Ensemizden Tren Geçti

Cemal Süreya’nın çizimiyle Sezai Karakoç

“Hiçbir yerde var olmaz dünya, Sevgilim içimizden başka.”
Rainer Maria Rilke

Vakitlerden bir vakitti, günlerden bir gün. Sahi saatimiz kaçı gösteriyordu, biz hiç iyi şeyler düşünmezken dünya hakkında? Bize bunu düşündüren neydi Mehmet Raşit? Ya da biz böyle düşünmüş müydük? Şimdi sen bu bir kurmaca değil de nedir diyeceksin. Neyse ki kulaklarımız “dünya neydi?” , “dünya yaşadığını sandığın yerin adıdır.” cinsinden bir soruyu ve cevabı işitmedi.

***

Kadıköy’ü evi gibi gören birkaç rahatsızın dert notlarını kayda geçecek değiliz. Sulhi Ceylan’a kalırsa Kadıköy, içinden geçilip başka bir yere varamayacağımız yerdir. Çünkü hazzın dürtüsü ona ait sokakları elma bahçesine çevirmiştir de bundan habersiz çiğnemişizdir; sokakları, elmayı, hani o iki tarafı da kırmızı olan elmayı, Cemal Süreya’nın Elma şiirindeki gibi elmayı yani bir zaman yüzümüze vurulacak olanı!

***

Tüm bunları unutun. 11 Şubat 2014 günü akşamında Kadıköy epey kalabalıktı. Havanın biraz iyileşmesinden midir bilinmez fakat bu keşmekeşin, yaklaşan şu 14 Şubat’ın hediye alma telaşından kaynaklanıyor olmasından hepimiz rahatsız olmuştuk. Çünkü böylesi bir telaşı Kadıköy’e yakıştıramazdık. İnsanlar bu sokaklara birbirinden zırva şeyler yakıştıradursunlar biz ona “sadece sevgililer gününün arifesinde hınca hınç doldurulur” tabelasını asanlardan hiç olmadık. Rıhtımdan Bahariye’ye doğru yürüdük. Yokuşlar çıkıp “Yokuş”a varmak niyetindeydik. Bunu sıklıkla yaparız. Bizi takip edenler bilirler. Gerçi biz takip edilecek bir “dünya ideali” vadetmiyoruz. Bizim gibi adamlar iyi bir öykü, iyi bir şiir ve iyi bir sohbetten başka bir şey vadetmek dışında dokuz defa düşünür; kendimden artıracağım neyim var diye. Mehmet Raşit Küçükkürtül tam bir yazı adamıdır mesela. Şiir konuşmaları da şairi kıskandırır hani. Enis Batur’un yazdıkları bir yana dursun gelecek yıllarda iki kere Batur eşittir Küçükkürtül edecek gibi geliyor bize.

***

Raşit Ulaş Çetinkaya da bizimleydi. Elmanın bir kenarından ısırdı; hepimiz gibi… Raşit Ulaş şair… Kırk yaşında… Burada İsmet Özel’e bir atıf yok sayın okur. Raşit Ulaş şair… Şairin yaşı mı olurmuş? İsmet Özel, bir kişi yirmi altı yaşına kadar şair olamadıysa o yaştan sonra olacağını zannetmesin diye düşünürken bunda hepimiz mutabık değiliz fakat “Mataramda Tuzlusu” yu ve  “Münacaat”ı severiz elbette. Şair deyince şairler akla gelmeli, müteşairler değil! Haksız mıyız Küçükkürtül? Raşit Ulaş da şair deyince akla geleceklerden olsun. Amin.

***

Aslında yokuşa çıkacak olan bu yolculuğumuz gelenek olduğu üzere kitapevi gezmeleriyle başladı. Bunu yazı kurgusunda baş taraflarda bir yerlere koymak daha mı iyi olurdu acaba? Neyse zaten şuan bu kısma kadar gelmiş bulunuyorsunuz. İsteyen şu satırları kesip yazının baş kısmına koyabilir:

Otobüsten inmiştik. Hava ne kadar da güzel olsa şu rıhtımın lağım kokusundan arındırılamaması kadar kötü bir şey yok. Lağım insanın kiri değil mi? İnsanın kiriyle çalkalanan rıhtımdan sık adımlarla uzaklaşıp YKY’ye doğru seğirttik. Mehmet Raşit Küçükkürtül, Orhan Veli’nin şiirlerini pek sever. Mehmet Erikli, biraz daha yaşasaydı Orhan Veli şiirini okuyabilecektik diye bir varsayımla yaklaşır ne var ki? Sayın Erikli, işte bunlar hep felsefe okumaktan oluyor. Bilgelik sevgisi midir nedir? “Ha onun peşinden koşacağına biraz şiir öğren.” Orhan Veli şiirinin ikinci yeni şiiri için bir sacayağı olduğunu söyleyip durumu kurtaran Erikli bir rafta, Sulhi Ceylan bir başka rafta derken Küçükkürtül kaşla göz arasında Orhan Veli’nin “Yalnız Seni Arıyorum” üst başlığı altında yayımlanan Nahit Hanım’a Mektuplar kitabını aldı. Kitabın özelliği Orhan Veli’nin el yazılarından müteşekkil mektupların sayfalar arasında bulunmasıydı. İslâm harfleriyle yazılmış olan mektupların transkripleri yapılmış ve güzelce basılmıştı. Kitapları bir bir incelerken Cemal Süreya’nın ilk şiir kitabı olan ve YKY tarafından Ocak 2014’te tekrar basılan Üvercinka’yı almayı ihmal etmeyenler çıkış kapısına doğru yönelmişlerdi ki Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün alaycı bir gülümsemeyle “Yahu her yazarın ölümünden sonra özel defterleri yayımlanır oldu. Bu ne arkadaş. Ben de yığınla yazacağım bak görürsünüz. Ben öldükten sonra kokusu çıkar elbet.” kabilinden söylenişi kasiyer kızı gülümsetmişti.

***

Yeni şair, eskiden beri çizer ve karikatürist Bahadır Dadak da aldığı kitapları bir an evvel okumak istediği için mi heyecanlıydı yoksa Kadıköy onun iç dünyasının kıvrımlı caddelerine su mu serpiyordu da böyle oluyordu? İnanın bilmiyoruz. Fakat bir şey var ki Bahadır çoğu zaman bir yanını başka yerlerde gezindirmeyi seviyordu. Yanımızda usul usul yürürken bile…

***

Nihayet Yokuş… Yokuş’u merak edip “dur şurada bir de ben oturayım” diye niyet edeniniz olursa diye söylüyorum, “dönüp dolaşsanız da pek kolay bulamazsınız.” Çünkü orayı “Yokuş” olarak bilen pek az kişi var şimdilerde. Çünkü ismi cismi değişti. Tiyatro oldu. Yetenekli olduğunu düşündüğümüz oyuncular oyunlarını sahneliyor. Sulhi Ceylan bir şiirinde ne demişti? “Tiyatro tiyatro tiyatro…” Güzel de çayı var. Bir de Orhan Abi var. Oraya vardığımız vakit Orhan Abi’nin hoş geldiniz diyerek gülümsemesi ne iyi.

***

Oturduk. Aslında sohbet etmek için oturmaya ihtiyacı olmayan adamlar bir aradaydı. Sohbetin girizgâhı çoktan yapılmıştı. Mehmet Raşit Küçükkürtül her zaman olduğu gibi acı bir kahve söyledi kendine. (Şimdilerde şekersiz diyorlar adına. Esasında eskiler acı kahvenin hatırından bahsederlerdi.) Bahadır Dadak şekerli kahve söylerken, eminiz ki Küçükkürtül “Ulan kahveyi şekerli içmek İngiliz’in çaya süt katması gibi bir şey” diye geçirmişti içinden. Raşit Ulaş Çetinkaya ise az şekerli bir kahve söyledi. Sulhi Ceylan her zamanki gibi açık bir çay ve Mehmet Erikli “demli bir çay” dedi. Çaylar, kahveler derken şiirler okundu, sohbetler edildi. Şiirler okunurken yan masadan bize kulak kesilenler de oldu. Cemal Süreya’nın “Elma” şiiri ve “Gül” şiiri tadımıza tat katmıştı. Şiir, bizi kirlerimizden arındırıyor muydu? Keşke biraz da şu Rıhtım’a uğrasa da insanın kesif kirini silip atsa!

***

Davut Bayraklı, birazdan çıkıp gelse diye arandı gözlerimiz. Eksikliği, okunup havaya karışan şiirlere katıldı. Oysa Davut Bayraklı, biz ikinci yeni şiirini mütalaa ediyorken Sezai Karakoç poetikası hakkında konuşup sohbetin temeline çimentoyu dökecekti. Olsun bir sonraki sohbette harcını karmış olacaktır.

***

Bu doyumsuz hasbihalin bitmesini istemiyorduk. Fakat genellikle ilacımız olan zaman, bu defa karşımıza düşman suretinde çıktı. Bu da vaktin suretlerinden biri sayılabilir. Aydoğan K’yı soran olursa şimdi uzaklarda sanılan o yakınlarda desinler. Aydoğan K’yı soran olursa o Merter’den eve saat kaçta varıyor senin haberin var mı çocuk desinler ve Aydoğan K’yı soran olursa dönülmez akşamın ufkundadır vakit çok geç desinler.

Edebifikir Haber Ajansı

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • lokman hekim bizim köyde;enes bayoğlu , 13/02/2014

    Kadıköy’de cami ararken kiliselerde soluk alan biri olarak;muhtemelen tiyatro,tiyatro nidalarıyla Yokuş’a varayım derken Aydoğan K ile BİM’de karşılaşırız.
    Kadıköydeki BİM’lerde de diğer BİM’lerden daha ucuz diyorlar…

  • Niğde Gazozu , 13/02/2014

    bir kere de benden bahsedin. ölmezsiniz.

  • yunus f. , 12/02/2014

    ya siz çok alemsiniz hakikaten.. oturup kendi aranızda ciddi ciddi şiir okudunuz sesli sesli hem de ikinci yeni şiiri, yani tebrik etmek lazım.. ben de yan masada olsaydım elma şiirinin üzerine size şöyle bir bakardım :-) davut b. size katılmalı evet evet katılmalı…

  • elbruz günlükleri , 12/02/2014

    ben de havadisler kimde diyordum… meğer havadisler edebifikirde imiş!

yunus f. için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir