzumuzun darlığına dair bir şeyler fısıldamıyor mu?

Bir de başka bir boyuttan bakalım meseleye: Pavese, Yaşama Uğraşı’nda öyle bir laf eder ki… “Asıl başarısız insan, büyük işleri gerçekleştiremeyen değil -bunu kim başarmıştır ki- bir yuva kurmak, bir dostluğu, bir kadınla mutlu bir ilişkiyi sürdürmek, ekmek parasını kazanmak gibi küçük şeylerde başarısızlık gösteren insandır. Başarısızlığın en acısı, budur.” Bu; kolaylığa, basitliğe karşı bir yenilgi midir? Her defasında yeniden yenilen insanın yenilmekte ve yenmekte sınır tanımaz mahareti sebebiyle yenilmenin böylesi de mi vardır? Görünen o ki vardır. Ve aslında üzerine düşünülmesi gereken asıl nokta, bizim yenilip yenmemizden çok, neye, kime yenilip neyi, kimi yendiğimiz olsa gerek.

Ne diyorum? Dağınık yazıyorum. Farkındayım. Toparlama çabam acınası mı geliyor? Olabilir. Okura karşı yenilmek de var hayatta. Fakat bu sizi muzaffer kılmaz. Dahası bununla size bir övünç hakkı verilmez. Ya bana verilecek pâye ne olabilir? “İyi yazar”? “Düşünür”? Bu pâye karşısında yöneltilecek eleştiri okları havada nasıl bir tıslamayla hedefine uçar; “Ahmak”, “beceriksiz”, “sığ”?  

İşte şimdi sınırından giriyorum adına “saded” denen ülke topraklarından içeri. Çekincem yok, pasaportum yanımda. Üzerimde de yasadışı ne bir madde var ne işaret.

Nereden baktığımız, nasıl anladığımız, neyi hedeflediğimiz, neden ve neyden kaçtığımız, korkularımız ve umutlarımız, tüm bunların hepsi dahası, elbette yenmek ve yenilmek konusunda da etkileyici, bağlayıcı ve sarsıcı. 33’üncü yaşımın sakallarıma düşen gölgesi -ki yılların da gölgesinin olduğunu, bu gölgenin cisimlerinkinden farklı olarak beyaz olduğunu şu son bir senede öğrendim- döneminde şöyle bir geriye baktığımda en başta genel anlamda nefsime, birkaç kez aşka, KPSS’ye, düzenli yaşam tarzına, sisteme, kendime, hayallerime yenildim. Tüm bunlar ve burada sayıp dökemediklerim tarafından kaç defa acımasızca sindirildim, hazmedildim, çiğnendim, tükürüldüm, atıldım. Fakat yenildiğimi kim söyleyebilir? Ben onların yoğurduğu, doğurduğuyum. Onlar benim öğretmenlerim, hocalarım, üstatlarım, mürşitlerim. Bazılarıyla dosttum bazılarıyla düşman. Bu yönden de bana öğretebildikleri bir şeyler olduğunu gördüm, yenilgilerime nice hayranlık büyüttüm içimde. Evet, sevmedim yenilgilerimi ama onlar tarafından büyülendim. Nefret etmedim ama kucaklamadım da. Yenilgilerim tek bir beden olsaydı bu, obez bir yenilgi olurdu. Ya zaferlerim? İşte onlardan bahsetmek, kendim için diyebilirim ki yenilgilerimden bahsetmek kadar kolay değil. Çünkü yenilgide bir acizlik var. Zayıflığın o korunaklı, sıska fakat sıcak havası var. Zaferinse soğuk iddiası, itici mağrurluğu…     

Bir sahne…

Hazreti Ali (radıyallahu anh), mescidin küçük kapısından geçince İbni Mülcem isimli tetikçi, kılıcını arkadan indirdi. Katilin kılıcı Hazreti Ali’nin boyun damarlarını kesti. İlk darbeyi yediğinde en gür sesiyle bağırdı: “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki ben kazandım.” Sonra mescidin kumları üzerine uzandı.

Cüneyt Dal

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • genel okuyucu , 23/02/2021

    feyyaz kandemir devrim dosyasında da aynı taktiği uygulamıştı.

  • Cüneyd Dal'ı Okur , 23/02/2021

    Yenilgi bir acizlik değil, o uzunca merdiveninin acı bir rif’atı yalnızca. Fakat acılarda da bir tat var; böyle damağını, dilini mayıştıran bir tat. Acı biber gibi. İştah açar ya hani. Öyle.

    Kalemine sağlık Cüneyd Dal.

    Yenilgilerle dolu bu dünyada o uzunca merdiveni tırmanabilmemiz temennisiyle.

  • Sühan perver , 22/02/2021

    “Bir sahne” üzerine:

    Dirlik bana karşu gele ben dirligün boynın uram
    Ölüm eger vâcib ola cânumu kurbân eyleyem

    Yunus Emre

  • Feyyaz Kandemir , 22/02/2021

    Bu yazıyı okuduktan sonra benim de bir şey yazmama gerek kalmadı. Yenildim.

  • Celâl Kuru , 22/02/2021

    Cüneyt Dal, dosyayı açtığı gibi kapatmış da. Daha uzerine ne yazılır, bilemedim. Gönlüne, kalemine, yenilgine bereket…

Celâl Kuru için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir