Fenâ Mülkünü Medh ü Senâ Etmek

Acele adımlarla Kitapçı Ahmet’e doğru ilerliyordu, kendi duyabileceği bir sesle, “Elimde olsa bütün yazarlık kurslarını kapatır ve onların yerine okurluk kursları açarım” dedi Celâl ve ilave etti: “Okumanın hakkını vermeden yazarlığa cüret etmek. Ne büyük hadsizlik!

Kitapçı Ahmet’e Celâl’den önce gelen Feyyaz ise,  iki gün önce Othello’da okuduğu: “Ey şaraptaki görünmez ruh! Bir adın yoksa eğer, sana şeytan desinler” cümlesine takılmış ve sahafta mukayese ettiği iki farklı tercümede de aynı garabetle karşılaşmıştı. O da başladı söylenmeye: “Görünmez ruhmuş! Tam bir belâgat fukaralığı! Ruhun görünmez olduğunu söylemek, bir daireye ‘yuvarlak daire’ veya bir süvariye ‘atlı süvari” demek kadar lüzumsuzdur” O sırada Sulhi işyerindeydi ve her zamanki gibi aklının bir köşesiyle insanı düşünüyordu; hiçbir tanıma tam anlamıyla sığdıramadığı insanı. İnsanın aşkın yönlerini. Ve elbette düşkün yönlerini, zaaflarını ve günahlarını…

Edebifikir’in bu üç kalemşoru buluşma kararı almışlardı. Nasıl buluşmasınlar ki? Zaman bir an bile aksamıyor, tabiat kendine doğru usulca yaklaşmakta olan ılık sonbaharı sıcacık bir şekilde karşılamaya hazırlanıyor. Üstelik yaz başlarken doğan kediler ele avuca gelmeye, tırnaklarını göstermeye ve fareler için tehlike arz etmeye başlamışlar. Her gün 12 kişilik minibüslere 38 kişiyle birlikte binip tek parça hâlinde inmeyi başarabilen insanlar var; kimi “bugün de ölmedim anne!” diyecek kadar yılmaz, kimiyse “kendimi şu denize mi döksem?” diye içinden geçirecek kadar yılgın. Her biri kendi meşrebince bir şarkıyı mırıldanıyor, her biri kendi hikâyesinin ya mahpusu yahut kaçağı. Hâl böyleyken insana ve kâinata dikkat kesilmeli, hayret duygusunu harekete geçirecek bir şeyler yapmalıydı. Nitekim ekip buluştu ve olanlar oldu.

Ekibin Kadıköy’e vasıl olduğunu gören birkaç martı sevinç çığlıklarına hâkim olamadı. Simitçiler heyecanlandı, “bu sefer simidi bizden alacaklar” umuduna kapıldılar. Gün geçtikçe tüketim nesnesine dönüşen kitaplar esaslı üç okuru karşılarında bulmanın heyecanıyla silkinerek tozlarını döktü; tabiî kitapçılar bunu göremiyordu, onlar paraları cukka etmenin derdindeydi, ham okurlar zaten isteseler de göremezlerdi. Kitapçı ziyaretinden sonra sahile yönelen ekip Sulhi Ceylan’ın ısrarıyla denizin en pis manzaralı yerinin görüldüğü bir köşeye oturmak zorunda kaldı. Feyyaz’ın itirazları sonuç vermemişti. Çok geçmeden İstoç’un arıtma makineleri geldi ve denizi temizledi. Celâl’in desteğini de alan Sulhi, Feyyaz’a yan yan bakıyor ve “Gördün mü ey nâdan!” diye ünlüyordu. Fakat Feyyaz bu ucuz numaralara aldanır mı? Kaçın kurasıdır o! İstoç’un rutin temizlik işleminden kendine keramet devşiremeye çalışan Bohemyalı ağabeylerine merhametle baktı, ses etmedi. Alınan kitaplar elden ele dolaştı, kitap tavsiyelerinin niteliği üzerine tartışıldı, Hermann Hesse’nin eserleri kısaca değerlendirildi ve çayı manzarasından beter olan bu mekânda daha fazla kalamayan ekip önce Moda ve Bahariye istikametine ardından Çaykolik’e doğru revan oldu.

Yolda Bohemyalıları gerisinde bırakarak nazar ber kadem üzre yürüyen ve irtifaı derûnunda arayan Feyyaz, bir aralık arkasına döndü ve gördüklerine inanamadı! Sulhi ile Celal Azâzil’i ortalarına almış, hep birlikte “cafe”lerin güzelliğinden, kahvehanelerin otantikliğinden falan bahsediyorlar. Feyyaz’ın âgâh olduğunu fark eden Azâzil derhal topukladı ve kendini denizinin karanlık sularına bıraktı. Bohemyalılar olup bitenden habersiz fenâ mülkünü medh ü senâ etmeye devam ediyorlardı. Suyu yeterince bulandırdığını fark eden ekip Çaykolik’e ulaşınca durulma vaziyeti aldı. Bir yandan çaylar simide katık edilirken diğer yandan yıllık iznini köyünde değerlendiren Celal Kuru gözlerinin içi gülerek köy hayatının güzelliklerini anlattı. Şiirin dolambaçlı yollarında bir müddet seyran edildikten sonra kadınların hakikati hakkında birkaç söz söylendi ve mekândan ayrılırken Sulhi Ceylan’ın telefonunun sesi duyuldu: Arayan Mehmet Raşit Küçükkürtül’dü. Biraz hasbihal, biraz istişare, biraz da latife ve nükte derken karşılıklı muhabbet beyanlarıyla vedalaşıldı. Ekip ayrıldıktan hemen sonra bed bir kahkahaya hazırlanan Azâzil, birden martıların acı feryatlarını duyunca neye uğradığını şaşırdı ve kendini tekrar denizin karanlık sularına bıraktı.

Edebifikir Haber Ajansı

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • nakıs , 18/09/2017

    rutinin hakikati?

  • Merakli , 16/09/2017

    Hep aynı hikaye hep aynı mekanlar hep aynı insanlar. Hayat çok rutin çok.

    • Çaylak Hekim , 16/09/2017

      Rutinin hakikatini anlamaya çalışıyorlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir