Ben de Kendime Ulaşamadım

Edebifikir Haber Ajansı

Patrick Süskind aşktan bahsederken şöyle bir soru sormayı ihmal etmez: “Bizi aptallaştıran ve kabalaştırma potansiyeli olan şey nasıl olur da en büyük mutluluk olarak hissedilip tanımlanır?” Patrick, Koku romanında kokuları kelimelerle tanımlama başarısı gösterse de sanırız aşkı anlamamış. Eskiler, tatmayan ne bilsin, derlerdi, çok haklılar. Patrick’in kendisine verilen edebiyat ödüllerini almamasını ve insanların içine çıkmamasını destekliyor ve bu sebeple tebrik ediyoruz ama aşk konusunda dediklerine katılamayacağız. İnşallah deli gibi âşık olur da Allah ona o aptallığı yaşatır. O zaman aptallık dediği şeyin kâinatı kucaklamak olduğunu anlar.

Kabahat işlemiş çocuklar gibi saklandıkları yerden çıkıp Kadıköy’de buluşan Serdar Kocabaş, Abdullah Karaca, İzzet Genç ve Sulhi Ceylan’ın kafasında hiç de böyle problemler yoktu. Yoktu çünkü aşkın varoluşa dâhil olduğunu biliyor ve ayrılığın şiddetli zuhurundan ötürü kavuşmayı akıllarına bile getirmiyorlardı.

3 Ocak Salı akşamı Kadıköy’de bir durgunluk ve bir huzur vardı. Bahariye’den Moda’ya akan caddede serseri rüzgârlar birbirini kovalıyor, şehrin günahı nedense kendini izbe yerlere çekmeye uğraşıyordu. İşte böyle bir gecede Sulhi Ceylan ve İzzet Genç Kadıköy’le buluşmak için Maltepe’den metroya bindiklerinde Serdar Kocabaş da Abdullah Karaca’yı Beylerbeyi’nden almış ve rotasını Kadıköy’e çevirmişti bile. Kadıköy içten içe Edebifikir ekibinin geleceğini anlamış ve sokaklarını kendince hazırlıyordu. Saat sekiz olduğunda ekip Bahariye Caddesi’nin girişinde buluştu. Abdullah ve Sulhi göz göze geldiklerinde Kadıköy’de ani bir suskunluk oldu. Arabalar durmuş, insanlar pusmuş ve dahası Kadıköy nefes almaya bir an da olsa ara vermişti. Çünkü 42 gün 8 saat sonra ilk defa buluşuyorlardı. Abdullah mahcuptu. Mahcuptu çünkü 42 gün 8 saattir Sulhi ile görüşmemişti. Sulhi de ise tatlı bir kızgınlık vardı. Çünkü yine Abdullah’ı affedeceğini biliyor ve içindeki kötülükleri Abdullah ile buluşturamamanın acısını kalbine gömüyordu.

Kitapçılar, yemek derken ekip soluğu bir kahvecide aldı. Abdullah yeni yeni açılıyor ve 42 gün 8 saattir içinde biriktirdiği manaları dökmek için sabırsızlanıyordu. Derken Abdullah açıldı ve hayata dair sözleri peşpeşe masanın üzerinde bıraktı. Masa masaymış ki bu kadar sözü taşımamazlık etmedi. Sadece kendini bizde görmek istediği zaman bizimle buluşan yoksa kesinlikle buluşmalarımıza gelmeyen Abdullah Karaca’nın masaya bıraktığı aforizmaları:

* Bekârlık insanın doğasına aykırıdır.

* Önceden olsa devrim yapalım derdim ama insanın içinden sular akıyor ve ben bunun farkına vardım.

* Her erkek kadın karşısında yenilmek zorundadır.

* Evlilik, erkekte süreklilik kavramının oturmasını sağlar.

* Her gün bir köşe başında yüzlerce kez yenilmek yerine evlenin ve bir kere yenilin.

* Yirmi üç yaşımda hayata dair kocaman sorular sormaya başladım. Şimdi ise cevaplar bana göz kırpıyor.

* Sonuçta inançlı insanlarız.

(Burada bir nefes verdi Abdullah…)

Önce Sulhi’ye sonra Serdar ve en son İzzet’e bakan Abdullah iş yerinde yaşadığı bir diyalog ile konuşmasına devam etti. Meğer Abdullah bir ara iki gün çalıştığı yere haber vermeden işe gitmemiş. Üstüne haftasonu da eklenince dört gün boyunca iş yerindeki arkadaşları kendisinden haber alamamış. Dört gün sonunda iş yerine gittiğinde patronu “Nerelerdesiniz Abdullah Bey,  size ulaşamadık!” dediğinde Abdullah Karaca; “Ben de kendime ulaşamadım” demiş.

Bunları anlatırken Abdullah’ın üzerinde antrasit rengi bir hırka, Serdar ve Sulhi’nin üzerinde lacivert birer hırka ve İzzet’in üzerinde ise lacivert bir kazak vardı. Abdullah’ın cümlesine nereye koyacaklarını şaşıran ekip Abdullah’ın kendini özne, diğerlerini ise nesne olarak görmesinin metafizik köklerine inmek için sohbeti koyulaştırdılar. Saatler saatlere kavuşmak için hızlıca hareket ederken Kadıköy’ün nefes alıp verişleri yavaşlamıştı. Bahariye Caddesi’nde ise dönecek bir adresi olmayanlar toplanmış merhamet denen o merhemi sürecekleri kalplerini arıyordu. Kadıköy’ün özelliği buydu. Önce insana günahı tanıtır sonra da şehrin göbeğinde terk eder ve salikin sevap ile tanışmasını kendine bırakırdı.

Derken ekip bir zengin kalkışı gerçekleştirip kendilerini sanat meydanında buldular. Önce Serdar ortaya geçip Sulhi Ceylan’dan bir şiir okudu. Sonra sahneyi Abdullah alıp Edip Cansever’den bir şiir okudu. Gelip geçenler ısrarla okunan şiirleri dinlemek istemiyorlardı. Herkes kendini sanki eve kurmuş, hızlı ve isyansız adımlarıyla Kadıköy sokaklarında bilmem kaçıncı adımları atıyorlardı. Hem adım atılmak içindi. Şiir ise okunmak.

Beklenen son gecenin hangi saatine denk geldi bilmiyoruz ama ekip birer birer kendi evlerinin yolunu tuttuğunda herkesin aklında Abdullah’ın Sulhi’ye hediye ettiği kitaba yazdığı cümleler vardı ama kimse o cümleleri telaffuz etmiyordu.

DİĞER YAZILAR

8 Yorum

  • SNOWDEN , 05/01/2017

    dünyaya masalsı denecek bir bakış açıınız var
    gerçekten böyle misiniz
    eğer öyleyse, etrafımda niye sizin gibi insanlr yok??

    • E. , 05/01/2017

      Çünkü sayıları az,birde bakış açıları masalsı değil öyle olsaydılar böyle olamazlardı,kanaatimce

    • @mucahidsarica , 06/01/2017

      Bu çocuklar başka bir dünyayı yaşıyorlar. Nasıl bir ruha sahipsiniz ki haykırabiliyorsunuz toplumun en kalabalık yerinde…

  • Aforizma , 04/01/2017

    Basamaktaki yazarın her türlü telif hakkı bana aittir bu mesaj kendini imha etmeyecektir :)

  • d blok , 04/01/2017

    sayın karaca sizinle sohbet etmeyi çok isterdim gelin görün ki şehir dışında yaşıyoruz…

  • edip cansever , 04/01/2017

    abdullah karaca bir şizofrendir, lütfen benim şiirimi okumasın, kendisini kamuoyu önünde kınıyorum. lütfen, rica ediyorum… edebifikir, rica ediyorum… arkadaşım yapmayın ya…

  • E. , 04/01/2017

    İyi ki varsınız mübarekler…:)

  • Sena V. , 04/01/2017

    Karaca gerçek ruhlu bir adamdır.
    Varlığı kendisini çok bariz belli ediyor.

Aforizma için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir